Önceki yazımda/yazılarımda kısaca da olsa yazmaya ve açıklamaya çalıştığım gibi Ak Parti iktidarının seçim sathi mahalline girildiği bu günlerde geçmişten bugüne kadar olduğu gibi her anlamda ve her alanda baskı ve şiddeti arttırması beklenmelidir.
Muhalefetin üzerindeki baskı ve şiddeti öncelikle ve illaki HDP olmak üzere kademeli olarak arttırması beklenen olaylar olarak görülmeli ve oldukça temkinli ancak kararlı bir siyaset izlenmelidir demeye çalışmıştım.
Aslında bunun nedeni ve nedenleri çok açık, Ak Parti iktidarının seçim meydanlarında seçmen kitlesine söyleyecek ne bir sözü, nede verebileceği bir vaadi kalmadığı için öyle söylemiştim.
Çünkü elinde avucunda olan ne varsa özellikle son on yılda tüketti.
Şimdi ise seçimleri kazanabilmek için elinde tuttuğu devletin tüm olanaklarını; parasını, pulunu, polisini, yargısını, tankını, topunu ne varsa seçimleri kazanabilmek için hoyratça kullanmaktan geri durmayacaktır.
İtibar suikastı, tutuklama, işkence, her türden provokasyon ve hukuksuzluğu göze alan bir seçim kampanyası yapmaya çalışacaktır.
Çünkü ekonomik ve demokratik alanda hatta dış politika dahil kimseye söyleyecek bir sözü ve verebileceği bir vaadi kalmadı.
O zaman geriye devlet aparatının sağladığı olanaklarla muhalefete saldırmaktan başka çareleri kalmıyor.
Yani iktidarın adeta bir seçim savaşına gireceği anlaşılıyor.
Bu nedenle her sabah yeni provokasyonlara uyanmak ve her gün bir muhalifin başına getirilen haksızlıkları izlemek, bunların üst üstte olaylar olarak karşımıza çıkacağı ihtimaller arasında bulunmaktadır.
İktidarın bu haksızlık ve hukuksuzluk alanını genişleteceği sadece HDP’li siyasetçiler için değil, CHP İstanbul İl başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında iktidar tarafından verilen mahkumiyet ve mağduriyet kararları ile de iyice anlaşılmış oldu.
Kaftancıoğlu hakkında verilen kararda öylesi bir siyasi mühendislik örneği gösterilmiş ki hapis yatmayacak olması kamuoyu tepkisin azaltmaya yönelik, cezanın beş yılın altında tutulmasının nedeni de bu zaten.
İktidar, verdiği bu kararla esas amacına ulaşarak Kaftancıoğlu’na aldığı ceza süresi kadar siyasi yasak getirmiş.
İşte arzulanan siyasi amaca iktidar bu şekilde ulaşmış ve niyet hasıl olmuştur.
Evet…
İşin bununla da sınırlı kalmayacağından hareketle sırada haziran ayı içerisinde hızlandırılmış bir şekilde İBB başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında daha öncede hazırlanmış ve hakkında dört yıldan fazla hapis cezası istenen bir dosya daha karara bağlanabilir ve bunun üzerinden İmamoğlu içinde ayrı mağduriyet oluşturulabilir.
Tüm bu yapılan haksızlıkların ve hukuksuzlukların altında yatan siyasi nedenlerin başında şüphesiz İstanbul yerel yönetim seçimleri geliyor.
Bu seçimin sonuçları Erdoğan’a “evlat acısı” gibi koymuş olmalı ki bu yaşananları, olan biteni bunun üzerinden daha iyi anlayabilelim.
Bunun hemen arakasında seçim takvimiyle de ilgili olacak olan bir diğer gelişme ise HDP’nin kapatılması davası olacaktır.
Halen Anayasa mahkemesinde görülmekte olan kapatma davasının akıbeti şimdilik belli değil ama bu dava ile seçim kararı ve takvimi arasında senkronize bir siyasi denge olduğu dikkate alınmalıdır.
• Seçimlere HDP’yi sokmamak
• HDP yerine kurulan başka bir partiyle seçimlere gitmek…
Birinci karar gerçekleşirse bunun en önemli etkisi HDP’nin kapatılmasının yanı sıra dava dosyasında beş yüze yakın önemli ve etkin siyasetçiye de siyasi yasak getirileceğinden dolayı partinin siyasi kadro seviyesi düşürülmek ve sınırlanmak istenecek ve gelen yeni kadrolar ile seçimlere gitmek HDP için bir dezavantaj olması beklenecektir.
