Aslıhan Gençay (@asligencay)
İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin
Başkasının acılarına bakmak, bakabilmek bir erdemdir; o acılar için harekete geçebilmekse daha büyük bir erdem. Ama korkudan ve bireysellikten beslenen sistemlerle sahipleri, bu erdemleri sevmez, taşıyanları genellikle cezalandırırlar. Ülkemin cezaevleri de başkasının acılarına kayıtsız kalmadığı için cezalandırılan ve kendi acıları görmezden gelinen insanlarla dolu.
Bu kavramı bu şekilde literatüre sokan Susan Sontag’dır da hani bazen kavramlar aklınıza suretler getirir ya… Başkasının acılarına bakmak denince benim aklıma gelen ilk suret, Eren Keskin’in yüzü, sesi, vicdanıdır.
İlk bakışta çok naif, kırılgan görünen, sesi kuş cıvıltısına benzeyen bu kadın, inanılmaz derecede güçlü ve dayanıklıdır da. Bunu hepimiz biliyoruz aslında. Hepimiz derken, başı derde girip de “İmdat” diyenleri kastediyorum. İşte o malum durumlarda ilk aranan, koşulan kişidir hep Eren. Öte yandan onun vicdanı, karakteri, kalbi ve beyni empatiyle yoğrulduğu için kendi çektiklerini genellikle hiç dile getirmez.
O zaman bu iş bize düşüyor. Artık kimsenin “bana ne” deme lüksü yok zira Eren Keskin; Özgür Gündem gazetesinin genel yayın yönetmenliğini bir süre yapması ve aynı gazetede yayınlanan yazıları nedeniyle “terör örgütü üyesi” ilan edildi. Önce İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından cezalandırıldı ve ardından bu saçma sapan ceza, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin 7 Nisan’daki kararıyla hızlıca onaylandı. Şimdi Yargıtay’ın değerlendirmesi bekleniyor.
Dipsiz terör kuyusu
Dosyayı okudum; iddianameyi, ağır cezanın kararını, Eren’in savunmalarını ve istinaf mahkemesinin gerekçeli kararını. Bilirsiniz, sağda solda duyduğu iki cümle sözle, iki satır yazıyla insan yargılamak çok kolaydır toplum açısından, keşke hepiniz okuyabilseydiniz bu “ceza”nın gerekçelerini.
Bu ülke öyle bir hâle geldi ki sistem tarafından tehlikeli ve ayak bağı görülen herkes, kitabına uydurularak çok rahatlıkla cezalandırılabiliyor. Kitabın adı: Terör. Hayır, abartmıyorum. Pek çoğunuz ancak başınıza geldiğinde anlayacaksınız ama bu ülkede bir muhalifi suçlamanın en kolay yolu oldu artık ona terörist demek. Dipsiz bir terör kuyusunun, sarmalının içindeyiz ve her an herkes bu döngüye kapılıp cezaevine kadar gidebilir. Bugün Eren’in başına gelen de tam olarak bu.
Kanıtsız iddialar
Tümünü okuduktan sonra suçlamaların mantığı hakkında vardığım kanı şu: Mahkeme önce Özgür Gündem gazetesini, birtakım örgüt yayınlarındaki teorilere dayanarak, örgütün yayın organı ilan ediyor. Hâlbuki bir gazetede yazılanlara, gazetecilerin fikirlerine katılmayabilirsiniz ama gazeteye “örgütün yayın organı”, yazarlara da “örgüt üyesi” demek için elinizde delil, kanıt olmalı, değil mi? Var mı? Yok. Yayın çizgisini beğenmiyorum!
Evet, ilk adımda belki en fazla propaganda sayılabilecek yazılardan yola çıkılarak örgüt organı sayılmış gazete. Sonra sanki çok tutarlı kanıtlara dayalıymış gibi bu iş, sıra gelmiş yazarlara. Düşünce ve ifade özgürlüklerini kullanarak yazdıkları tüm yazılar, yazarların terör örgütü üyeliğine delil sayılıvermiş. Tekrarlıyorum; katılırsınız katılmazsınız, beğenirsiniz veya eleştirirsiniz, okursunuz okumazsınız ama örgüt üyeliği nedir Allah aşkına?
