Bedros Dağlıyan
Düş yorgunuyum. Usumda, eski fotoğraflar, hayli eskittiğim ancak çekiminden kurtulamadığım anılarla yürüyorum geleceğe… Bildiğimi sandığım, öğrenmede çok zaman harcadığım pek çok şeyi unuttum. Pek çok şey konusunda, şimdi daha da çaresizim… Belki zamanın çok gerisindeyimdir; biliyorum zaman çok hızlı ve acımasız.
Kendini beğenmiş bir insan değilim. Bazılarının bu güdüsü, her yıl yeni bir deri gibi kendini yeniliyor. Gururlu muyum? Elbette. En gururlu insan her zalim liderden nefret edendir diye düşünüyorum. Yani, kimsenin peşinden gitmeyendir, diye de ekleyebilirim.
Dışarıdayım. Yüzlere, o göğe bakamayan insanlara bakıyorum. Görüyor musunuz? İnsanların başı hep yerde. Kimsenin, gerçeği söyleyecek ve haksızlığı haykıracak gücü yok. Her halk bir diğeriyle anılarını paylaşıyor. Kendi acısının, diğerlerinin acılarından daha zor geçtiğini sanıyor, üstelik…
Dicle ya da eski adıyla Tigris öyle eski zamanlardan beri akıp gidiyor ki, biz sadece baktığımız ânı yaşıyoruz. Oysa o nehir akarken, nice güzel anılar yaşamış o coğrafyanın insanları; bir o kadar da acılara gark eden zalimlikler elbette.
Eski sararmış bir fotoğrafta tonton bir adam ve babam var Dicle kenarında… Beraber demleniyorlar. Neşeyle anlatırdı babam. Babamın dedesinin Dicle kenarında karpuz bostanları varmış. Her gün dedesiyle eşeğe binip bostana gider çalışırlarmış. Dede, gün serinliğinde bostana gelenlerle sohbete, dut rakısı, peynir ve karpuzu da katarmış; vakti kerahet geldi diye. Karpuzu üstten yuvarlakça keser. Sonra da bütünden ayırmadan dilimlerlermiş. Babam anlatırdı işte. O dilimleri yaptıktan sonra üstten bir yumruk indirirmiş karpuza; ortada çekirdeksiz bir sütun oluştururmuş. Sonra da diğer kısımları Dicle’ye atıp, âleme devam ederlermiş.
Yok, bu gün acı fotoğraflara bakmak istemiyorum. Neşeli güzel anları yaşamak, onları anımsamak en iyisi olmalı…
Ah, Levon dedem bize Sivas’a geldiğinde bir askerlik arkadaşına rast gelmişti de nasıl sevinmiş, nasıl da sevinçten ağlamıştı. İkisinin birlikte çektirdiği fotoğraf beni o günlere götürmüştü işte; askerde yaşadığı acılar ve askerlik sonrası ailesini yitirdiğinde çektikleri, şöyle dursun; ben ikisini kahkahaların eşlik ettiği sohbetleriyle anımsıyorum.
Bir fotoğraf, Fiyodor Amca ile Osman amcanın kaldıkları yaşlılar evine giderken geçtikleri sokakta, beni pencerede gördüklerinde, fötr şapkalarıyla selamladıkları zaman çekilmiş. Nasıl da mutlular. Oysa ikisi de hayatlarının en acı dönemlerini hatıralarından uzun süre çıkaramamışlardı.
Eski gazetelere, eski fotoğraflara, haberlere bakıyorum. Nuriye ve Semih öğretmenin açlık grevinde birbirine sarılmış umut dolu güler yüzlü fotoğrafları nasıl da güzel bakıyor bizlere… Oysa şimdi bırakın gülmeyi nefes alacak halleri yok. Bu mutlu fotoğraf bizlere sevinç ışığı, onlara bu zalimliği reva görenlere ise nefret duygusu hissettiriyor olsa gerek…
Şair Levent Karataş ve Şair Nisa Leyla ile birlikte şiir konuşurken çektirdiğimiz fotoğraflar nasıl da güzel anları gösteriyor. Ha keza ‘Serbest Düşmeciler’ adlı şair ve yazar grubumuzun birlikte çektirdiği fotoğraflar da güzel anları bir kez daha yaşatıyor bana ve objektife bakan diğerlerine…
Şiir bizi umutlandırıyor olsa gerek…
Son kez bir internet fotoğrafı düşüyor ekranıma… Ampute Futbol Milli Takımı’nın İngiltere karşısındaki o güzel mücadelesi sonrası ellerinde kupa ile gururla gülerek poz vermeleri; mücadelenin, azmin ve çalışmanın nasıl başarıyı getirdiğinin kanıtı olarak görülüyor. Bütün organları sağlam olanları düşündükçe, üzülüyorum.
Kudüs’te ağlama duvarı insanların acıyla yüzleştiği yer olmalı. Oysa sevincin, mutluluğun paylaşıldığı bir duvar ne çok şeyi değiştirirdi.
Aynı trende, ayrı vagonlarda gidiyoruz geleceğe… Kimimiz yataklı, kimimiz kuşetli, kimimiz ikinci hatta üçüncü mevkide… Kimi ağlamaklı, kimi gülerek bakıyor pencereden mendil sallayanlara. Kimi dünyadan her alacağını almış, kimi yaralarını görünmez yerlerinde taşıyor.
Egemenler ne zaman ağızlarını açsa barış diyesi var; ancak ağızları savaştan şişmiş sözcüklerle dolu nefretle açılıyor ha bire…
İnsanların, o yoksul biçarelerin, omzuna dokunup ona her şeyi nasıl yapacağını anlatacak bir tanrıya ihtiyaçları var.
Gülmeye de…