Bu minvalde hesap yapan iktidar çevreleri “HDP’yi seçimlere girmesini engelleyemiyorsak o zaman gücünü sınırlar ve zayıflatırız hiç olmazsa” hesabı içinde oldukları görülüyor.
Evet…
Ayrıca iktidarın sadece HDP ve CHP ile sınırlı bir baskı ve şiddet hesabı içinde olmadığını düşünüyorum.
Çünkü halen Ak Parti seçmeni hakkında çeşitli yorumlar var.
“Ak parti seçmeni domates pahalı diye oy vermemezlik yapmaz ama iki kilo domatese de partisini satmaz” minvalinde yapılan yorumlar var.
Bu yorumlara neden olan dayanak ise yapılan anketlerde “Ak Partiye oy vermeyeceğim ama “ diye başlayan kararsızlar ve iktidara geçmişte oy vermiş şimdi mesafeli duran ve diğer muhalefet partilerine şimdilik destek vermeyen hatırı sayılır oranda seçmen kitlesinden bahsediyoruz.
İşte bu seçmen kitlesini yanına çekebilme potansiyeli olan üç parti var.
DEVA, Gelecek ve Saadet partileri…
İktidar şimdi kan kaybını önlemek için bu seçmen kitlesi üzerinde “ince ayar” siyasi çalışmalar ve kampanyalar
yapacak.
Peki DEVA, Gelecek ve Saadet partilerinin bu seçmenden oy almasını engellemek için neler yapacak?
Neler yapacak bilmiyorum ama iktidar HDP ve CHP’nin üzerine gitmesine benzer şeyler değil de daha “ince ayar” yani seçmeni ürkütmeden yapabilecekleri olacaktır.
Son olarak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun SADAT’ın kapısına dayanması olayı var ki sormayın gitsin…
Kılıçdaroğlu zamanlaması bakımından hiç beklenmedik bir anda bu siyasi hamleyi yaptı.
SADAT öteden beri iktidarın yedeğinde siyasetin karanlık kalan bölümlerinde neler yaptığı bilinmeyen, pek çok tartışmanın içinde adı geçmiş ve görünürde ticari amaçla kurulmuş sözde bir şirket gibi görünüyor.
Gerçekte öyle mi acaba?
İşte işin bu tarafı muamma…
SADAT, Suriye ve Libya operasyonlarında ne tür roller üstlendi örneğin bu ülkelerde savaşan paramiliter İslamcı teröristlerin temin edilmesi ve organizasyonlarında rol aldı mı?
İslamcı teröristlerin temin ve organizasyonu için IŞİD ve El Kaide ile temaslarda bulundu mu?
İslamcı teröristlere verilen silahları ve ücretleri kimden nasıl temin etti?
Bu ve benzer soruları uzatmak mümkün…
İşte Kılıçdaroğlu’nun tam da Canan Kaftancıoğlu hakkında verilen siyasi yasak kararının hemen sonrasında bu siyasi hamleyi yaparak, hem Kaftancıoğlu davasında iktidarın siyasi etkisini eleştirmek, hem de derin devlet ve siyasi iktidar ilişkisini kamuoyu önünde açığa çıkarmak bakımından oldukça değerli ve bir o kadarda anlamı bir siyasi çıkış yaptı.
Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışına karşı Erdoğan’dan henüz bir tepki gelmedi.
Belki böylesi bir adım atılacağını beklememiş olduğundandır.
Şimdi…
Bu adımdan sonra muhalefet için sadece içerde kamu ihalelerinde beşli çeteyle döndürülen dolaplar ve bunun üzerinden oluşturulan saadet zincirinden elde edilen rüşvetlerden hesap sorulmasının yeterli olamayacağı bilinmelidir.
Suriye, Libya ve hatta Azerbaycan-Ermenistan operasyonları içinde SADAT’ın rolü ve iktidar ile sürdürülen ilişkilerin anayasa, yasalara ve uluslararası hukuka aykırı olan yanları için hesap sorulacağını da kendi gündemine almalıdırlar.
Hesap sorulması gereken diğer bir alan da Türkiye üzerinden yapılan kara para aklanması ve uyuşturucu kaçakçılığının iktidar ile olan bağlantılarıdır.
Sadece Sedat Peker’in yaptığı itiraflar üzerinden sürdürülecek savcılık soruşturmalarından bile önemli sonuçlar alınabileceği görülmektedir.
Şimdi demokratik hukuk devleti amacı için kem küm etmeden çok geniş bir siyasi yapılanmayı kurma zamanıdır.
Bu tüm muhalefet partilerinin ve bizlerin halkımıza karşı boynunun borcudur.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”