BAŞLAMADAN NOT: Bu direnişi rahatsızlıklarıma rağmen ziyaret ettim. Ses kaydı aldım. Yazı hemen yayınlansın direnişçilere ses olayım diye gece yarılarına kadar ses kaydını yazıya dönüştürdüm. Ankara’ya dönmek için hazırlık yaparken dönüştürdüğüm sesi kendi metnim olarak yazmaya başladım. Çorlu’da ve bir kısmını da Ankara’ya dönüş yolunda defterime yazdım. Eve ulaştığımda elimi yüzümü yıkayıp bir şeyler atıştırdıktan sonra bilgisayara geçirmeye, imla hatalarını düzeltmeye başladım. Pazar gününü Pazartesi’ye bağlayan gece saat 01:30 itibariyle yazının son şeklini verip redakte için gazeteye gönderdim. Yani demem o ki yazı uzun deyip okumazsanız ben darılmam size. Ama sırtım, ayaklarım, kalbim, parmaklarım, gözlerim darılır. Gülmeyin! Bence bir direnişte verilen emeğin binde biri bile değildir bu yazıdaki emek ama direniş kadar önemlidir. Çünkü direniş yazıya dökülmezse tarihe geçmez, bir zaman sonra unutulur gider. Oysa işçi sınıfının burjuvadan çektiğini unutmamak, unutturmamak gerek! Sevgilerimle…
“ORADA GÜZEL İNSANLAR VAR”
Yazının başlığını ne koysam diye düşünürken direnişçi işçilerden birisi (Dursun Ali) vedalaşma anında “selam söyleyin Ankara’ya, orada güzel insanlar var deyin” dedi.
Tabii ki öyle, bu çok güzel başlık olur dedim.
Çorlu Belkarper İşçi Grevi’nden bahsediyorum. 3 Ekim 2021 Cumartesi günü ziyaretlerine gittim. Koskoca açık arazide bir fabrika ve önünde büyük bir direniş çadırı… Çadır olmasa, içinde soba yanmasa açık arazinin rüzgarından buz kesersiniz. 27 Şubat 2021 tarihinde direnişe başladıklarına göre kışın en soğuk günlerini burada geçirdiler. Direniş daha önce başlamış ama grevin başlangıcından bu yana 139 gün geçmiş.
DİRENİŞ NASIL, NEDEN BAŞLADI?
İşçilerden, sendika iş yeri temsilcisi Dursun Ali Durmuş diyor ki; “Ben 2008’de burada iş başı yaptım. O yıl Fransızlar fabrikaya yarı ortak oldular. Onlar ortak olana kadar yılda 3 ikramiye alırdık. Fransızlar geldi, ikramiyeleri kaldırdılar. Maaşlarımızı asgari ücret seviyesine çektiler. Bu yapılanlar üzerine biz sendikaya üye olduk. İlk kez o zaman çok sert girdiler” diyor. “Nasıl yani” diyorum. Diyor ki “6 sendika üyesi arkadaşı işten attılar. O yıllarda örgütlenmeyi geliştiremedik, başaramadık. Ama onlar bize bunları yaparken fabrikayı büyütmeye başladılar.”
E Kapitalizmin mantığı bu değil midir zaten? Az işçi ile çok iş, hak ettiğinin altında maaş, buradan, işçiden çaldığın parayla bir makine bir makine daha… Bizden çaldıklarıyla büyüyen bir sermaye…
Dursun da olanı aynen anlatıyor; “Az işçi ile çok iş yapmaya kalkıştılar. Yeni makineler getirdiler. Bunlar olurken fabrika yönetimiyle görüşme talep ettik. O zamanki müdür Fransız’dı. Çevirmen yardımıyla görüştük. Taleplerimizi söyledik. Maaşlarımızın artırılmasını istedik. Ayrıca neden işçi sirkülasyonu var dedik. Gelen işçiyi 2-3 ay eğitiyoruz, sonra daha yüksek maaşlı iş bulup gidiyor. Müdür ikramiye değil prim vaat etti. Şartlı prim. Şu kadar işe şu kadar prim gibi… Yılbaşı gelince prim sözünü de tutmadı. Biz de sendika ile görüştük. 2015 yılında buradaki işçilerin tamamını 3 günde sendikalı yaptık. Toplu sözleşme yetkisine Tek Gıda İş olarak hak kazandık.”
