Meltem Arıkan
Dört duvar arasında yaşamaktan, gelecekteki mutlu günler için anları, mutsuzlukları kabullenmekten, yaşamı kovalamaktan ve hiç yakalayamamaktan yorulmuştu.
Gitmeler vardı içinde
Bilinmedik renklere
Tanışık olmadığı iklimlere
Duyumsamadığı kokulara
Çok ama çok uzaklara
Sözcüklerini anlamadığı
Müziğini duymadığı
Yabancılara yabancısı
Hiç kimse bile olmalara
Koşturmak istiyordu
Çırılçıplak
Düşüncesiz
Geçmişsiz ve kimliksiz
Her zamanki gibi sadece durup camdan bakıyordu. Eskiden camdan baktığı zaman bir şeyler görürdü, oysa şimdilerde gözleri hiçbir şeyi seçemiyordu. Lekeler, kıpırtılar, noktalar, virgüller, blörlenmiş renkler ve ağırlaşan hareketler…
Dışarısı mı içine yansıyor yoksa içindeki duygular mı dışarısını algılayışını değiştiriyor, karar veremiyordu. Yaşam alanı bir cinayet mahalli gibi sarı bantlarla işaretlenmiş ve kimse o bantları aşıp içeri giremiyor ve kendisi o bantları aşıp dışarı çıkamıyordu. Bantlanmış alanına içinden dışarıya bakmaktan da yorulmuştu artık.
“Gerçekleri kabul et” diyordu içinde kalın ses. Net, sert ve tartışmasız ama gerçeğin ne olduğu artık çok belirsizleşmişti. “Bu yaşından sonra nereye gideceksin ki, bunca yıldır mahalleni bile terk etmeyen sen…
Macera?… O kadar cesur değilsin?…”
Gitmeler vardı içinde
Yabancı ellerin olduğu yerlere
Yabancı gözlere
Yabancı gülümsemelere
Bilinmedik tecrübelere
Ve giderken…
Unutmak hislerini
Silmek korkularını
Güvenebilmek bilinmezlere
Yoksa kendiyle gidemezdi ki…
Kendine rağmen gidebilmek
Gitmeler bilinmedik mevsimlere
Onun için artık tek bir gerçek vardı. Doğduğu an ve öleceği an. Onun dışındaki anların sürekli değiştiğini biliyordu artık. Duygular, algılar, düşünceler sürekli gerçeği yeniden yapılandırıyordu ve gerçek sürekli değişiyordu. Şimdinin gerçeği, anıların gerçeği, onun gerçeği ve başkalarının gerçeği ve gerçekler birbirleriyle hiç örtüşmüyordu. Gerçek gerçek değilse eğer neyi kabul edecekti? Tükettiği yıllarını mı? Beklemekten kendini bir ağaç gibi hissettiğini mi? Evet evet kendini ağır bir meşe ağacı sanıyordu. Olduğu yere mahkûm, öylece durması gereken… İstese de hareket etmesi olanaksız. Ve için için kuruyan. Ne dallarında kuşlar var… Ne sincaplar yuva yapmış yapraklarının arasında ne de papatyalar açıyor köklerinin gölgesinde… Yaprakları bile gitgide renklerini kaybediyor. Bir inanabilse adımlarını attığında serüvenlere açılabileceğine…
Bildik yaşamın mutsuzluğuna rağmen alışkanlığın rahatlığından vazgeçmek. Bilinmezlerin heyecanını bastıran hayal kırıklığı korkusuna gözlerini kapayabilse… Hayal kırıklığı bilinmezlerle mi oluşur yoksa hayal kırıklığı bile bile mi yaşanır? Serüvenlere atıldıkça kendimizi daha mı iyi tanırız yoksa serüvenlerle kendimizden daha mı çok kaçarız… Gitmeler kendimizden mi gitmektir yoksa gerçekten yeni başlangıçlara özlem midir?
Kalmalar direniyor içinde
Aynı yatakta uyanmak
Aynı havayı solumak
Aynı camdan görmeden bakmak
Aynı geçmişi aynılaştırmak
Aynalardan kaçmak
Aynalara sığınmak
Aynaların aynılığında
Saklanmak, sığınmak
Ve hep ve hep ve hep
Direnmek…
Kendine
Mutluluğuna
Değişmeye
Ve kendini
Yine yeniden yaratmaya
Yaratabilmek için
Yıkmaya cesaret etmek
Kalmalar direniyor içinde
Kalmaları
Lime lime doğramak
Geçmişler
Yansıyanlarla
Yansıttıklarıyla
Keskin bir bıçakla
Kesip atmak
Ve gitmelere kucak açmak
Kalmalar dirense de içinde…
Küçük korkak bir sincaptan farkı yok. Hem her yeri keşfetmek istiyor hem de bantlarla belirlenmiş alanın dışında çıkmaktan ölesiye çekiniyor. Birazcık burnunu çıkarmaya kalksa, etrafından gelen ilk gürültüyle koşa koşa kaçıyor. Küçük bir sincap kadar ürkek… Oysa hep yunuslara özeniyor… Okyanuslarda özgürce gezen, şarkı söyleyen, gülümseyen, aşk yapan, korkusuz yunuslar gibi olabilse… Oysa yüzme bile bilmiyor… Bilmedikleri hep bildiklerine yeniliyor… Bildikleri birbirine eklendikçe kalın bir zincire dönüşüyor…
Camdan bakarken yine o ufak tefek kızı görüyor. Belirsizlikler içinde sürekli beliren yeşil sırt çantasıyla gözlerinin ışıltısı odasına kadar gelen o ufak tefek kız… Kısacık saçları, üstüne bol gelen cepli pantolonu, renkli kazağı ve asker botlarıyla gelen ve kısa süre sonra giden o ufak tefek kız…
Komşularından öğrenmişti kızın hikâyesini. Sürekli seyahat ettiğini, başka başka ülkelere gidip geldiğini. Ailesinin çok endişe ettiğini, kızın başına buyruk olduğunu duymuştu kapı arası konuşmalarda. Ve konuşanların gözlerinin içindeki sisi görmüştü kızın parıldayan gözlerinin aksine. Kızın gözleri pırıl pırıl. Dudaklarında umursamaz bir gülümseme ve rahatsız edici bir meydan okuma… Kız sırt çantasında, tüm dünya ile birlikte kendisini de taşıyor. Korkusuz, heyecan dolu. Ve heyecanı rahatsız ediyor. Durağan yaşamları… Yaşam alanlarındaki sarı bantları…
Camdan bakarken özendiğini itiraf ediyor kendine. O ufak tefek kız olmak için çok geç diye düşünüyor. Ayrıca kendisi o kadar büyük ki… Koca bir meşe ağacı… Adım atamayan, sesini çıkaramayan, için için çürüyen, yine de cesareti olmayan…
Gitmeler ve kalmalar arasında
Bir camın önünde
Düşüncelerle tüketilen yaşam
Gitmeler ve kalmalar arasında
Korkularla örülen ağlar
Heyecanlara kapatılan kapılar
Gitmeler ve kalmalar arasında
Sığınılan mutsuzluklar
Anıların içinde boğulan anlar
Gitmeler ve kalmalar arasında
Sıkışmış, nefessiz, tükenişler
Gitmelere direnirken
Kalmaların ağırlığı
Kalmaları kabul etmişken
Gitmelerin kışkırtmaları
Gitmelere kulak kapattıkça
Kalmaların sağırlığı…