Hukuk ile adaletin ayrımını anlatan çok güzel bir örnek vardır. Bir çocuk dondurma yerken kafasına vurup elinden dondurmasını alan adama karşı neredeyse herkes bir kızgınlık duyar ve o dondurmayı adamın elinden alıp çocuğa geri vermeyi düşünür. Buna “adalet” denir ve insanlarda içgüdüsel olarak vardır.
Oysa çocuğun kafasına vuran adam dondurmacıdır ve çocuk dondurmayı para vermeden alıp kaçmıştır. Adam malını yani dondurmayı geri almıştır. Bunu kanıtlarıyla ortaya koyan ve gerçeği gösteren ise “hukuk”tur. İlk anda görünenin değil esas gerçeğin peşindedir.
Türkiye’de ise uzun zamandır dondurmacıyı dövüp dondurmayı ondan alan ama çocuğa vermek yerine kendisi yiyen bir hukuk anlayışı mevcut. Mahkemelerde adalet dağıtılmadığı pek çok kişinin dilinde. Zaten aynı dosyadan, aynı deliller ve aynı suçlama ile yargılanan iki kişinin bile farklı cezalar alması bunun en temel göstergesi.
Türkiye tüm bu hukuk garabetleri içinde yaşarken AK Parti’den bir “çoklu baro sistemi” açıklaması geldi. Hukukçuların ve baroların itirazlarına karşın düzenlemenin yasalaşması için de AK Parti ve ittifak ortağı MHP hızlıca harekete geçti.
Esasında bazı noktaları biraz farklılaştırılsa güzel bir Netflix dizisi olacak durum. Ne var ki Türkiye bunu gerçekten yaşıyor.
Birkaç gün önceye döndüğümüzde Türkiye’nin esas konusu bu baroların yapısındaki değişiklikti. Fakat, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sosyal medyayı yasaklayabiliriz açıklaması ile bir anda bütün gündem değişti. Şu an çoklu baro sistemine ilişkin haberler ikinci hatta üçüncü sırada.
Son dönemde Erdoğan’ın her açıklaması sonrası esasında ne demek istediğini anlamak için bakılan yere yani Fahrettin Altun’un sosyal medya hesabına döndük ve beklediğimiz açıklamayı bulduk.
Kısaca hükümet sosyal medya şirketlerinden vergi (para) ve temsilcilik açmasını (kullanıcı bilgilerini) istiyor.
İlginçtir Çin de benzer isteklerde bulunmuş ancak cevap olarak kısa bir “hayır” almıştı. Türkiye’nin de benzer bir cevap alması muhtemel. Bu cevabı aldıktan sonra Türkiye bir yasaklamaya gider mi? Anketlerde AK Parti bu derece oy kaybeder ve iki kanadın arasındaki oy farkı çok az iken büyük bir risk olur.
Şu ara herkesin dilindeki Z kuşağı bu otoriter babanın yasaklayıcı tavrını hiç kabul etmez ve Gezi Parkı’nda attığına benzer bir tokadı seçim sandığında da atar.
Kimi kişiler YouTube’un da yasaklı olduğu dönemleri anlatıp benzer bir girişimin yaşanabileceğini söylüyor. Evet, YouTube’u iki yıl kapamış bir ülke Türkiye ama o dönem akıllı cep telefonları bu derece yaygın değildi. Tablet henüz yoktu ve cep telefonlarında “yılan” oynamak dışında yapılan ikinci aktivite SMS yollamaktı. Şu an teknoloji, özellikle gençlerin hayatının o derece içindeki MHP’li gençlerin liderleri Bahçeli gibi sosyal medyadan tamamen çekilmeyeceği görülecektir.
Kısaca sosyal medya güvende. Ancak Netflix için aynı durum söz konusu olmayabilir. O bir sosyal medya platformu değil. Yasaklanabilir, tıpkı bir kanalın kapatılması gibi. Kaldı ki Erdoğan’ı isim vermeden diktatör gibi gösteren “Designated Survivor” yayınlandığından beri Erdoğan’ın orayı kapatmayı düşündüğüne dair bir fikre sahibim.
Peki, Netflix’in kapatılması sosyal medya platformlarının kapatılması kadar büyük bir tepki alır mı? Onun da olmayacağı aşikar çünkü Türkiye’nin korsan dizi ve film siteleri konusunda ne derece başarılı olduğu herkesin bilgisi dahilinde. Netflix kapansa da bütün içerikleri farklı internet sitelerinden izlenebilir.
O zaman sosyal medya platformları açık kalıp, dizi ve film izleme zevkimiz de elimizden tamamen alınmayacaksa rahatlayabilir miyiz? İşte onu yapmamak lazım. Çünkü biz “Aa Netflix kapatılıyor”, “Twitter çalışmıyor”, “Facebook geri geldi” derken baroların yapısı değişebilir ve bütün bu keyfi karar alıcılarının önündeki son savunma hattı da çökmüş olur. Baroların da sosyal medya uygulamaları kadar önemli olduğunu aklımızdan çıkarmadan paylaşımları yapmaya devam edelim.
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.