Ekonomide yaşanan son şokların aslında içinde bulunduğumuz otoriter siyasi rejimin, ekonomik alanda mutat tezahürleri olarak görmek ve olan biteni özetlemek açısından son derece doğru bir görüş açısı olur.
Olur, çünkü 2018 Haziran seçimleri sonucu Türkiye 1. Tanzimat döneminden beri yüz elli seneyi aşkın bir tecrübesi ve geleneği olan parlamenter siyasi rejimden ilk kez kendinden menkul bir başkanlık rejimine geçti.
Bu siyasi rejimin anayasal değişiklikler 2017 yılında kabul edildikten sonra süren pek çok tartışmalar arasında “bu yeni sistemin ekonomi üzerindeki etkileri” bulunuyordu.
Gerçi işin siyasi tarafı o günlerde tartışmalarda daha fazla öne çıkmış olsa da yeni dönemin yani başkanlık sisteminin ekonomi üzerindeki etkileri pek çok iktisatçı tarafından “olumsuz olur” şeklinde değerlendiriliyordu.
Oysa o günlerde Erdoğan yaptığı açıklamalarda “bu yeni sistemde istikrar kalıcı hale gelerek hızlı karar, gecikmeyen icraat ve etkili yönetimle ekonomik büyüme ivme kazanacak.” diyordu.
Bu sözlerden doğru olanı evet, icraat gecikmiyordu ve hızlı kararlar alınıyordu, bunlar doğruydu ama bu çeviklik siyasi alanda olduğu gibi ekonomik alanda istikrarı kalıcı hale getirmeyi bırakın, ekonomik büyüme açısından yerinde sayan ve geriye doğru giden sonuçlar ortaya koyuyordu.
Bunlardan bir tanesi orta gelir tuzağı idi.
Milli gelir artışı bir seviyeye kadar getirilmiş ancak o seviyede sıkışarak daha ileriye doğru gelir artışı durmuş ve hatta hızla geriye doğru gelir kaybı yaşanmıştı.
Örneğin üst üste yedi yıl artış gösteren milli gelir 2013 yılında kişi başına 12.582. USD kadar çıkarak cumhuriyet tarihinin en yüksek kişi başı milli geliri olurken, 2020 yılında 8.597 USD düşmüştü…
Yine ha keza 2013 yılında GSMH 958 milyar USD/Yıl seviyesine kadar çıkarak tarihi bir rekor kırarken, aynı GSMH 2020 yılında 730 milyar USD/Yıl seviyesine gerilemişti.
GSMH 2021 yılında yıllık 700 milyar USD altında olması tahmin ediliyor.
Bu ekonomik durumun oluşmasında başkanlık rejiminin etkilerinin yanı sıra son zamanlarda dış faktörler, küresel salgın ve ABD merkez bankasının sıkı para politikası rol oynamış olsa da, yerel kararlar ve uygulamaların yanında bu faktörlerin etkisinden söz etmek eksik olur.
Çünkü bu negatif faktörler sadece bizi değil tüm dünya ekonomilerini etkileyen faktörler olarak biliniyor.
Ne oluyordu peki?
Türkiye ekonomisi neden ihtiyacı olacak kadar büyüyemiyordu?
Ekonomi neden küçülüyordu?
İşsizlik ve yoksulluk neden artıyor ve daha kalıcı duruma geliyordu?
Bu ve benzer sorulara verilecek ortak cevap; Türkiye ekonomisinin teknolojik alt yapısı ve iş gücü kalitesi, verimli ve kaliteli bir ekonomik büyüme için oldukça yetersizdi.
Yetmez!
İthalata mahkum bir ihracat yapısı onu daha da rekabet edebilir bir ekonomi olmaktan çıkarıyordu.
Öyle ki mesela tarımda buğday ithalatı yapmazsa ihtiyacı olan ekmeği bile yeteri kadar üretemeyecek duruma düşmüştü.
Evet, başkanlık sistemini topluma anlatırken “hızlı karar alma ve gecikmeyen icraat” dediler.
Ancak haksızlık yapmayalım bu anlatılanlar sadece köprü, oto yol ve kamu binaları ihalelerinde işe yaradı.
Şak diye karar verip, tak diye yaptılar.
