Bir kaç hafta önce kendimi Twitter’da otistik çocukların ayrı bir eğitime tutulup tutulmamaları ile ilgili bir tartışmanın ortasında buldum. İlginç olan şu ki iki tarafta kendi haklılığını savunmak için beni ve yazdıklarımı örnek gösteriyordu.
Öncelikle şunu hatırlatmak isterim otizm bir specturum ve biz otistikler öğrenme ve sosyalleşme konusunda öylesine büyük farklılıklar gösterebiliyoruz ki, herkes için bu doğru yada şu yanlış gibi bir genellemenin faydalı olacağına inanmıyorum. Keşke çocuklara seçenek sunulabilse ve ona göre kararı onlar verse, hangi sınıfta kendilerini daha rahat hissediyorlarsa o sınıfa devam edebilseler…
Şimdi size biraz benim eğitim hayatımdan bahsedeyim. Okumayı ve yazmayı kendi başıma öğrendiğim için ilkokula 5 yaşında başladım ve üniversite bitene kadar da okuldan hep nefret ettim. Okul dışında öğrenme ve kendimi eğitme tutkum ise hala devam etse de okula gitmek benim için tam bir kabustu ve hala da öyle…
İlkokul yıllarımda kendimi hep uzaylı gibi hissettim, çoğunluk bunu annemi erken yaşta kaybetmeme bağlamıştı. Evet okuma yazma biliyordum ama arkadaşlarımla hiç anlaşamıyordum, öğretmenimin beni sevmediğini hissediyordum, ama nedenini hiç bilemedim. Yıllar sonra buluştuğum bir ilkokul arkadaşıma “İlkokul öğretmenimiz beni sevmiyor diye çok üzülüyordum” dediğimde, yanıtı tabii ki sevmiyordu oldu. O kadar emindi ki çok şaşırdım. Neden, diye sorduğumda verdiği yanıt da beni çok şaşırtmıştı. “Çünkü sürekli sorular soruyordun ve bazen senin sorularına yanıt vermek imkansızdı, sürekli konuşuyordun, bazen onun söylediklerini ispat etmesini istiyordun, seni ikna etmek imkansızdı, ya da tamamen içine kapanıyordun bu seferde sana ulaşmak imkansız oluyordu. Sen hepimizden farklıydın ve seni anlamak hiç kolay değildi. Belli ki o zamanlardan başlamış, etrafımdakilerle aynı dille konuşamamanın yarattığı problemler. O yaşlarda içime yerleşen acı, yalnızlık ve kabul edilmek isteği teşhis konana kadar hayatımın en belirleyici duyguları olduğu için pek çok hata yapmamada sebep oldu. Öğretmenimin beni sevmediğini hissetmek, arkadaşlarımın beni gruplarına almaması, kendime benzer hiç kimsenin etrafımda olmaması derslerle ve okulla olan ilişkimin içsel olarak tamamen kopmasına yol açmıştı.
Oysa dışardan baksanız görüntü çok farklıydı. Her şeyi çok kolay ezberlediğim için bütün özel günlerde 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim vs. ben hep sahnedeydim. En uzun şiirleri okuyan, terbiyeli, örnek öğrencilerden sayılıyordum, ama yine bütün hayatım boyunca peşimi bırakmayan kulak ağrılarım, sürekli yükselen ateşim, bademciklerim nedeniyle kısıldığı düşünülen sesim ve küçücük yaşımda baş gösteren baş ağrılarım beni yine otizm teşhis konana kadar takip etti.
Evet kitaplar yazdım, eğitimimi tamamladım, aile kurdum ama kırk küsur yıl her hafta hastanelere giderek, sürekli ilaçlar kullanarak, terapiler görerek, hastanelerde yatarak, mutsuz, içine kapanık, çoğu zaman kırgın ve kızgın olarak geçirdim yıllarımı…
Ergenlik yıllarımda her şey çok daha zorlaştı çünkü ben çok daha hırçın, inatçı, dediğim dedik bir hal aldım. Lise yıllarımı kazasız belasız atlatmam benden çok koruyucu Meleğim sevgili Gülümser Marşan sayesinde olmuştur. Eğer o beni o kadar takip etmese ve koruyup kollamasa benim hayatım bambaşka olurdu.
Hem kendi tecrübelerimden, hem oğlumun tecrübelerinden, hem de şu anda Galler’de katıldığım ve yönettiğim Otizmlilere destek guruplarından anladığım ve emin olduğum tek bir şey var; çocukların öğretmenleri ve arkadaşları ile kurdukları ilişkiler onların bütün eğitim hayatını yönlendiriyor.
Bence otistik çocukların en büyük ihtiyacı öncelikle oldukları gibi kabul edilmeleri, sonra kendi gibi olmamıza izin verecek ve onları anlayacak öğretmenlerle eğitim görmeleri…
Emin olun bizler sizlerle aynı dille konuşmuyoruz, o nedenle de kimi zaman araştırmacılar da yanılıyor… Lütfen bizleri dinlerken kendi kalılarınızla dinlemeyin…
Yıllarca sizlerle aynı dille konuşmaya çalışan biri olarak bunun fiziksel ve ruhsal bedelini çok ağır ödediğimin tekrar altını çizmek isterim. Eğer otizm teşhisi konulmamış ve geride bırakacağım bir oğlum olmasaydı bugün hayatta olmayacağımdan emin olun.
Bugün Galler’in ortasında, ulaşımın hiç de kolay olmadığı küçük bir kasabada doğayla iç içe, ama insanlardan uzak bir hayat yaşadığım için sağlıklı, huzurlu ve mutluyum, çünkü artık kendimi maskelememeyi öğrendim. Bence eğitimden daha önemli olan çocukların kendi gibi olmalarına izin vermek, yoksa iyi bir eğitim alsalar bile fiziksel ve ruhsal problemlerinin hiç bitmeyeceğinden emin olabilirsiniz….
Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”