Dide Nur
Ne vakit güneş yüzünü gösterse, ısıtsa azıcık toprağı, nazlı bir gelin edasıyla süsler kendini kâinat. Hele ki çiçek açmışsa dallar, ılık bir meltem rüzgârı da varsa seherde, kendi lisanıyla eşlik eden bir zikir başlar yeryüzünde.
Bir uyanış… Dingin bir hava vardır dışarda, esen puslu havalara inat. Oturur o vakit balkona yahut bir cam kenarına kulak kesilir, dalar uzaklara. Bakar gönlünün daldığına. Çünkü göz mesafesi uçsuz bucaksız değildir şehrin sokaklarında. Gönül mesafesi öyle mi ya! Gözünü kapattığında nerede olmayı hayal edebiliyorsa o an orada. Bazen bir bulut olup süzülmek, bazen ılık bir meltem olup sevdiğinin yüzüne boynuna değip geri gelmek bile mümkün o hayalin içinde. Kuş olup uçmak, gidemediğin diyarlara kanat çırpmak. Neden sonra gönlünden geçen ile elinden gelenin çaresizliği içinde kalakalmak.
Öyle ya gerçek hayat diye bir durak var. Herkes orada nefes almak durumunda. Çalışmak, bakmak, okumak, dokumak ilmek ilmek, oturmak ve dinlemek. Hayatın içindeki özne kendinsin, bunu idrak etmek. Rahvan at misali koşuyor dünya ve içindekiler. Öyle hızlı bir döngü var ki etrafımızda kimsenin durup durulup birbirini dinlemeye, kimsenin kimseyi anlamaya vakti yok. Ülkenin içinde bulunduğu hâl, yaşanan rahatsızlıklar, sel, deprem gibi afetler, bireysel dertler, dertsizlikler, aman sendecilikler, üst perdeden gelen söylemler kendi küçük dünyasına döndürdü sanki insanı. Yavaşlattı. Bir taraftan kendini dinleyip düşünürken, diğer taraftan insanları izliyor, tahammül gücünün yettiğince dinliyor veya es geçiyor. Bazılarını dinlerken boyut atlıyor, bazıları beyni tırmalıyor.
Katlanamadığını fark ediyor sonra. Öyle ya cehalet, yobazlık, bağnazlık en son ne vakit bu kadar özgüven bulmuştu sokaklarda, devlet denen mekanizmada? Ne vakit ezici bir güç olmuştu? Kendince oluşturduğu bir bakış açısı var aslında. Fakat o açının darlığına hapsolmak istemiyor. Bakış açısında sabit olanın, orada saplanıp kalanların dünyasında yeniliğe, yenilenmeye geçiş yok. Yenilenmeye kapalı bir zihnin ötekine saygısı da yok görüyor. Dar edilen bir coğrafyada bazen nefessiz kalıyor insan bu handikaplardan. Şaşırıyor, hâlâ şaşırabiliyor. Çünkü yitmemiş içinde bir şeyler. Ümit ışığını yakanlar var hâlâ toplumda. İnsan, yepyeni diller keşfetmeli. Birbirine uzanan köprüler kurmalı. Ayrıştırmanın nirvanasını yaşadığımız şu afet zamanlarında bir olmanın yolunu kendi içinde bulmalı. İç ses hangi duygusuyla nefes alıyor ise o nefesi sesine taşımalı.
Birikmiş asırlık öfkeyi, hasedi, sevgisizliği, kini, nefreti içinde kazdığı mezara gömmeli ki hortlamasın bir daha. Merhametin, şefkâtin, sevginin, saygının, aşkın söyleyeni olmalı. Duyguların seslerinde hayat bulduğu bir sanatçı gibi, varlığı baştan aşağı yeniden renklendiren “Ressam”ın boyası gibi olmalı. Etrafına aldırmadan içindeki güzel duyguların enfes renkleriyle boyamalı. Bulmalı ki, bozulsun gözle görünmeyen, var olan kötülükler. Düzelsin insana, insanca bakabilmeyi içinde yitirmemiş iyiler. Ve yine yeniden boy versin öbek öbek kardeşlikler.
Not; Değerli okuyucu, İslam Aleminin en kutsal ayı Ramazan-ı Şerifinizi tebrik eder, hayırlara, güzelliklere vesile olmasını, tüm dünyadaki zulümlerin durmasını Rabbimizden niyaz ederim.