Covid-19 salgını bu yüzyılda yaşayan insanları dehşete düşürmüşse de pandemi tarih boyunca insanların başına çok sık gelen, alışkın oldukları bir dehşetti. Modern çağ, tıp bilimindeki gelişmeler özellikle aşının bulunması Pandemileri aşamalı olarak ortadan kaldırdı. Suçiçeği, kızamık, veba gibi yüz milyonları öldüren hastalıklar bugün yok. Her pandemi dönemi toplumsal krizlere, tuhaf toplumsal deliliklere de neden oldu. Bunların kayıtları var.
Doktor Paracelsus 1530’larda bu kolektif deliliklerden birisini şöyle aktarmıştı: “Strazburg dans salgını”. 1518 yılının temmuz ortasında, yalnız bir kadının, evinin dışına çıkıp birkaç gün boyunca sarsılmasıyla başladı. Bir hafta içinde, onlarca kişi daha aynı karşı konulamaz dürtüyle ele geçirildi.
Evet, veba pandemisinde ortaya çıkan ‘Dans Çılgınlığı’ bir gerçekti. Kalabalıklar meydanlarda, sokaklarda sabah akşam dans etmeye başlamıştı. Ama bu ‘eğlenceli’ bir dans değildi. Anlatılanlara göre insanlar zombi gibi dans ediyordu, bazen yorgunluktan düşüp bayılıyorlardı.
Dans çılgınlığı Avrupa’nın başka yerlerinde başka tarihlerde de ortaya çıktı. Tek tuhaf fenomen de değildi. 1300’lü yılların ikinci yarısında ortaya çıkan Flagellants (Kamçıcılar) elli ila üç yüz adamdan oluşurdu ve kasabaları dolaşarak kendilerini kamçılarlardı. Kilise ve meydanlarda birbirlerini zincirlerle ve kırbaçlarla döverek yaralarlar, kanlı gösterileri kalabalıkları kendinden geçirip çığlıklar attırırdı. Vebayı durduracak ve insanların zarar görmesini engelleyecek kutsal bir görevleri olduğuna inanan kamçıcılar, Yahudi katliamlarında da kışkırtıcı olarak rol aldılar.
Bu kolektif delilikleri tetikleyen en önemli şey; salgınların nedeninin bilinmemesiydi. Salgınlar bu yüzden Tanrı’nın insanları cezalandırması şeklinde algılandı. Halk bu tuhaf ritüellerle kefaret ödüyordu.
***
Bugün hastalıkların nedenini biliyoruz. Tıp ve bilim o kadar gelişti ki artık genetik müdahalelerden söz eder olduk. Ama yine de son pandemide çağa uygun, ‘Kolektif Delilik’lerin yeniden üretildiğine şahit oluyoruz. Hastalıkların nedenlerini biliyoruz belki ama bu, ölüm tehlikesinin ortaya çıkardığı kaygı ve korkuyu gidermeye yetmiyor.
Bir de Post-Truht çağı gerçeği var. Bilgilenme kaynakları o kadar çok ve çeşitli ki, uluorta yayılan bilginin herhangi bir doğruluk ve bilimsellik kriterinden geçirilmesi çok zor. Bilgi filtresiz akıyor.
Bu bağlamda pandemiden sonra ortaya çıkan “Aşı Karşıtlığı” neredeyse birçok ülkede toplumsal bir tepki hareketine dönüştü ve ciddi bir etki merkezi haline geldi.
Dünya’nın birçok yerinde örgütleniyor, eylem yapıyor, insanların aşı olmaması için çağrı yapıyorlar. Bazıları savlarını ‘aslında pandeminin olmadığı’ iddiasına kadar götürüyor. ABD’de sosyal medyadaki komplo teorileri ile beslenen Trump yanlısı milliyetçi Qanon akımına çok benziyorlar. Aşı Karşıtları da benzer şekilde bir takım ‘Komplo Teorileri’ni temel alarak örgütleniyor.
Bunlardan bazıları:
“Koronavirüs aşısı insan DNA’sını değiştirecek”
“Koronavirüs salgınını Microsoft’un kurucusu Bill Gates milyonlarca kişinin vücuduna izlenebilir mikroçip yerleştirmenin kılıfı olarak yarattı”
“Anne karnındaki 3-6 aylık bebekler kürtajla alınıp bedenleri aşı çalışmaları için kullanılıyor”
Kısa bir Google araması yapıp bu iddiaların bilim insanları ve kurumlar tarafından defalarca yalanlandığını görebilirsiniz. Ama bu iddialar yine de binlerce yerde defalarca ‘doğru’ olarak paylaşılmaya devam ediyor. İlginç bir şekilde komplo teorisyenleri de iddiaları doğrulamak için ‘bilimin statüsünü’ kullanmaya çalışıyor. İmzalarda ‘Araştırmacı, Doktor’ etiketlerini sık sık görüyorsunuz. Ama bakıyorsunuz Doktor, coğrafyacı çıkıyor ama virüs üzerine otorite gibi konuşuyor.
***
Bu çılgınlık bir pandemi dönemi eğlencesi olsa görmezden gelinebilirdi. Ama sonuçları çok ağır. Doktorlar ülkemizde hastanelerde yatan Corona hastalarının %90’ının aşısızlar olduğu söylüyor. Aşı karşıtlarına inanıp aşı yaptırmayan, bu nedenle ölen genç insanlar var.
Ama fikir özgürlüğü?
Yahudilerin öldürülmesi gerektiğini vaaz eden Nazilere o ‘özgürlüğü’ tanır mıydınız? İnsanların hayatlarını elinden alan ‘fikirler’ de üretilebilir. Benim önerim şudur: Toplumsal sağduyu harekete geçmeli; bu ‘fikirlere’ karşı Hukuk ve demokrasi sınırları içerisinde önlemler alınmalı. Çünkü sessiz kalmak işlenen suça ortak olmak anlamına geliyor.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”