Sizce işçinin bu hamlesi karşısında patron ne yapmıştır? Normalde yasal olarak yetkili sendikayı kabullenip toplu iş sözleşmesini Tek Gıda İş ile yapması gerekir değil mi? Yoo tam tersine uyanıklık yapıyor. Duruma itiraz ediyor. İtirazı iş mahkemelerine yapması gerekirken usulsüz bir biçimde başka mahkemeye yapıyor. Mahkeme ve itiraz süreçleri 6 yıl, yanlış duymadınız 6 yıl sürüyor. Amiyane tabirle çakallık yapıyor patron. 6 yıl oyalıyor işçiyi. Haliyle mahkeme sonuçlanmadan yetkiyi alamıyor sendikalılar.
6 yıl oyalama Fransızların işi olamaz elbette. Bir Fransız Türk mahkemelerini yönlendirmez. Bu işi yabancı sermayeyi ülkeye çağırıp, gelin gelin en ucuz işçi bizde reklamı yapan siyasiler yönetiyor. Onları çağırırken burada grev yapılamayacağının, çünkü işçinin baskı altında tutulacağının garantisini de veriyorlar elbette. “Elin Fransız’ı” gelip bizim işçilerimizi sömürüyor ama milliyetçilik nutukları atanlar işçinin hakkının 6 yıl yargı eliyle ertelenmesine göz yumabiliyor. Bu 6 yıl oyalamanın neden yapıldığını aslında Dursun’un anlattıkları gayet net açıklıyor; “Bizim bu 6 yıl içinde şevkimiz kırıldı. Bırakıp gidenler oldu. 6 yıl insanları bıktırdı” diyor.
6 yıl sonunda Yargıtay yetki hakkının Tek Gıda İş Sendikası’nda olduğunu onaylıyor. Öyle bir karar ki emsal niteliğinde… Artık hiçbir iş veren Belkarper’de olduğu gibi usulsüz itiraz davaları açamayacak.
İŞÇİYE TEHDİT, RÜŞVET TEKLİFİ…
Fabrika yönetimi Tek Gıda İş yetkisini kabul etmek zorunda kalıyor ama ilk önemli baskılar da böylece başlıyor. 12 Şubat 2021 günü için Dursun Ali anlatıyor; O gün Turgay ve ben gece vardiyasındaydık. Sabah 6’da beni çağırdılar. Ne düşünüyorsun (sendikal yetki konusunda) diye sordular. Ben de dedim senin benim düşüncem önemli değil. Ortada bir yargı kararı var. Bundan sonra sizinle sendika yönetimi görüşecek. Arkadaşlarını istifa ettir. Sana amirlik verelim maaşına zam yapalım gibi tekliflerde bulundular. 10 buçuğa kadar konuştular. Kabul etmedim. Beni işten attılar!”
Bu kısmı dinleyince bilirsiniz bende bir öfke hali. Kafam ısındı. Para ile haysiyeti satın alma haysiyetsizliği ve karşısında işten atılmayı göze alarak arkadaşlarını satmayan bir işçinin onurlu duruşu… Dursun Ali’ye hayran olmamak elde değil. Siz hayatınızda seçme şansınız olsa hangisi ile komşu, eş-dost arkadaş olmak isterdiniz? Ailenizi hangisine emanet ederdiniz? Ben Dursun Ali’yi seçerdim.
Fabrika yönetimi bununla da yetinmemiş, pandemi sürecini fırsat bilip 12 işçiyi de ücretsiz izne çıkarmış. Sonra “sıkı” bir tehdit savurmuşlar; “Yıl sonuna kadar bu böyle gidecek. Hepinizi işten çıkartacağız…”
Vay canına! Sendikasız işçi ne kolay yemdir. Sendikasız işçi ne kolay sömürülür! İşten atarım, aç kalırsın. Çoluk çocuğun perişan olur. Üç kuruş maaşını al şükret! “Öyle mi alay komutanı?”
Yok öyle değil demiş Belkarper işçileri. 27 Şubat 2021’de direnişe geçmişler. İlk zaferlerini kazanıp ücretsiz izne çıkarılan 12 işçinin iş başı yapmalarını sağlamışlar. O günden beri buradayız diyor işçiler.
