Aslıhan Gençay (@asligencay)
Bizim ülkemize bulunmayan çok şey var. Mesela demokrasi, ben bu ülkede demokrasinin ismiyle değil cismiyle var olduğunu hiç görmedim, umarım bizden sonraki nesiller görebilir. Öte yandan kâğıt üzerinde adına “temsili demokrasi” denen bir yöntemle yönetilmekteyiz. İkinci kelime kayıplarda, birincisi ise zaten anlamında bir sakatlık taşıyor. Halkların yönetime katılmasının, yönetimin her aşamasını denetlemesinin, görüş ve önerilerini sunmasının önünü güzelce tıkayıveriyor. Neymiş, bizim adımıza temsilcilerimiz varmış, beş yıl boyunca, ne istediğimizi bilmeseler de, adımıza her şeyi yapabilirlermiş.
Aslında dünya tarihine bakarsak görebiliriz; maalesef ki her daim monarşiler, cumhuriyetlerden daha uzun ömürlü olmuştur. Çok kafadan çok sesin çıktığı, denetimin sürekli kılınıp katılımın esas alındığı yönetim biçimleri; tek adamla yönetilen, katı hiyerarşinin, baskı ve biatın söz konusu olduğu monarşilere göre çok daha kısa ömürlüdür. Çatlaklar, hizipler, bölünme ve parçalanmalar, cumhuriyetlerde daha sık yaşanır. Fakat monarşilerin daha uzun ömürlü olması, onları ideal sistem hâline getirir mi? Sadece şunu gösterir ki insan doğasına daha uygundur. Monarşiler; yönetenlere içlerindeki ilkelliği, zorbalığı, hırs ve iktidar arzusunu sergileme alanı yaratırken, halklar içinse tembelliğe, kolaycılığa, sınırları zorlamayıp başkasından beklemeye, üretme yerine talep etme pasifliğinin dayanılmaz rehavetine açık davettir.
Şimdi ben burada avaz avaz “Temsili değil katılımcı demokrasi istiyoruz” demek isterdim, diyebilirim de tabii fakat “Demokrasi var mı ki katılımı olsun” diye düşüneceğinizi biliyorum. Yine de hatırlatayım: Demokrasi bir “nankörlük” rejimidir sevgili arkadaşlar. Demokrasilerde asla şükredilmez, “Bu kadarı yeterli, fazlasını istemeyelim.” denmez, her daim daha fazlası ve güzeli mümkündür çünkü.
Katılmak ya da katılamamak
Konuyu fazla dağıtmayayım; geçtiğimiz aylarda bazı sivil toplum örgütleri, beş belediyeyle (Bursa Nilüfer Belediyesi, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Sultanbeyli Belediyesi, İzmir Bornova Belediyesi, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi) KATILIYORUZ adı altında, katılımcı demokrasinin hayata geçirilmesini teşvik edecek çalışmalar yaptı. Belediyelerle yaptılar çünkü şu anda yürürlükte olan yerel yönetimler yasasında, aslında katılımcılığı sağlayabilecek pek çok madde mevcut ama ne yazık ki bunları hayat geçirmek, en nihayetinde başkanların onayına bırakılmış durumda. (Bakın mesela iki tanesi şöyle: Hemşehrilik Hukuku-5393 Sayılı Belediye Kanunu-Madde 13: Hemşehrilerin; belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanma hakları vardır, Kent Konseyi-5393 Sayılı Belediye Kanunu-Madde 76: Kent yaşamında; kent vizyonunu ve hemşehrilik bilincini geliştirme, kentin hak ve hukukunu korunma, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmeye çalışır.)
Muhalefetin farkı ne?
Katılımcı demokrasi çalışmaları, belediyeler tarafından istekle ve inanarak yapıldı mı, sonuçları ne olur, bilemiyorum. Ama enteresan bir olgu var ki; bugün ülkedeki ana muhalefetin yönetimde olduğu birçok belediye, bu çalışmaya iştirak etmemiş. İnsan merak ediyor hâliyle, neden? Halkın belediyesi olmak ve katılımı sağlamak, sadece internetten faaliyet, bütçe, karar paylaşmak değildir sayın belediyeciler ve yerel yöneticiler. Yönetimin her aşamasında, her konuda ve kararda gerekli kanalları oluşturup işleterek, bölge halklarının fikir, öneri ve eleştirilerini almaktır. Merak ediyorum; iktidarı bu kadar eleştiren sizlerin, demokrasi alanındaki farkınız nedir ve neden belediyeleriniz katılımcı demokrasiyi, yerel yönetimler yasasındaki maddeler çerçevesinde uygulamıyor?
