Dide Nur
İnsan insanın kurdudur derler ya hani, sözüm ‘Yurt’ olanlara. Kurtlardan başı döndü dünyanın.
Yurt olmayı bilenler lazım.
Güzel bakmayı kendine şiar edinmiş insanlara sözüm. Kötü duygu, kötü zan, öncelikle kendi nefsine zarar ziyan. Hüsnü zann, ademi itimat bize tavsiye olunan. Kırıldı güven, kalmadı itimat. Çok şeyde yıkıldı artık. Toparlanmak hayli zaman alacak, belli. İnsan, öncelikle bunu istemeli. Ve istemek hiç bir dönem bu kadar zor değildi.
İnsan, zaman yorgunu. Verdiği emeğin, üzerine titrediği her şeyin neticesinin koca bir hiçlik ve boşluk olduğunu gördüğü an ile, bugünün arasında geçen zamanın yorgunu. Ömrünce gösterdiği çabanın değip değmediğinin, muhasebe yorgunu. Birebir uğraştığı, hatta ömrünü bir arada geçirdiği halde sesini duyup, gönlünü duyuramamış olduğunun, farkındalık yorgunluğu. Sanırım en ağırı da bu. İşte şimdilerde herhangi bir açıklama lüzumu dahi hissetmeden, kırıldım demeden, tek kelime etmeden kendi kabuğuna çekilmesi sevdikleriyle muhabbeti kesmesi bu yüzden. Sevdiklerini bir başına koymak. Sorular yumağında bırakmak. Kendi kabuğuna hapsolmak. Ve kopmak hayattan. Yaşamak, o andan itibaren, sadece sayılı nefesi tamamlamak. Gönlün gönle mesafesi başkaca nasıl anlatılabilir ki. Bir takım yaşanmışlıklar, inanmışlıklar sonrasında beklediği, aradığım bu değildi “Sanmışlığı” kendince, asıl yorgunlukların temeli. Kocaman bir boşluk. Meczup misali bir hoşlukta insan, kendini arayan. Ne yapsa içindeki boşluğu dolduramayan. Yarının ne getireceğini bilmeden, bir sonraki dönemeci göremeden yürünen bir hayat yolu, sonu belli. Sonu belirleyen ise, insanın iradesi ile çizmeye gayret gösterdiği kalb istikameti. Ve bu istikamet üzre sabit kadem, denge üzre devam edebilmesi o kadar. İşte, bu yolculukta insan, sebepler planında yalnız ve kimsesiz.
Umutsuzluk değil, lakin ufuktaki çizgi göründüğünden de uzakmış. Ve insan bunu en iyi kendi hayat yolculuğunda anlarmış. Umudunun, ufkuna yürürken kendini yolda bulacakmış deselerdi dün, ne diyor bunlar meczup mu? Derdim. Şimdilerde yolcunun ben olduğumu keşfettiğimden beridir durgunum, duruldum. Seyrü seferdeyim. Kimi zaman Leyla’yım başım göklerde, kimi zaman Mecnun’um çöllerde, bu hali farkettirene olan mecz halimle başbaşayım, yalnızım. Yorgunum, bir o kadar kırgın. Fakat nefes adığım sürece yaşamak gibi bir yükümlülüğüm var görüyorum. Ya bu kaosta kendimi bilinmezlik girdabında salıp kaybolacağım. Yahut sorumluluklarımın bilinci ile yeniden tutunup hayata, umuduma yol alacağım. Bir vakit neye imza attığımı bilmeden tercih ettiğim hayat yolum ikiye ayrıldı dünler de. Şimdi o tek, ben ise emanetlerimle birlikte.
Numulerinin bu dünyada, asıllarının ukbada olduğu inancına sahibim. Ve bu dünyadaki tercihlerimin ötelerde çok farklı boyutlarda önüme geleceğini düşünmekteyim. Zerre miskal yapıp ettiğim ne varsa, hesabının er ya da geç bir büyük mahkemede görüleceğini hissi, içimdeki Adalet mekanizmasının temeli. Ve bu inanç beni ben yapan değerlerimi korumayı, her daim temkin ve teyakkuzda kalmayı öğütlüyor.
Evet insan, insana imtihan. İnsan insana kurt. İnsan insana yurt. Tercih senin, tercih benim. Nefsim adına, ne imtihan, ne de kurt geçinenlerden olmayı hiç istemedim. Zati fıtratım müsait değil. Yurt bildim sinemi. Ve tüm samimiyetimle iletiyorum dileğimi en Sevgiliye.
Yurdun, kıymetini bilenlere hemhal eyle beni, kalan ahir ömrümde.