Biz konuşurken işçiler de birbirleriyle sohbet ediyorlar. Çayımız yok ama kola var içer misiniz diyorlar. Teşekkür ediyor sohbete devam ediyorum.
GREV KIRICILIĞI-TEHDİT-ŞANTAJ-TEKİRDAĞ VALİLİĞİ ÖNÜNDE POLİS DAYAĞI
Tek Gıda İş örgütlenme uzmanı Yunus Durdu anlatıyor; “Burada fabrika yönetimi, direniş başladıktan sonra birçok kez kaçak işçi çalıştırdı. Bu tespit edildi. Fabrikaya ceza kesildi. Ama mülki amirler cezayı uygulamadılar. Jandarma marifetiyle grevdeki işçiler yolu kapatıyor bahanesiyle işçilere 1800 lira para cezası kesmeyi bildiler ama. Grev çadırı kurşunlandı. Çadırın arkasında silahlar patladı. Şikayetlerimiz dikkate bile alınmadı.”
Bu konuyla ilgili Dursun Ali de anlatıyor; “Grevde bu tehditlerle bir kırılma beklediler ama olmadı. Son olarak arkadaşlarımızla tek tek görüşüp para teklif etmeye başladılar. İşte sizin tazminatınız 80 bin lira, biz size 150 bin verelim istifa edip gidin diyorlarmış. Arkadaşlar kabul etmemişler.” Araya girip soruyorum; 80 bine karşılık 150 bini reddetmenizin nedeni nedir? Grevi kazanınca bundan büyük alacağınız ne var?” Dursun Ali diyor ki “Hocam biz haklarımızı aldığımızda tazminatlarımız zaten 150 binden daha fazla olacak. Üstelik biz burada yalnız kendimiz için direnmiyoruz. Bizim zaferimiz işçi sınıfının zaferi olacak.”
İnsan bu cevabı duyunca “aldın mı cevabını Belkarper bey” diye bağırmak istiyor valla!
Tüm bu tehdit ve grev kırıcılığına, yıldırma girişimlerine karşı şikayetleri kaymakam tarafından kale alınmadığı gibi, jandarmanın karşılarına çıkartılması konuları için madem burası dinlemiyor gidip Tekirdağ valisine anlatalım derdimizi diyorlar. Hatırlarsanız 23 Eylül 2021 tarihinde valilik binası önüne giden Belkarper direnişçileri polisin şiddetine maruz kalmış, 50 işçi gözaltına alınmış ve sosyal medyada gündem olmuşlardı.
“HİÇ BEKLEMEDİĞİMİZ BİR ŞEYLE KARŞILAŞTIK”
Dursun Ali “valilik önünde hiç beklemediğimiz bir şeyle karşılaştık” diyor. Soruyorum; “Dursun Ali neyi beklemiyordunuz? Ne bekliyordunuz ki ne oldu?” Cevaplıyor tüm samimiyetiyle; “Biz istiyorduk ki vali beyle konuşabilelim. Bizi içeri alır, biz de derdimizi anlatırız. Devlet yani… (susuyor burada) Devlet niçin vardır? Vatandaşını, halkını, en alttakini korumak için vardır. Ben öyle bilirim. 45 yaşına geldim devlet vatandaşını korumak için vardır bilirim. Ama biz gittik dayak yedik, darp edildik. Bunu hiç beklemiyorduk. Hadi biz erkekleri geçtim. Kadınlar oturuyorlar. Yanlarında çocuklar var. Yukarıdan hepsini üst üste yığarak (merdivenlerde) aşağı attılar. Özellikle kadınlara ve çocuklara yapılan bu şiddet kabul edilemez.”
Ah Dursun Ali diyorum içimden. Sen Fransız sermayesinin bir “asilzadesi” misin ki seni kollasınlar? Bu şiddetin dik alasını 5 yıllık direnişimde yaşamış biri olarak devletin bizleri değil sermayeyi korumak için yasalar çıkarttığını biliyorum. Kadın, çocuk, genç, hakkını arayan kim kurtulabilmiş ki bu zihniyetin hışmından?