Çalışmalarda ortaya çıkan olgulardan biri de; iktidar ve muhalefet partilerinin oy oranının birbirine yakın olduğu bölgelerde, belediye yöneticileri katılıma, halkın sorunlarına daha duyarlı. “Cepte keklik” ve “kale” olarak görülen bölgelerdeyse sanki “monarşi” işliyor. Yine çok ilginçtir ki Ak Parti’nin Sultanbeyli Belediyesi, katılımcılık konusunda, bu beş belediye arasında en çok çalışan ve çaba harcayan yönetim olmuş. Yani çıkmamız elzem artık şu, muhalefet partisine mensupsa iyidir, fikrinden. Kimin ne yaptığına ve yapacağına bakmamız gerek, laflara, titrlere değil.
Biliyorum; bazı yerel yönetimlerde sağlansa bile, katılımcı demokrasi bizim ülkemizde henüz bir hayal. Temsili demokrasi denen garip sistemse seçilmiş milletvekillerinin sınıf atlamasına, “temsil ettiği” halkın üzerinde olduğunu sanıp kibirlenmesine ve halktan kopmasına hizmet ediyor sadece.
Bu açıdan CHP’den de hiç umutlu olmadığımı belirtmek isterim. Çünkü yasalarda dahi olan katılımcılığın yerel yönetimlerde uygulanmadığı, büyükşehir belediye başkanlarının havalı snop’lar gibi gezindiği, iktidara benzer astronomik zamlar yapmaktan zerre beis duymadığı bir tablo var önümüzde. Bu yüzden kimse boş beklentilere kapılıp, mucize iksirler beklemesin, kendini kandırmasın. Halklar olarak biz, hiçbir partiyi yüceltmeden haklarımızı istemeli, hep daha fazlasının peşine düşmeli, yönetimlerin her aşamasına katılmak için sürekli denetleyici, zorlayıcı, talepkâr olmalıyız. Biatla, fanatiklikle, partizanlıkla, şükretmekle dönmüyor bu devran arkadaşlar, üzgünüm, silkelenmelisiniz.
Ekonomi tıkırında derken?
Ekonominin çöküşe geçtiği, yoksulluktan kırıldığımız günlerdeyiz ve tam da bugünlerde olduğumuz için normal şartlar altında ‘olabilir’ diyebileceğimiz bazı görgüsüzlükler, şatafatlar, yemekler, iftarlar, sahurlar, midemizi bulandırmaya başladı. İktidar tarafından soruşturulmayıp, halk tarafından ciddiye alınan her türlü karanlık iddianın ortalıkta cirit attığı bir dejenerasyon da söz konusu. Artık boş laflara karnımız tok, yalanlara inanmıyoruz. Kimseye verecek kredimiz de kalmadı. Bize sürekli “Ekonomi büyüyor… Biraz sabredin.” gibi birbiriyle çelişik cümlelerin art arda sarf edilmesinden de bıktık çünkü bizim yaşayamadığımız yerden bakınca ekonomi büyümüyor, tersine hızla uçurumdan yuvarlanıyor.
Önemli bir nokta daha var; bir iş insanından gayet ayrıntılı şekilde öğrendiğime göre; büyük bankalardan birinden yüklü miktarda dolarını ve Türk lirasını çekmek istediğinde, bankanın Genel Müdürü, Yönetim Kurulu Başkanı gibi yetkili isimleri tarafından bizzat aranarak, para çekmemesi için ikna edilmeye çalışılmış. Neden? Çünkü para yok!
Şu anda sanal, simülatif bir çark dönüyor evet, fakat nakit para mevcut mu banka kasalarında? Mesela büyük çaplı iş insanlarından birkaçı kafayı bozup bankalardan mevduatlarını çekmek istediklerinde, o bankalar ayakta kalabilecek mi?
Ekonomi gerçekten büyüyor mu, yoksa bizler, geleceği pamuk ipliğine bağlı sanal bir sistemin içinde yuvarlanıp durmakta mıyız? Evet, bu sorular aslında gayet ciddi ve cevap bekliyor. Cevaplayacak olan var mı, bakın onu bilemiyoruz, mesela Sayın Nebati ne diyorsunuz? Bir şey diyecek misiniz?
Biz yine de sorularımızı sormaya devam edeceğiz.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”