Dolara endeksli ve hazine garantili KÖİ projelerini hayata hemen geçirdiler.
Bu projelerle hazineye dolayısıyla halkın vergilerine uzunca bir dönem el koydular.
Evet…
Kendinden menkul ve dünyada tek bir örneği olmayan “cumhurbaşkanlığı hükümet modeli” demokrasi ve hukuk devletine son verirken ekonomi için de aynı kötü sonuçları veren bir keyfi yönetim şekli olduğunu ispatlamış oldu.
Son olarak Eylül ayı PPK toplantısında politika faizlerinin düşürülmesi sonucu döviz kurlarında görülen fahiş artış devam eden aylarda da sürdürülünce ve bir de buna Erdoğan’ın “faizleri daha da düşüreceğiz” açıklamaları eklenince kur artışlarında adeta bir patlama yaşandı.
Bu gelişmelere aynı zamanda bir de ekonomik model tartışmaları eklendi.
Tartışma yine AKP sözcüleri üzerinden seslendirilen “düşük faiz, yüksek kur ve ihracata dayalı büyüme” gibi özetleniyordu.
Çin modeli olarak sunulan bu model tartışması sürerken, diğer yanda Merkez Bankası kur artışlarına müdahale etmeyi sürdürüyordu.
Bu ne perhiz, buna lahana turşusu misali bir durum ortaya çıkmıştı.
Erdoğan’ın yaptığı açıklamalardan öğrendiğimiz kadarıyla merkez bankası bu süreçte beş kez kur artışına müdahale etmiş…
Diğer kaynaklar ise bu yapılan müdahaleler sonucu banka, piyasalara arka kapıdan kamu bankaları üzerinden on milyar dolar aktarılmış oluyordu.
Şimdi…
Gelelim kara 20 Aralık akşamı ve 21 Aralık gününe…
O gün bakanlar kurulu toplantısı var. Ve toplantı bir türlü bitmiyor.
Ta ki saat akşamın yedisine kadar sürdürülüyor. Yani bankalar ve döviz büfelerinin kapanması için kasten böyle yapılıyor.
Sonuçta Erdoğan tarafından yapılan açıklamayla “kura endeksli mevduat hesabı” gündeme geliyor. Aynı saatlerde kamu bankaları piyasalara veya kime olduğu belli olmayan yedi milyar dolar para aktarıyor. Diğer yandan iktidar medyası üzerine düşen taşeronluktan geri durmuyor ve dolar kuru 18.30 seviyelerinden sabah 11.50 seviyelerine geriletilmiş oluveriyor.
Bu olanların tam olarak adı; hükümetin piyasalara ve vatandaşlarına karşı kurduğu provokasyondur.
Sonuçta ne olmuştu?
Çin modeli falan çöpe atılmıştı.
Faiz sebep, enflasyon sonuçtur tezi ortadan kaldırılmış, mevduat faizleri dövize endeksli olarak arttırılmıştı.
Peki Nas suresi şartı yani “Nas var benden başka bir şey beklemeyin” diyen Erdoğan şimdi ne diyor ve ne oldu? Bu konuda ilmi ve dini bir açıklama bekliyoruz.
Son olarak kur ve faiz oranlarının Merkez Bankası’nın belirlediği yani Erdoğan’ın belirlediği bir para politikası döneminin kapıları açılmış, dalgalı kur rejiminden vazgeçilerek sabit kur dönemine adım atılmış ve piyasa ekonomisine rahmet okunmuş oluyordu.
Şimdi…
Bu süreçte Merkez Bankası kendinin olmayan, kendine emanet bırakılan on milyar doları daha piyasaya sürerek ilave borçlanmış oluyordu.
Oysa Amerikan Merkez Bankası (FED) bu konuda dünyaya örnek bir açıklama yaparak dolar faizlerinin 2022 yılında üç, 2023 yılında da yine üç kez arttırılacağını daha bugünden açıkladı.
Yani FED faiz artışlarının hangi günlerde olacağı daha bugünden belli…
Ahlak ve hukuk sahibi devlet budur işte…
Darısı başımıza diyelim…
Yeni yılınızı erken seçim, yeni bir iktidar ve yeni ve özgür yaşam için iyi bir başlangıç olsun dileklerimle kutlarım…
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”