Elde bir örgüt şeması mı mevcut? Hiyerarşik bir yapı mı deşifre edilmiş? Alt üst ilişkiler mi varmış? Bir örgüt yazışması mı yakalanmış? İnanın aradım, bir mantık, bir şema, bir hiyerarşi, bir mesaj, yazışma vs aradım dosyada, hayır yok, hiçbiri yok. Mantık şu: Biber yeşildir, biber acıdır, öyleyse acı yeşildir. Biz dedik oldu, bitti, bu kadar.
Eren’in örmek savunması
Bakın Eren Keskin, Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki savunmasında ne demiş: “30 yıldır avukatım ve insan hakları savunucusuyum. Şu an İnsan Hakları Derneği’nin eş başkanlığı görevini yürütüyorum. Özgür Gündem gazetesiyle ilk çıktığında tanıştım ve ilk gününden itibaren gazetenin avukatlığını yaptım çünkü o gazetede yazı yazan, dağıtımcılık yapan, 9 yaşından 74 yaşına kadar insanların öldürüldüğüne birebir şahit oldum. Daha önce bu gazete bombalandı, defalarca kapatıldı ve yeniden Özgür Gündem ismiyle yayınlanmaya başladı. Benden “Genel yayın yönetmeni hanesine, bir insan hakları savunucusu olarak sizin isminizi yazabilir miyiz?” diyerek dayanışma istediler. Seve seve kabul ettim, hiçbir zaman da pişmanlık duymadım. Bu gazetenin genel yayın yönetmeni olduysam eğer, bunu Musa Anter’e, Ferhat Tepe’ye ve diğerlerine gönül borcum olduğu için yaptım.” “Sembolik olarak künyeye ismimin yazılmasından dolayı, yazmadığım yazılardan bile, hakkımda 140 kadar dava açıldı. Faili meçhullere karşı olan ve ömründe şiddeti savunmamış bir kişiyim. Ben silahlı örgüt üyesi değil insan hakları savunucusuyum.”
Okuyun lütfen, okudunuz mu? Her şey gayet açık değil mi? Sadece sembolik bir genel yayın yönetmenliği ve birkaç gazete yazısından dolayı bal gibi insan hakları savunucusu olan, antimilitarist, barışçı, kimsesizlerin kimsesi efsane kadın örgüt üyesi ilan ediliyor. Mevzubahis örgüt ise silahlı mücadeleyi savunmakta. Yani Eren’in şu dünyada tuttuğu yerle taban tabana zıt vasıflar söz konusu.
Yine sözü Eren’e bırakıyorum, şöyle diyor savunmasında:
“Ömrümde bir kere bile elime silah almadım. Ben Kürt sorunu, Ermeni soykırımı, Kıbrıs meselesi konularında resmî ideolojiden farklı düşünen bir insanım ve düşüncelerimi her yerde açıkça ifade etmekten yanayım. Bunun bedelini de defalarca ödedim. Bugün burada olmamın nedeni, Kürt sorununun çözümü konusunda devletten farklı düşünmemdir. Benim resmî ideolojiden farklı olan düşüncelerim hiçbir zaman değişmedi. Ama devletin kafası çok karışık. Devletin sürekli düşünceleri değiştiğinden, örneğin 2013 yılında barış süreci adı verilen dönem devam ederken, bu gazeteye hiç dava açılmıyordu. Ben de terörist değildim o zamanlar. Ama birden bire devletin iktidar ilişkileri, Kürt sorununa bakışı ve uyguladığı politikalar değişti. Ben ve benim gibi insanlar da birden bire terörist, suçlu, bölücü olduk. Bunun gerçekten akıl alır bir yanı yok. Oysa ben hep aynı yerdeydim. 30 yıldır insan hakları savunucusuyum ve bunun dışında hiçbir savunma yapmayacağım. Düşüncelerim nedeniyle hiç kimseye hesap vermek zorunda değilim.”