Yunus da bu yaşatılan şiddetle ilgili çok çarpıcı bir gerçeği vurguluyor; “Valilik önünde olduğumuz gün AYM açılışı vardı. AYM başkanının “Türkiye Cumhuriyeti yasaları herkesi bağlar. Herkes uymak zorundadır” dediği gün yasal sendikanın, yasal yetkili sendikasının, yasal grev hakkını kullanan işçileri Fransız Belkarper fabrikasının önünde değil Türkiye Cumhuriyetinin 81 valisinden biri olan Tekirdağ valilik binasının önünde polis şiddeti ile karşılaşmıştır.”
“İÇİME DERT OLDU”
Grevdeki işçilerden Güler Yıldız’a soruyorum; “Burada birçok şey yaşadınız. Neler hissettin onu dinlemek isterim. İçine dert olan bir şey oldu mu?” Öyle dertlenmiş ki hemen sorunun son kısmından başlıyor. O zaman anlıyorum ki yaşadıkları, grev filan bir tarafa kendi vicdanına ters bir dünya ile karşılaşmak onu sarsmış. Diyor ki Güler; “İçime dert olan şey, 139 gündür buradayız. Onca emeğimiz var ve bunu işverenimiz görmüyor. Emeğimize saygının olmaması beni en çok üzen şey.”
Canım kadın! Dünyanın kendi baktığı yerden şekillendiğini düşünüyor. Kendisi vicdanlı, hak yemez, kin gütmez, kimsenin ekmeği ile oynamaz. Herkesten de bunu bekliyor haklı olarak. Oysa dünya sınıflara bölünmüştür. Kapitalist sistemde patrondan emeğe saygı beklemek, nefes almadan yaşamayı beklemek kadar imkansızdır. Kapitalizmin özü budur. İşveren için işçi ancak bir makine kadar değerlidir. Kar getirmiyorsa çöptür! Zaten kendileri de makineleşmiştir. İşçi sınıfının değerlerine sahip olamaz. Köleliğe razıysan evet çalışabilirsin, değilsen kapının önündesindir. Çocuğun varmış, yaşlı anan-baban varmış, aç kalmışsın umurunda bile değilsindir. Onun için tek değer paradır. Çünkü patronda sınıf kini vardır. İktidarı elinde tutmak ister. Senin sınıf kinine sahip olmaman için de yasaları, eğitimi ona göre düzenler. Çiçek-böcek bir hayat yaşamayı önerir. Kavga etmemeli, patronuna sana iş verdiği için minnet duymalısındır. İktidarı, haklarının olduğu bir dünyayı hayal bile etmemelisindir.
BELKARPER FABRİKASI BİR HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR
Hani simidin yanında yiyoruz ya karper peyniri, işte bu fabrikada üretiliyor onlar. Çocukların çok sevdiği eritme peynirler de… Firmalar kendi isimlerini verdikleri eritme peynirleri de buradan alıyorlar. Yunus Durdu öyle şeyler anlattı ki ben olsam -ki yapacağım- bu süreçte krem peynir, karper peynir, LaVache qui rit (lavaş Kiri) gibi Belkarper fabrikasında üretilen peynirleri koymam soframa. Neden mi? Dinleyelim Yunus’u; “Bu fabrikadaki makine operatörlerinin hepsi dışarıda yani grevde. %5 yada %20 üretim yapılıyor şu anda fabrikada. Vasıfsız işçiler çalıştırılıyor. Yani şöyle; 140-150 derecede eritilen peynir şu anda 40-60 derecede eritiliyor ve piyasaya bu şekilde sürülüyor. Peynir 10 dakika içinde bakteri üreten bir besin. Zaman zaman makineler bırakın 10 dakikayı 10-15 saat duruyor. Makine içinde kalan peynir tekrar eritilerek piyasaya sürülüyor. Sağlık Bakanlığı müfettişleri öylesine dışarıdan bakıp olur verip gidiyorlar. Gerçek bir denetleme yapsınlar. Biz işin halk sağlığı tarafını da dile getiriyoruz.”
Bunları dinleyince aklıma boykot geliyor. Hem bizim hem çocuklarımızın sağlığı için hem de grevdeki işçilerin haklarını alabilmeleri için BELKARPER BOYKOT! Ne dersiniz?
