Gökhan Yavuzel
“Mala taparsan mallaşırsın,” demiş ve eklemişti, İlyas Salman:
“Aşkı, şiiri ve kavgayı bilmeyen insandan hayır gelmez. Çünkü dünyada aşık olunacak çok güzel, uğruna şiir yazılacak çok güzellik ve kavga edilecek çok onursuz var.”
Bu ilk çıkarımdan güce tapanlar gücün esiri, iktidara tapanlar ise iktidarın kölesi olur, tespiti çıkar. Kişi her neyin uğraşı içindeyse kendi irade ve aklıyla hareket etme sorumluluğunu üstlenebilmelidir. Başkasının aklı ve fikrine tüm iradesini teslim ediyorsa bağımsız değildir, modern bir köledir.
Özellikle toplumların estetik, düşünce ve üretkenliğini üstlenen sanatçılar özgür ve muhalif olmak durumundadır. Sanatçı, aksaklık ve yanlışlık olduğu için muhaliftir. O, bugünün dünyasını onarmak ve daha fazla güzelleştirmek için sosyal sorumluluklar alır. Üstünkörü muhalif değildir, o neyi niçin savunduğunu bilir, gücün ve zorbanın karşısında halkının yanında olabilendir. Savaş yerine barışı; toplumsal düzensizliğe karşı huzuru; yıkım karşısında ise umudu ve mücadeleyi besler.
Zülfü Livaneli, Serenad isimli romanında, Bütün iktidarlar öldürür. tespitini yapar. Tarih konusuna hakim olanlarda tasdik eder ki, kan dökmemiş bir iktidar henüz peydah olmadı.
Ancak iktidarın tabi olduğu sistem, yönetim biçimi ve halkla olan ilişkileri potansiyel yaklaşımın ölçüsünü belirler. Ulus-Devlet’çiliğin radikal hali şovenizmi ve onun üst aşaması olan faşizmi doğurur. Baskı, medya sansürü ve fikir özgürlüğünün kısıtlanması gibi sebepler buna örnektir. Daha somut olması açısından Türkiye örneğini vermek yanlış olmayacaktır. Burada sanatçı, mevcut iktidarın baskı ve tektipleştirmesine karşı özgür iradesini ortaya koyma yolunda dirençli olması elzemdir ki sanatçıyı özgün kılan en temel özelliği de bu olsa gerek. O, halkının kanayan yarasına melhem olabilmeli, hiç değilse bozuk koşulları düzeltmek adına çaba verebilmelidir. Sadece mevcut konjenktüre karşı teorik önerileri ve tartışmalarıyla sınırlı kalmamalıdır, en zor koşullarda bile pratiğiyle bunu destekleyebilmelidir.
İktidar öldürme aracına dönüşmüş ve farklılıkları dışlayıp imha etme sürecinde bir diktatör doğuyorsa o devletin sonu gelmiş demektir. Keyfivari yönetim modeli uzun ömürlü değildir, ancak despotizmin farkına varmadığı; öfkesiyle meşru ve azınlıkta da olsa bilinçli, muhalif devrimci bir halk kitlesi doğmuş ve karşı hamle için uygun ve nesnel koşulları beklemektedir. Bu karşı çıkış elbette ki, icab etmesi halinde iktidarın koruyucu güvenlik ve kurumlarını imha etmek için silahlı ve kanlı bir taktik doğuracak, sonu gelmez düşünülen iktidarın sonunu getirecektir.
Bu aşamada etkin ve üretkenliğini halktan almış sanatçıların tercih, söylem ve pratiği halkın gücünü ve iktidarın çaresiz yenilgisinin teşhisinde güçlü bir faktör olarak önümüze çıkmaktadır. Ona düşen misyon; halkçı reformlar ya da devrim öncesi, kitlelere haklı ideolojik bir eğitimin ve öğreticiliğin zeminini oluşturmak ve bilinç aşılatmaktır. Bazı doktrinlerin ya da zamansız kalkışmaların yeteri kadar kitle oluşturamamış olmasının nedenleri; bir önceki yenilgilerin temel sebepleri sayılmakla birlikte partisel olgunluğun, ideolojik yoğunluğun ve politik derinliğin hayata geçirilememiş olmasına bağlanabilir.
İktidar cephesi, bir zor kullanma aracı olarak düşünüldüğünde bugün özellikle Türkiye’de gelmiş olunan bütün baskı, yıldırma ve öteki yahut öteki düşünen ve iktidar ile aynı düşünmeyen bireyler üzerinde de ciddi baskılar söz konusudur. Hayatını zindanlarda veya diasporada geçirmek zorunda kalan insanların mücadele ve üretkenlik alanını zayıflatacağını düşünen yönetimin gözden kaçırdığı diğer husus; bu insanların zor koşullarda daha dinamikleştiği, etki alanını genişlettiği, politik ve sanatsal hakimiyetini büyüttüğü gerçeğidir. Bu gerçeklik içinde; diktatörü, despotu veya tiranı devirecek en nitelikli güç sanattır…
Bu kanlı, aldatmacalı, sömürü ve katliamlarla dolu geçmiş oluşturan iktidarlar kadar suçlu bir diğer cenah ise bazı soytarıların parti ya da sivil toplum kuruluşları himayesinde solun ve hatta ülkenin en gerçekçi sanatını üretenler olduklarını iddia etmesi, bununla da yetinmeyip kavramsallaştırdıkları bazı sol literatürlerle devrime hizmet ettiklerini vurgulamaları, iktidarın ortaya sunduğu politikaların sadece terimlerini değiştirerek destek vermeleri ve halktan yana tutum almamaları, opürtünist kavramın belki de en somut temsilcileri görevine soyunmuş olmalarıdır. Buna karşın sesini yükseltmeye çalışan Toplumcu-Gerçekçi sanatçıların, güçlü medya organlarının olmayışı ve toplumun çoğunluğuna ulaşmasını sağlayacak araçlardan mahrum olması, baskı ve yıldırmalarla boğuşması gibi sebepler popülist akımın yandaş ve fırsatçılığını üstlenen kesimlere karşı kaybı biçiminde yorumlanabilir, ancak bu; ne gerçek, ne rasyonel, ne de kabul edilebilirdir. Çünkü talihin tersine döndüğünü ve tekerrür edeceğini tarihsel olgularda destekler.
Sonuç olarak, sanatın ve sanatçının eğitsel ve kültürel yönü mücadele alanlarını kapsayacak, zorba ve dikta rejimlere karşın en yüce silah olarak bilinç düzeyine tesir edecektir. İktidar cephesinin kullandığı ve kullanacağı meşru olmayan araçlar, onların gücü ve üstünlüğüne rağmen yenilgiye uğrayacaktır.