Dide Nur*
Alın bu korkuyu benden. Alın ki nefes alayım yeniden. Yerine güveni koyun harcı sevgiyle, aşkla yoğrulmuş. Temeli sağlam olsun, yıkılmasın.
Ne çok ölüm koktu sokaklar. Ne çok ölüm esti hava. Sevmek kadar coÅŸkun bir duygu nasıl oluyor da nefrete dönüşüyor? Daha dün sevgiyle aÅŸkla hayat vermeyi düşündüğün, nefesin olurum dediÄŸinin nefesini kesen olabiliyorsun. Dünya kadına, kız çocuklarına, bebeklere dar ediliyor. Nasıl kıyıyorsunuz bir cana? Nasıl kıyıyorsunuz gözünüzü dahi kırpmadan? Nasıl vazgeçebiliyorsunuz, sizin hayata gelmenize vesile olan canlıdan… Hani hayat ana rahminde baÅŸlardı, ruh bir inanışa göre ana rahmine düştüğün kırkıncı gün üflenirdi. Dokuz ay dünyada kullanacağın tüm uzuvlarını tamamladığın misafirhanendi hani, annenin bedeni unuttun mu? Her kız çocuÄŸu bir anne adayı, nerde kaldı anaya hürmet ve saygı?..
Farkında mısınız korkuyor artık kadınlar, sevmekten. Korkuyor kalplerindeki sevginin suistimal edilerek görmezden gelinmesinden.
Farkında mısınız korkuyor artık kadınlar, sevmekten. Korkuyor kalplerindeki sevginin suistimal edilerek görmezden gelinmesinden. Çocukça duygularını, sevgiyi sunma şekillerini, hayallerini paylaşmaktan vazgeçti kadınlar. Keyif uğruna daldan dala konarken yorulan bireylerin toptancı bakışlarından, geçmişin hesabının hiç hak etmeyen kendilerinden çıkarılmasından bıktılar. Kadınlar bastırıyorlar artık duygularını, hislerini örtüyorlar. Güzelliklerini, coşkularını, şen kahkahalarını gizliyorlar gördükleri, yaşadıkları çirkinlikler yüzünden. Ekranlarda sadece bedeni ve işlevi üzerinden yer almaktan. Bir küfür objesi gibi her söylemin içinde bulunmaktan. Sadece bir duygunun tatmini gibi sunulmaktan. Kadın kendini, kendi oluşturduğu hapishanesinin içine hapsediyor farkında mısınız?
Ansızın kaybolmalardan, parçalanarak öldürülmekten, sokak ortasında evladının gözü önünde bıçaklanarak vurulmaktan. Ölenin öldüğü yerde unutulmasından, çoÄŸunun kayda dahi girilmeden yitip gitmesinden. ErkeksileÅŸiyor kadınlar, daha sivri dilli, daha maskülen, daha pervasız. Ve bile isteye yalnızlaşıyor. Hele bir de kendi ayakları üzerinde durabilme yetisi, kabiliyeti var ise kimseye eyvallah demiyor. Aileden vazgeçiyor kadınlar. Onlar da günlük hazların cezbesine ayak uyduruyor, onlar da bireysel rahat yaÅŸamın büyüsüne kapılıyor. Aile olmak sorumluluk almak her iki taraf için çekilmez gibi geliyor bir süre sonra. DoÄŸurmaktan korkuyor artık kadınlar, anne olmaktan. Modern hayatın yoÄŸunluÄŸu ve yorgunluÄŸu, hızlı yaÅŸam, teknolojinin geliÅŸmesi… Hayatı kolaylaÅŸtırdığı halde, çok yerde mental yorgunluk oluÅŸturan düğmeler arası, stresli günlük yaÅŸam, çok ÅŸeyi aldı elimizden hissettirmeden.
Oysa böyle mi olmalıydı! Toplum dediğin temelinin sevgiyle harmanlandığı, saygı üzerine kurulu ailelerden oluşmuyor muydu? Bir ırk, bir ülke, bir şehir, bir köy, bir belde, gelenek, görenek, kültür aile çatısı altında nesillere aktarılan bir gen değil miydi? Neyi kaybettik, kaybediyoruz hiç düşündünüz mü?
Düş yolculuÄŸumda zihnime gelen bir kaç ayrıntıyı paylaÅŸmadan bitirmeyeyim. Åžu an kaynağını hatırlayamadığım “Varlığın adı Muhammed ise, soyadı Muhabbet” gibi nezih bir ifade çınlıyor ruhumda uzaklardan. Sonra ötelerden sesleniyor bizim Yunus “Biz gelmedik kavga için, bizim iÅŸimiz sevgi için, dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldik.” Ve ilave ediyor KaracaoÄŸlan ardından “Yalnız taÅŸla duvar olmaz.” Evet yalnız taÅŸla duvar, ev, aile, sınıf, toplum, ÅŸehir, ülke belde olmuyor, olunmuyor. Yalnızlık yüce Yaratıcı’ya mahsus. Elbet uzmanları daha farklı teÅŸhisler koyacaktır ama dar dairemde hissettiÄŸim, kalbime gelen ÅŸu; modern dönem insanı geçmiÅŸten bugüne taşınan kine, öfkeye, düşmanlıklara ve zulme kısacası düz kötülüğe, yobazlığa karşı bir tür yenilgi, pes etme veya yorgunluÄŸa baÄŸlı istikametini deÄŸiÅŸtiriyor. Tüm bunlar bilinçli bir ÅŸekilde yavaÅŸ yavaÅŸ toplumda yerini alıyor. Sev(e)miyor artık insanlar birbirlerini. Derinden muhabbetin kalesi evlilik dediÄŸimiz kurumun çatısı çöküyor, içeriÄŸi bir ÅŸekilde boÅŸalıyor. Ä°nsan muhabbetini insanda deÄŸil hayvanda, kuÅŸta, aÄŸaçta, doÄŸada varlıkla olan temasında gideriyor. Bazıları ise sanatın herhangi bir dalına tutunup kendini toplumdan soyutluyor. Belli bir inanca sahip olamayan ve içine temel insani deÄŸerleri yerleÅŸtirememiÅŸ olan kimseler ise sapkınca ritüel, oluÅŸumlar içine girip fanatiklik boyutunda korkunçluklara imza atıyor.
Sevmiyor artık insan, insanı. Kendince haklı nedenlerden dolayı. Oluşturduğu kalıpları doğru biliyor. O kalıpların içinde var oluyor. Muhataplarıyla konuşmadan, konuşma lüzumunu dahi hissetmeden güven krizine giriyor. Var ettiği dünyasına kilitliyor kendini. Ve bilmem asıl tehlikenin farkında mıyız; yeni gelen nesil, çocuklarımız mutlu aile nedir, nasıl olur görmeden büyüyor. Çocuklarımız muhabbetten, sevgiden ve aşktan bi-haber. Her gün birbirine küfreden, bakışların dahi, birbirini ötekileştirdiği bir topluluk da büyüyor. Dünya, insanlık, sevgiye, aşka, muhabbete muhtaç. Muhtaçlığını fark etmeden, her geçen gün pohpohlanan çıkar kavgalarının arasında can çekişiyor.
Dünya nereye gidiyor, insanlığımız nerede kayboldu bilmiyorum. Sadece birey birey, hane hane beldelerin üzerine göğüs kafesimde kanat çırpan güvercinlerimi salmak istiyorum. Kanatlarında sevgi tohumlarını taşıyan. Tohumları ile tüm dünyayı yeniden sevgiyle sarıp sarmalayan …