Yunus Durdu’ya soruyorum; “Belkarper fabrika sahipleri herhangi bir Avrupa ülkesinde tüm bu haksızlıkları yapabilirler miydi?” Diyor; “Yapamazlardı. Buradaki cezalar caydırıcı değil.”
Bence yasaların caydırıcı olmamasından başka bir şey var. Bu ülkede yasalar var. Bu ülkenin yönetimi “işçi haklarını yedirmeyiz” pratiği gösterse o patronlar suç işlemekten nasıl cayar görürüz. Ama tam tersine AKP patronlara yönelik “OHAL’den neden rahatsızsınız? Bakın işçiler grev bile yapamıyor” dediğinde; Türkiye’ye yabancı sermayeyi çağırırken “Gelin fabrikalarınızı burada açın, size ucuz iş gücü imkanı veriyoruz” dediğinde patron dostu, işçi düşmanı tavrını da açıkça ortaya koyuyor. Böyle bir yönetimle en güzel yasalar olsa uygulanmaz. Çünkü onlar yargıyı da hizaya çeker.
Fabrika sahipleri Yargıtay kararını uygulamıyor ya Yunus Durdu aslında iktidar adına utanç verici bir gerçeğe vurgu yapıyor; “Biz aslında burada haklarımız için grev yaparken, Yargıtay kararını uygula derken aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumunu yani Yargıtay’ı da savunmuş, korumuş oluyoruz. Belkarper, Fransız firması Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst yargı kurumlarından biri olan Yargıtay’ı tanımıyorum diyor. Bu ülkenin siyasileri buna nasıl izin verir?”
E öyle tabii “elin Fransız’ı” gelip burada işçileri sömürecek, halk sağlığı ile oynayacak ama iktidar işçiyi dövecek valilik önünde… Bunun sorgulamasını siz okuyucuya bırakıyorum. Belkarper direnişi ile ilgili son cümlelerimi yazmadan önce son sözü de direnişçilere veriyorum.
GÜLER YILDIZ ( Bel Karper işçisi-direnişçi)
“139 gündür buradayız. İsterse 1039 gün olsun hakkımızı alacağız. Herkes de emeğine sahip çıksın. Görsünler, okusunlar, sendikanın ne kadar faydalı olduğunu öğrensinler. 1 teneke yağ için 2-3 saat çalışmasınlar!”
TURGAY ÇAMLIBEL ( Sendika iş yeri temsilcisi-direnişçi)
“Soğukta karda, kışta burada bir direniş sürdü. Ya toplu sözleşme yapılacak ya da Belkarper, fabrikasını kapatıp gidecek. Bizim için üçüncü bir seçenek yok.”
DURSUN ALİ DURMUŞ ( Sendika iş yeri temsilcisi-direnişçi)
“Biz bugüne kadar söyleyeceğimizi söyledik. İstiyorum ki anayasal hakkım var, Çalışma Bakanlığı bana yetki vermiş, Yargıtay onaylamış, ben neden hakkımı kullanamıyorum? Basında, sosyal medyada destek büyüsün. Bu iş bizim hakkımız verilerek bitsin!”
YUNUS DURDU (Tek Gıda İş Sendikası örgütlenme uzmanı)
“Kurallara uymayan bürokratlar kadar uyanlar da vardır. Biz hep birlikte bu kuralsızlığın üstesinden geleceğiz. Ülkemizi düze çıkaracağız. Tek Gıda İş Sendikası işçilerle birliktedir ve işçiler kazanacaktır.”
Ben de son sözlerimi söyleyeyim; Belkarper Direnişi tüm direnişler gibi insanların sadece kendi hak mücadelesi değildir. Bu direniş tüm işçi sınıfının mücadelesidir. Haksızlığa uğrayan tüm emekçilerin direnişidir. Öyleyse direnişi takip etmek, gelişmeleri kamuoyu ile paylaşmak, ziyaret etmek, işçinin yanında olduğumuzu ifade etmek hepimizin görevidir. Ezilenler olarak unutmayalım ki “Birimiz Hepimiz, Hepimiz Birimiz İçin”
Gidin görün, ORADA GÜZEL İNSANLAR VAR!
Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”