Merhaba dostlar.
Öncelikle teşekkür etmek istiyorum.
Davetiniz için…
İnsan duyarlılığına sahip yürekleriniz için…
Neden buradayım?
Sevgili Hrant’ımıza, canım ahparıma övgüler dizip, bu kapıdan çıktıktan sonra unutmak için olmadığı kesin.
Halkımızın Hrant’a duyduğu sevgiye, saygıya, hayranlığa dair çok şey söylendi söylenmeye de devam edecek…
Ama ben; övgüler dizmenin yanında bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Ölümü asla boşuna olmamalı…
Neyi özlüyordu Hrant?
Halkların kardeşliğini…
Bunu nasıl inşa edebiliriz?
Hrant veriyor formülünü; ‘DİYALOG, DİYALOG’la’…
Bu diyalogun dilini nasıl yaratacağız?
‘BARIŞ’ olacak bu dil…
Diyalog demek; birbirini sadece dinlemeyip duymak demek, duygunlarını empati ile anlamaya çalışmak, ‘Ötekinin’ de acılarını içselleştirmek demek.
Ben neden bu göreve talibim? diye sorarsanız, cevabım şu olur: Yaşamım boyunca gönüllü ferdi olduğum bu göreve, yalnız olmadığımızı, aslında sanılandan çok daha fazla olduğumuzu göstermek adına talibim.
Sadece sözde kalmayıp, çocuklarımızın geleceği adına, kımıldama vaktimizin çoktan gelip de geçmekte olduğuna inandığım için talibim…
Tarihteki koca koca imparatorluklardan geriye bugün hiçbir şey kalmamışken, o imparatorlukların sınırlarını korumak, ya da genişletmek adına milyonlarca gencin, sevdiğinin tenine dokunamadan, baba olmanın keyfini süremeden, kılıçlarla doğranarak, silahlar, bombalarla parçalanarak neden öldüklerini bir türlü anlayamadığımdan talibim…
‘Vakitsiz uçmasın’ diye turnalarımız talibim…
Barış’ın dili ‘İNSAN’ın dili olduğu için talibim…
Turna: Ermeni kültüründe, genç ölümler için bu tabir kullanılır…
Genç bir ölüm duyduk mu; “bir turna daha uçtu” deriz…
Vakitsiz uçmasın turnalarımız…
Hrant’ın tek başına yarattığı dalgaya, heyecana baktığımda, sözün gücüne olan inancımın bir kez daha ve asla sarsılmamacasına benliğime yerleştiğini de belirtmek isterim…
Sokrates, İsa Mesih, Mahatma Gandi, Martin Luther King ve Hrant Dink, sözün ve gerçeğin savunucuları…
Ne yazık ki hepsi de öldürüldüler(!)
Benim en sevdiğim sorulardan biri şudur; ‘Yaşamınızdan daha değerli neyiniz var?’… Üzerinde çok düşündüğüm bir sorudur bu.
İlk anda hiçbir şey sanıyorsunuz değil mi?
Yaşamımızdan değerli başka ne olabilir ki diyorsunuz…
İnanın öyle çok şeyimiz var ki dostlar…
İnsan olmanın onurunu korumak var… mesela… benim ilk aklıma gelen…
Adaletli ve vicdanlı olmak var, tehlikeli mi tehlikeli…
Hrant henüz hayatta iken, onlarca insan duydum ‘Hrant’ın yazdıklarının altına imzamı atarım’ diyen. Bunlardan biri de bendim.
Üstelik benzer içerik taşıyan bir sürü de yazım vardı zulamda…
Hrant ve biz arasındaki fark neydi peki?
Tek şey: CESARET’i
O; konuşuyordu, biz susuyorduk..!
O; yazdıklarını yayınlıyordu, biz saklıyorduk!
Çünkü o cesurdu, bizler ise korkaktık…
Ölümü öylesine bir utanca boğdu ki insan benliklerimizi…
Artık; konuşmamak, yazmamak, susmak, korkmak; aynaya bakamamak demekti…
Utanmak… Utanmak… Utanmak demekti…
‘Yaşamlarımızdan daha değerli’ şeylerimizin olduğunu Hrant ölümüyle bizlere öğretti…
Bu kavgasını bizler devam ettiremezsek, tam da bıraktığı yerden, inandığı ve özlediği halkların kardeşliğini sağlamak için elimizden geleni yapmazsak; Hrant’ın bizlere de, Tuzla kampını ellerinden alanlara seslendiği gibi sergileneceğini duyar gibiyim…
Şöyle demişti: “Helal olsun diyemem ya! Aşk olsun size! Aşk olsun!”
Şayet her geçen gün bu kardeşlik çemberini genişleterek, geleceğe taşıyamazsak, ben de;
‘Aşk olsun bize, insan kardeşlerim! Aşk olsun!’ diyorum…
* Bu yazı, Anjel Dikme’nin Hrant’ın 1. Ölüm yıldönümünde Paris Radio (Gökkuşağı) Arc En Ciel’de yapmış olduğu konuşma metnidir.