İnsan onuru dokunulmazdır. Devlet, insan onuruna saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür.
Bu cümlelerin altılı masanın anayasa öneri metnine girmesinden duyduğumuz sevinç, içinde bulunduğumuz insandışılaşmanın kanıtlarından biridir. Sevinç, sıra dışı şeylere ulaşmakla ilgili bir duygu durumudur; nefes aldığımız için sevinmeyiz mesela. Nefes almak yaşamın vazgeçilmezi olsa da normal hayatımızın rutininde sevinç vermez bize. Çünkü nefes almak hayatın kendindeliğini işaretler.
Toplumların nefessiz kalması ise, onu toplum yapan özelliklerini kaybetmeyle orantılı olmalıdır. Toplumlar nasıl nefessiz kalır?
İnsan gruplarını rasyonel bağlarla bağlayan ve kamu vicdanında kabul gören kurallar sistemiyle idare edilen bir toplum, kendi düzeninde yaşıyor demektir. Başka bir deyişle toplum sözleşmesine uygun yaşanan toplumlarda, bütünün nefes alması için asgari şartların oluştuğu söylenebilir. Bu toplumlarda ana meselenin halledilmiş olması, tali meselelerin çözülebileceğinin göstergesidir. Bu, ayrıca insan teklerinin onuruna uygun bir sistemden haber verir bize. Çünkü böylesi bir uygulama, toplumdaki yurttaşların düşüncelerine ve yaşam taleplerine saygı duyulduğunun işaretidir.
Bunun tersi ise toplumu meydana getiren yurttaşların ideoloji, duygu ve düşüncelerinin yanında talep ettikleri yaşam standardının hiçe sayıldığı ve/ya görmezlikten gelindiği bir düzene işaret eder. Böyle bir yaşam alanında topluma toplum olma özelliğini kazandıran yurttaşların muktedirin bütün arzu, istek ve taleplerine uymaları, bu doğrultudan şaşmamaları dayatılır.
Özneye özerklik vaat eden bir modern toplum hayalinin böylesine dramatik bir noktaya evrilişi elbette tesadüf değildir. Öznenin kendi olmasına olanak tanıyan bir sistemin inşasını vaat eden fakat yeni bir baskı aracına dönüşen modern devleti ve argümanlarını kıyasıya eleştirirken ne yaptığımızı çok iyi biliyorduk: İnsanın kendiliğine perde olan hiçbir dayatmayı hak etmediğini, bu dayatmanın hangi argümanlarla süslü olursa olsun insanî olamayacağını savunuyor, özgürlük taleplerimizi yineliyorduk. Fakat son yirmi yılda bu argümanları araçsallaştırarak güçlenen AKP ideologlarının ülkeyi getirdiği nokta tam bir despotizm oldu. Bu despotizm, kendisini kitlelere dayatmaktan asla gocunmayan, dün söylediğini bugün inkâr etmekten utanç duymayan bir prototip çiziyordu. Yönetim erkini elinde tutan bu prototip, muhalif kitleyi akıl almaz bahanelerle toplum dışına itti, onlara her türlü eziyeti ve insandışılığı reva gördü.
Bu öylesine normalleştirilerek uygulanan bir kötülüktü ki, bu toplumda yaşayan muhalifler narsistik kişilik bozukluğunun ince noktalarını yakından tanıma imkanını buldu. Narsistik kişilik bozukluğu, birlikte yaşayabilmek için özel yöntemler gerektiren bir insanlık durumudur. Bu toplumun ötekisi olmayı göze alan bütün yurttaşlar bu yöntemsel argümanlarla tanışmış oldu.
Kötülüğün ve despotizmin bu denli sıradanlaştığı bir hengamda, ülkenin yarınları için öngörülen anayasa taslağında insan onurunu önceleyen cümle, despotik dayatmalar nedeniyle hayatın sınırlarında yaşayan yurttaşları sevindirdi.
Bu sevinç, aslında utançtır.
Zygmunt Bauman, insan onurunun kendinde değerli olduğunu söylerken çok haklıydı. İnsan ne düşünürse düşünsün, nasıl yaşarsa yaşasın, hangi suçu işlerse işlesin, insan olmak bakımından haysiyetli bir varlıktır ve onuru korunmalıdır.
İnsanın kendinde varlığının ve değerinin bu denli süfli bir derekeye düşürülmüş olması, hepimizin utancıdır.
Yönetim erkini elinde tutup onu bırakmak istemeyenler zaten kendinde kötüdürler. Her durumda güç kaybını önleme ve iktidarını sürdürme gibi bir amaca kilitlenenlerin insandışılaşması üzerine tartışmaya pek gerek yoktur. Asıl tartışılması gereken, Paulo Freire’in tabiriyle, bu insandışılaşmaya izin veren ve boyun eğenlerin durumudur.
Bu bağlamda içinde bulunduğumuz kokuşmuşluğun sorumluluğundan kurtulabileceğimizi zannedenler yanılırlar. Böylesi bir yanılgıyla acılarından güç devşirmeye çalışanların insandışılaşmanın sınırlarını aşabileceği şüphelidir.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”