Mimar Sinan’ın, yani *Kayseri’li Ermeni devşirmesi Simon’un mimaride, binanın esneme payını hesaplayarak, yüzyıllar önce inşa ettiği eserlerini inceleyerek buradaki tekniği, İstanbul’a gelip ellerindeki listenin başındaki Süleymaniye Camii’sini inceledikten sonra çözüp, ülkelerinde o günden sonra inşa ettikleri binalarda kullanan Japonlar’ın yaptıklarını düşününce, Cumhuriyet döneminde Sinan’ın mezarını açıp (1 Ağustos 1935), kafatasını çıkarıp ölçüp biçerek “Türk” olduğunu ispatlamaya çalışanların hallerini, onların tek ilgilendikleri şeyin Sinan’ın mimari dehasıyla, mimari sanatında keşfettiği yenilikler olması gereğinin aksine, etnik kimliğinin inkârını oluşturabilecek argümanlar peşinde koşmuş olmalarını ANLAYAMIYORUM!
2023 yılındayız ve Türkiye’de on şehir depremle yerle bir oldu. İşin tarafsız uzmanları yıkılan binaların sayısından yola çıkarak, her dairede üç kişinin yaşadığını varsayarak yaptıkları hesaplarla 300 bin kişinin toprak altında kaldığını söylüyorlar. Ve ben tam da burada öfkeme yeniliyor, delirme noktasına geliyorum. O toprakların bir değeri olan Mimar Sinan’ın tekniklerini Japonlar bulup kullanıyor lâkin memleketim insanı bu doğal afeti, ”Allahtandır” diyerek hiçbir tedbir almadan kabulleniyor. Tek olan Allah, tüm insanoğluna aklı veren de aynı Allah’sa, Japon kulu o aklı kullanıyor da neden memleketim insanı bu aklı reddediyor? Bu aklı kullanmayı reddetmek dilinizden düşürmediğiniz Allah’ı reddetmek değil mi? ANLAYAMIYORUM!
Yabancı ülkelerden yardım ekipleri geldi ülkeye. Fransa, Yunanistan, Ermenistan’dan. “Müslüman’ın Müslüman’dan başka dostu yoktur!” yorumlarını okudum bu paylaşımların altında. Yahu toprak altındaki canlarımız zamanla ve soğukla boğuşurken, yardıma gelen bu ekipler sizlerin gözü önünde enkazlardan birilerinin yavrusu, anası, bacısı, babası, akrabası olan insanları çıkarmak için uğraşacaklarken, bunun sadece İNSANİ bir dayanışma olduğunu anlamanın, idrak etmenin, bazıları için neden bu kadar zor olduğun ANLAYAMIYORUM!
İnsan kardeşlerinizin sizlere ihtiyaç duyduğu en zor durumda bile; ruhlarınızı hapsettiğiniz, ötekine duyduğunuz kin ve nefret kıskacından çıkamamanızı ANLAYAMIYORUM!
Acının hiyerarşisinin ve gözyaşının renginin olmadığını hâlâ öğrenememiş olmanızı ANLAYAMIYORUM!
Sizler insansanız ben neyim? Yok ben insansam sizler nesiniz? ANLAYAMIYORUM!
Yardım için seferber olan halkın yardımlarının yerine ulaşmasına engel olan iktidarın aklındaki politik çıkar hesaplarındaki sıradanlığı, kötülüğü, çirkinliği, acımasızlığı ANLAYAMIYORUM!
Toprağın altına canlı canlı gömülen insanların yardım çığlıklarıyla, kilometrelerce uzakta olsam da sanki toprak benim üzerime çökmüş gibi hissedip nefessiz kalırken ben, yüzbinlerce müteahitin olduğu ülkemizde, bu müteahitlerin inşaatlarının yapımı için kullandıklar makinaları, izin, emir beklemeden toprak altında kalan canları kurtarmak için neden seferber etmediklerini ANLAYAMIYORUM!
İnsan hayatının memleketimde neden hâlâ en ucuz şey olmaya devam ettiğini ANLAYAMIYORUM!
Boğaz köprüsünde askerlerin kafası kesildiğinde “Bu halk bunu affetmez, sokağa dökülür. Mehmetçiği en kutsalıdır. Emireri bu çocukların hesabını sorar!” diye isyan ederken, sonrasındaki halkın kabullenişiyle yaşadığım, beni dört yıl sessizliğe gömen kırılmayı o günden sonra bu deprem felaketiyle yeniden ikinci kez yaşıyorum. On şehirde yüzbinlerce insan toprak altındayken, sesleri yeryüzünü sarmışken, yardımları engelleyenlere, geciktirenlere YETER! diyemeyen, isyan etmeyen yurdum insanını ANLAYAMIYORUM!
Yaşanan bu deprem felaketiyle açığa çıkan; toplumdaki dayanışma ruhunu, Hrant’ın cenazesinde açığa çıkan; ötekinin de acısını yüreğinde hissedebilme meziyetini, Gezi’de açığa çıkan; paylaşımcı, örgütlenme ruhunu görüp, yaşadıktan sonra, o atmosferi soluyarak İNSAN olmanın güzelliğini, hafifliğini deneyimledikten sonra, iktidara egemen olanların en korktuğu şey olan barışçı, uzlaşmacı toplum oluşturma potansiyeline sahip bu hareketleri karalayarak, kirletip, sindirme, yok etme hamlelerine nasıl bu kadar kolay kandığını, 150 yıldır aynı politik oyunun tuzağına tekrar ve tekrar nasıl düştüğünü ANLAYAMIYORUM!
1854 yılında Amerika’da beyazların Kızderililere ait bazı toprakları satın almak istemesi üzerine Büyük Şef Seattle belki de tüm zamanların çevre hakkında söylenmiş en anlamlı, içten ve güzel konuşmasında şunları söyler:
“Bu düşünce bize garip geliyor! Eğer biz havanın tazeliğini ve suların parıltısına zaten sahip değilsek, siz onları nasıl satın alabilirsiniz? Biz bunları belki de vahşi olduğumuz için anlayamıyoruz! Güzel kokulu çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir. Geyik, at, büyük kartal bunlar bizim erkek kardeşlerimizdir. Kayalık tepeler, ıslak çayırlardaki damlalar, atın vücudundan buharlaşan ısı ve İNSAN; hepsi aynı ailedendir.”
Uzun konuşmasında sık sık “Belki de biz vahşi olduğumuz için anlayamıyoruz!” der durur. Depremden sonra olanları izledikçe, yazımı yazdıktan sonra ne çok anlamıyorum dediğimi fark edip Şef Seattle’ın vahşiliğinde buluşmuş buldum kendimi. Ben de çağımızın ”vahşilerinden” olduğum için yaptığınız ve yapmadığınız şeyleri anlayamıyorum. Ben ve benim gibi “yaşamseverlerin**“, insani değerlere sahip bilincimizle kahroluşumuzun, “ölümseverler**” için hiçbir anlam ifade etmediğini de bilerek yazıma son veriyorum. Başta yakınlarını kaybeden dostlarım olmak üzere, hepimizin başı sağolsun.
Dipnot:
* Pars Tuğlacı: Osmanlı mimarlığında batılılaşma dönemi ve Balyan Ailesi
xvı. Yüzyıl Osmanlı mimarlık sanatına dehasını vurmuş olan Koca Sinan da Hazine-i Evrak’ta rastlanan bir belgeden Ermeni asıllı olduğu anlaşılmıştır.
BA, Muhimme Defterleri serisi nu.123 s.240
** Eric Fromm: Sevme Sanatı, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı
19.02.2023