“Buzdan Kılıçlar” romanında; yoksulların, kapitalizmin hâkim paradigmadaki edimlerine karşı mücadele şeklini ve araçlarını böyle betimlemişti Latife Tekin: Buzdan Kılıçlar.
Güçsüzün, gücünü merkeze konumlandırmış olana karşı koyuşundaki duyguyu resmeden bu iki kelime bence büyülü. Dokunulmayacak, başka türlü ifade etmeye meydan bırakmayacak bir enerji fışkırıyor harflerden.
Bütün büyülerin kaynağının insan ruhu olduğunu öğreneli epeyce zaman geçti. İnsan denen o muhteşem varlık, ruh dediğimiz bilinmezlikteki bütün argümanlarını bir noktaya odakladığında hem büyülenir hem de büyüler. Hayatını yoksulların sözcülüğüne adamış Latife Tekin’de olduğu gibi.
Yazı başlığımı ondan alsam da konu Latife Tekin değil.
Konu, hayatın dağdağalı zorluklarına karşı gardımızı alma, silahlanma ve eyleme yönelme bilincimiz. Vicdanı henüz ölmeyen bütün insanları şirazeden çıkaracak olaylarla uyanıp bir yenisiyle uykuya dalıyoruz. Karanlığın demlenmesine, kendinde şey olmasına bile izin verilmeden karanlık katlanıp yenileniyor.
Karanlığa, açlığa, acıya, kâbusa alışılır mı?
İnsanın bulunduğu durumlara uyum sağlamada zirvede olduğunu biliyoruz bilmesine de, karanlığa aydınlık kadar çabuk alışılır mı, soru(n) bu?
Aydınlık hemen sarar bizi; güneşle aniden yüzleştiğimiz anlarda gözlerimiz kamaşır, etrafa bakamayız, sonra çabucak çıkarız el yordamıyla yürümekten.
Hâlbuki karanlığa o kadar çabuk alışılmıyor. Karanlıkta yaşamak başka, onu özümsemek ve normalleştirmek başkadır. El yordamıyla yürümek ve ona alışmak da öyle.
Bu durumu KHK’lılar çok iyi bilir. O kadar çok aşağılanmış, o kadar çok insan yükünden kurtulmuşuzdur ki, karanlığı doğrudan tasvir etmeye bile güç yetiremeyiz. Hemen cılız bir mum yakar, “hayatımdan fazlalıklar çıktı, sahici olana yer açıldı” diyerek karartılmış ruhumuza fer üfleriz. Kendimizi böyle avutur, aldığımız mesafeyle kıvanır, bir daha hiç kimse kalbimizden bir damla yaş akıtamayacak zannederiz. Hâlbuki bir adım sonra altında kaldığımız yeni bir duygusal çarpışma vakası ilk günkü gibi üzer bizi, kalp kırıklıklarımızdan sızan tuptuzlu yaşlara engel olamayız.
Azarlanmaya alışkınız ya, biz de kendimize çıkışırız tatlı sert “Amma da yaptın güzel kendim, sen daha ağırlarını yaşadın, bu ağlamak da neyin nesi?” deriz, yutkuna yutkuna.
Allah’tan çabuk toparlanırız; azıcık okşamayla sakinleşen duygusal atmosferimize bakıp güzellikler görmekte gecikmeyiz bir kez daha.
…
Karşımızdaki dev, çelikten yapılmış ve öyle büyük ki, sadece boyumuz hizasındaki ayak tırnaklarını görebiliyoruz. Üstelik kendisini güneşe mi vermiş ne, elimizdeki buzdan kılıçları salladıkça kılıçlarımız şıp şıp damlayıp bitiveriyor, devin ayak tırnakları dahi ıslanmıyor. Savaş konusunda deneyimli, tıpkı her krizini yeni manevralarla atlatıp yoksulu saç biti kadar hesaba katmayan kapitalizm gibi.
Fakat bu mücadelede masalsı bir büyü var: Biz KHK’lılar ve bilumum masumlar her sabah uyandığımızda kılıçlarımızı başucumuzda buluyoruz. Cehennemin alevinde bileylenen çelikten dev ne yaparsa yapsın kılıçlarımız her gün hatta her an yeniden diriliyor. Buharlaşıp buharlaşıp gökyüzüne ulaşan savaş argümanlarımız her seferinde geri dönüyor, göklerde edindikleri güç ve kuvvetle besleniyorlar.
Masal gibi ama böyle.
Çocukluğumda fasulye ağacı masalını okumaya hiç doyamazdım. Fasulye ağacına tırmanıp gökyüzüne ulaşan masal kahramanı gibi hissederdim kendimi. O cesur fani fasulye ağacının dalına her tırmanışında gökyüzüne çıkan benmişim gibi soluklarım hızlanırdı.
Realitenin ve rasyonalitenin pek bil(e)mediği, ruhlarımızınsa kuşku duymadığı bir gerçek var: Güç, insanın kendiliğindedir. Kendiliğinde olana kavuşmak için öncelikle insanı insan yapan kaynağa ulaşmak gerekir. Felsefi ve tasavvufi bir yolculukta çekiç ve örs arasında fazlalıklarından kurtulup kendine ulaşırsa insan, ne kadar cesametli olursa olsun, devleri çerez gibi yutabilir. Nemrut’u ve benzersiz tahtını yenen sinek cismine bürünmüş içsel güç değil midir?
Her şeyin bir erime, tükenme ve sona ulaşma yolculuğu vardır. Gözünü -kalbini mi demeli- sonsuzluğa dikenlerin gücü müstesna.
Demir leblebileri öğüten yorulmaz sadrımız var bizim.
Karanlığı korkutacak meşalelerimiz.
Varsın zaman kendi hükmünü işlesin
Ödemeye ahdettiğimiz vicdan borcumuz var bizim.
Elhâsıl gökteki güneşin doğmasını beklemeyecek, güneşe dönüşüp bütün karanlıklara meydan okuyacağız.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”