Evetttt işte tam da bu noktada gerçek soruna, Eren’in affedilmez suçuna geliyoruz: Resmî ideolojiden farklı düşünmek, budur en büyük suç. Üzerine bir de düşüncelerini ifade etmek ve yazmak: Buyurun size ikinci affedilmez suç. Hani düşünce ve ifade özgürlüğü vardı? Ah, hayır yok demeyin, elbette var ama anlaşılıyor ki sadece resmî ideolojiyle aynı düşünenler için ve onlar özgürlüklere doyamıyorlar.
Gelelim diğer önemli noktaya; doğru, Eren dediği gibi hep aynı yerdeydi. Ben onu bildim bileli, ilkelerinden, çizgisinden taviz vermedi, değişmedi ama hakikaten devletin aklı çok karışık. Çözüm sürecinde silahlı örgüt mensuplarıyla dahi görüşebilenler -ki kendi adıma gayet doğru buluyorum bu tarz girişimleri- şimdi insan hakları savunucularını, silah dahi görmemiş insanları “terörist” ilan edebiliyor. Böyle adalet olur mu? Bir şeyler oluyor evet ama bunun adı adalet değil.
Her şey bir yana, Türkiye’nin altına imza attığı birçok uluslararası sözleşme var. Mesela bugün Eren’e yaşatılanlar, tüm bu sözleşmelerin ihlalidir, en başta da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin.
Ya da Yargıtay’ın emsal kararları mevcut. Diyor ki Yargıtay; örgüt üyeliğinin delili; örgüt hiyerarşisinin içinde olmak ve örgüt şemasında yer almaktır. Ama bakıyoruz istinaf mahkemesi iç hukuku da görmezden geliyor ve yazı yazmak örgüt üyeliğine delalettir diyor. Neden? Çünkü yeşil acı.
Beklerken çürümek
Tabii bir de madalyonun diğer yüzü var. Hani Yargıtay kararı bekleniyor ya, inanın herkes gerçekten bekliyor, bu bekleme hâli neyse artık… Şimdi bence eğri oturalım doğru konuşalım, bu kadar güçlü kuvvetli baskılarla, kuşatmalarla baş etmeye, bireyler olarak bizim gücümüzün yetmediğini ve yetmeyeceğini hep birlikte biliyoruz. Amaaa, işte o ama var ya o ama… Ayrım yapmadan her ezilenin iyilik meleği olan bir kadının, Eren’in aramızdan seçilip alınmasını, belki de cezaevine kapatılmasını sadece izleyecek miyiz?
Sürekli mağduriyet edebiyatı yapmakla, kendimize acımakla, gidenin ardından ağıt yakmakla mı zaman geçirelim; yoksa elimizden geldiğince bu hukuksuzluğu anlatmakla, gündeme getirmekle, Eren’e destek olup sahip çıkmakla mı? “Çok mu sonuç alınacak sanki…” deyip burun kıvırabilirsiniz, belki de doğrudur. Lakin kendi adıma ‘Elimden geleni yaptım ama gücüm yetmedi.’ demeyi; ‘Hiçbir şey yapmadan izledim, beklerken çürüdüm, ardından da ağıt yaktım.’ demeye tercih ederim. Size de tavsiyem budur.
Eren, mahkemenin her aşamasında ve bizlerle de her konuşmasında belirttiği gibi hiçbir yere gitmiyor, kaçmıyor. O naif görünümlü, kuş cıvıltısı sesli güçlü kadın, bu kuşatmayı da vakarla karşılıyor lakin biz böyle yapamayız, yapmamalıyız.
Belirtmek isterim; hiç kimse kendi kafa karışıklığının, başkalarının günah ve hatalarının bedelini Eren’e ödetmeye kalkmasın lütfen. Bu çok büyük bir vicdansızlık ve adaletsizlik olur. Şimdi sıra sizde.