Dide Nur
Geceden beri usul usul iniyor rahmet damlaları. Sokakları, ağaçları, yaprakları tek tek yıkadı. Az evvel açtım penceremi her bir yaprak pırıl pırıldı. Cama düşen damlalar sanki birer pırlantaydı.
Var olan her şey kendi ahengi içinde mükemmel.
Doğanın kendi içindeki dengesine müdahale edilmediği sürece ilk öğretmen o olabilir bize. Hissederek bakıp gördüğümüz müddetçe. Her sokağın bir ismi, her baktığının bir zikri olabilir.
Her gün geçerken o sokaklardan istemsiz bir tebessüm yüzüne ve yüreğine yerleşir. O tebessüm sendeki vefanın remzidir. O vakit konuşur kenardaki ağaç, konuşur toprak, konuşur köşe başında bekleyen kedi. Seni kendilerinden bilirler, dertleşirler. Kiminde notaya döner bu hâl, kiminde büyülü bir tabloya.
Son zamanlarda her şey tepe taklak, her şey allak bullak. Renkler, izler, söylemler havada uçuşuyor. Sözde birbirine teması olmadan, bir halkanın içinde dolanıp duruyor. Herkeste haklı bir yorgunluk, bir bıkkınlık var. Durdukları her an oldukları yeri bozan, dokundukları her şeyi kurutan bir sistemin kötülüğü aslında hepimizi yoran ve usandıran.
Dünden bugüne değişmeyen, nesilden nesile aktarılan amalarımız, yarınlarımızı karartıyor. Yarınlarımız, dermanımızdan çalıyor. Kimsenin kimseyi dinlemeye, “Gelin hep birlikte karanlığa bir mum yakalım” demeye mecali kalmamış. Biriken kin, nefret ve öfke engel bir arada oturup muhabbet etmeye. Her mahallenin
içinde birikmişlik var. Söylenemeyenlerin ağırlığı, muhatapların sağırlığı susturuyor. Herkes bir çözüm arayışında. Herkes sihirli bir el dokunsun her şey yerli yerine otursun beklentisinde.
Oysa istemektir, sihirli değnek. İsteyen insan çabalar. Gayret eder. Ne istediğini bilen insanın bahanesi olmaz. Bakışı sabit olanın dilinde amalar bulunmaz. Yoldakilere, bahanelere, fısıltılara kulak asmaz. Ne istediğini bilen insan herkesi dinler fakat kalbinin rehberliğinde ilerler. Kalbinin rehberliğini reddeden aynı zamanda mutluluğunu erteleyendir. Çözümün kendinde başladığını göremeyecek kadar da kördür. Değişim dediğimiz hadise toplumdan değil kendi içimizden başlar öncelikle. Farkındalık gerek sadece.
Daha düne kadar başkaları ne der kalıbıyla büyütülen bir nesiliz biz. Bundandır kendi öz fikrimizi dillendiremeyişimiz. Öyle suçlu büyütülmüşüz ki; bir sorun varsa eğer bu bizden kaynaklanmış! Bu bizim beynimize kodlanmış. Hele doğduğun, büyüdüğün kasabayı, şehri hiç terk edemediysen, ideali olan örnek birileri ile karşılaşmadıysan, o kalıptan çıkmak mucize gibi. Dönüp dolaşıp defalarca hiç usanmadan bir hata mı yaptım dememiz, hep kendimizden ödün vermemiz, kapılar kapanmasına rağmen eşikte beklememiz bu yüzden.
Halbuki dönüp baksak bizim gittiğimiz kadar kim gelmiş bize göreceğiz. Oysa o suçluluk duygusuyla dönüp bakmayı bile kendimize çok görenlerdeniz. Dönülecek kapı, af dilenmesi gereken makam ortada iken yönü şaşırtanlara takılıp kalmışız. Bu yüzden kendimizin farkına geç varışımız. Şimdi dön bir bak kendine ne değişti içinde. Olaylara bakış açın hâlâ kendince mi, bizzat gözlemleyerek, araştırarak ve inceleyerek mi? Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir dönemde “Kültür Cahili” olmak yerine araştırarak gerçekleri bulabilir, kaynaklarından hadiseleri yorumlayabiliriz. Düne kadar dayatılan ne varsa araştırabiliriz. İdrak yollarımız tıkalı, körü körüne bağlı değilsek tabii.
Fikrimiz fikrimize, zikrimiz zikrimize uymak zorunda değil. Ben türkü seviyorken, sen opera dinleyebilirsin. Sen al rengi severken ben mor diyebilirim. Mühim olan senin beni, benim seni olduğumuz gibi kabulümüzdür. Olmasını istediğimiz ve beklediğimiz gibi değil. Zamana bırakalım o her şeyi çözer demek de artık çözüm değil. Çünkü ne kadar zamanımız var bu hayatta o bile belli değil.
Bilmem farkında mıyız biz birbirimizle uğraşıp, didişirken koca bir yaşamı ıskalıyoruz. Yazının başında girişini yaptığımız tüm güzellikleri teğet geçiyor, yaşamaktan lezzet alamıyoruz. Güzel görüp, güzel düşünemiyoruz. Göremeyenler olarak kendi içimizde bocalayıp duruyoruz. Sizce de bir şeyleri değiştirme zamanı gelmedi mi?
Niye daha fazla bekleyelim ki.
Haydi…