Arat Barış (aratbaris_)
Tanımlayamadığım bir burukluk var içimde. Anlamak için çabalarken inceden bir sızının yüreğime saplandığını hissediyorum.
Yabancısı olduğum bir sızı.
Ne yapsam olmuyor. Ne yana dönsem o uğursuz sızı, siyah beyaz bir fotoğraf karesi gibi gelip karşıma dikiliyor.
Aşkın, anıların, mülteci yaraların şairi Cemal Süreya, babasının ölümü karşısındaki çaresizliğini bir cümleye nasıl sığdırmış hep hayret ederim.
“Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim babam bir kere öldü, kör oldum.”
Sözün bittiği yer, acının en dayanılmaz olduğu yerdir.
Hrant Dink’in oğlu Arat Dink, daha hırçın, daha fırtınalı bir acıdan bahsediyor bize.
“Hayatımın en kötü gününde üzüntü ve öfke içindeyken, siz şaşkınlığı eklediniz ona.
Nasıl bir ülke burası?
O üzüntümün içinde bana şaşkınlığı nasıl hissettirebildiniz” diye sorduktan sonra sözün bittiği yere geliyor.
“Bu dünyanın camını, çerçevesini indirmek istiyorum.”
Sahi üzüntünün içinde şaşkınlığı nasıl hissettirebiliyorsunuz?
Babalarını elinden aldığınız çocuklara bu şaşkınlığı niye yaşatıyorsunuz?
Bunca kötülüğü ne ara biriktirdiniz içinizde?
Hrant’ın kızı Delal, acısını anlatırken, acıyı hissetmiş yüreklere seslenerek şöyle diyordu; ”Babam hâlâ o kaldırımda yatıyor, bir el verin de kalksın.”
Bu feryadın karşısında ne söylenebilir?
Emin olun söylenecek ne varsa bir avutmadan ibarettir.
O kadar çok acı yaşıyor, öylesine çok acıya tanık oluyoruz ki tükeniyoruz, tükenip acıya yaslanıyoruz.
Sırtımızı dayadığımız yer belki acıdır, ama o kadar tanıdık ve güvenli ki… Bizden bir parça gibi.
Ve adını çığlığında öğrendiğimiz Tahir Elçi’nin kızı Nazenin Elçi…
Sadece Nazenin için masa başına oturup yazmak istedim. Adını çığlığında öğrendiğim bir insanın acısına ortak olmak, kederli yalnızlığını duyumsamak istedim.
Yazmaya başlarken babasız çocuklardan bir sağanak yağmur üzerime serpiştirdi. Islandım, sırılsıklam oldum.
İnsanlar farklı olsa da acılar aynı… Aynı ağıtlar farklı cümlelerle dile geliyor. Bazen dile gelmeyip en derinlere gömülüyor.
Kiminin içi üşüyor, kimisinin gülüşü göçüyor.
Babasının ölümü Nazenin için çığlık çığlığa bir isyana dönüştü. O acılı yürek babası vurularak öldürülen bir kızın tesellisiyle sakinleşip kendine gelmiş. Bir genç kız usulca Nazenin’e yaklaşarak “benim babam da vurularak öldü” demiş.
Nazenin bir anda sakinleşmiş. Acıların ortak diliyle seslenen birini duymak, onun bu acı karşısında durulmasını sağlamış. Demek ki onun yaşadıklarını başkaları da yaşamış. Demek ki başka yürekler de böyle çırpınmış. Başkalarının eli ayağı da böyle buz kesmiş. Başka çocuklar da böyle kimsesiz, kimliksiz, yapayalnız kalmış, mahşeri kalabalıkların içinde.
“Babam avukatlık tehlikeli derken ne demek istediğini onu öldürdüklerinde anladım.”
“Babamın haklı olduğunu bilsem de tam olarak ne demek istediğini onu öldürdüklerinde anladım. Ama fikrim değişmedi, korkmuyorum.”
“Telefonuma baktım ‘Tahir Elçi öldürüldü’ yazıyordu. İnanmadım. Hâlâ inanmıyorum. O kadar gerçek üstü geliyor ki… Bazen telefonu elime alıyorum babamı aramak için… Ve aramayacağımı fark ediyorum, şaşırıyorum.”
Yüreğinde alev alev yanan o derin düş kırıklığını bir müddet görmezden geliyorsun.
Ve o bildik nasihatler tespih taneleri gibi diziliyor… Aman umudunu yitirme, unutma acı insanı güçlü kılar. Acının üstüne üstüne gideceksin, korkmayacaksın!
Etraf kalabalık, insandan geçilmiyor ama sen kalabalıklar içinde kendini yalnız hissediyorsun.
Yapayalnız.
Seslerine tahammül etmediğim insanlar, yenik düştüğün sorunlar karşına çıkıyor.
Bir başına kalınca birikmiş bütün buruk anılar için ağlıyorsun. Yalnızca akşam serinliğinde değil, günün her saati üşüyorsun. Geceler uzun oluyor, bitmek bilmiyor.
Uykuya sığınıyorsun, uykusuzluktan değil, kimsesizlikten.
Yüreği yüreğime denk düşen bir arkadaşım yakın zamanda babasını kaybetti. O daha başka anlatıyordu içini yiyip bitiren babasızlık acısını.
“Biliyor musun içim üşüyor benim” demişti bir keresinde. Abuk subuk teselli sözlerimle yanında olduğumu söylemiştim. O da hafiften çırpınan bir su birikintisi gibi yalnızlığını anlatmıştı.
Gözyaşlarını tutmak için çabaladıkça sesini yitiriyordu. Sesi duyulmaz oldu bir süre sonra.
Serçelerin yediği ekmek kırıntıları gibi küçük, kırık döküktü cümleleri. Kederini anlatmaya da serçeleri doyurmaya da yetmiyordu.
”Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum…”