Dide Nur
İnsan kendinden olana düşman. Bir kere daha görmüş olduk. Menfaati uğruna vazgeçemeyeceği hiçbir değeri yokmuş bazılarının. İnsan olmanın, insanca yaşamanın, insan kalmanın erdemini yine kurban verdik.
Yaşanan onca acıdan ders almak yerine iradeyi teslim ederek vazgeçtik hayallerimizden. Hesap soracaktık, normalleşecektik, ders alıp ezber edecektik ama olmadı. Canla başla mücadelesini sürdürenleri tenzih ediyorum. Canla başla istikrarsızlıklarının devamını sağlayanları da tebrik ediyorum. Çünkü sizin birleştiğiniz kötülük çatısı altındaki kadar birleşmeyi başaramadı iyiler. Bölündüler. “İyi olanlar vazgeçmiş…” denmişti, bütün gülleri çaldıkları söylenen bir şarkıda. Belki de birbirlerinin oluşturabileceği iyilik halkasının gücünden şüpheye düştüler. Başarabiliriz sesleri cılız kaldı. Tüm gücünü ülkenin hücrelerine kadar yerleştirmiş argümanları, adamları yeterli gözdağıydı. Sinilmedi belki ama korkuldu. Korkmakta haklıydı bazıları, zira söz hakkı dahi tanınmadan yıllarını parmaklıklar ardında geçirenler vardı, hâlâ var biliyoruz. Bu yüzden “Gecenin olmuş gündüzler…”
Ciddi bir irade gerekti bu handikaptan çıkmak için. Erdem nedir, etik nedir, liyakat kimindir? Onurlu yaşamanın bedeli nasıl bir şeydir? Tüm bunlar için nelerden vazgeçilir içine sindirmek gerekti. Demokrasinin içine sinmediği yüreklerde ve toplumlarda erdem aramak yanlış mıydı peki? Değildi elbet denenmeliydi. Öyle ya demokrasi, mücadelesi olmadan kazanılacak bir şey değildi. İnsan ne için yaşadığını, ne uğruna yaşlandığını itiraf edebildiğinde bulur hayat bilmecesinin çözümünü. Eğer isterse… Şimdiden sonra bir dönüp bakalım içimize, biz ne umuyorduk, ne bulduk? İstediğimiz şey için ortaya ne kadar gayret koyduk, ne kadar çırpındık mesela… Ne kadar el uzattık bizden olmayanlara, kapılarımız ne kadar açıktı onlara. Dilimizin evet dediklerine, gönlümüzde ne kadar yer verebildik. Ötekiler demeden ne kadar kucaklaşabildik. Bunu başarabilen bir kesim vardı. Dün olduğu gibi bugünde dayak atılacağını, tekme tokatlarla dövüleceklerini bilmelerine rağmen yine vazgeçmediler, sokaklarda sabahladılar. Dayağı yiyen taraf oldular ama sözlerinden caymadılar. Tercihlerini korudular, çaldırtmadılar. İstikrar nasıl olurmuş gösterdiler.
Adları yoktu onların, haindi, sözde teröristi, şucu idi, bucu idi; oysa onları birleştiren dünlerde bizden çok önce geçtikleri acılarının can yangını idi. Yara yarayı bilirdi, çok eskiydi. Eski yara yine ustaca deşelenmişti. Bunu en iyi onlar bilirdi. Verdikleri kayıplar belliydi o yüzden her şeye ve şarta “rağmen” sabahlara kadar sokaklarda beklenildi. Tedavi gerekti. Ve bunun yolu sevgiden, barıştan, kardeşlikten, demokrasiden geçmekteydi. Daha güzel olsundu beklediğimiz.
Daha iyiydi hedefimiz. Olmadı diye vazmı geçeceğiz. Elbette hayır. Oturup yine konuşacağız. Yatırıp masaya bakacağız nerede hata yaptığımızı. Bireysel olarak ele alacağız eksikliklerimizi. Ne kadar istedik özgürlüğü, ne yaptık çocuklarımızın yarınları için. Ne kadar istedik doğruluktan ayrılmamayı, hakkımız olmayanı bizden uzak tutmayı. Ne kadar dikkat ettik mesela, kendimiz için istediğimiz adaleti başkaları için de talep etmeyi. Ne kadar sakındık kötü ve kötülüklerden. Uzaklaşabildik mi, kirli ve pis olan şeylerden. Bizden dolayı zarar gördü mü kimse? Doğru bildiklerim genel miydi, bana göre miydi, etik olan hangisiydi? Öyle ya bana doğru gelen sana doğru olmayabilirdi. Bir orta yol bulmak için oturup konuşabildik mi, yok hayır benim dediğim dedik, benim doğrum doğru diyerek çekildik mi köşemize. Hak benim, hak benim bildiğim deyip kestirip attık mı, hak bilinen yolda anlamak için yol aldık mı? Herkesin tercihine saygı gösterebildik mi? Hele ki şartlarımızın aynı olmadığı mecrada empati yapabildik mi?
Hayat bize emanetti. Canımız, evimiz, eşyalarımız, yediğimiz içtiğimiz tüm her şey emanetimizdi. Daha dün asrın felaketi deprem sonrasında emanetlerimi paylaştığım kardeşlerimin hâli niceydi. Onların yerine koyabildim mi kendimi. 6 Şubat’tan bu yana değişen iklim şartları altında ceset kokularının arasında uyanmak nasıl bir hâldi. En özel ihtiyaçlarına ulaşamamak bir yudum suya muhtaç olmak nasıl bir şeydi evdeki musluğumdan 7/24 su akarken. Hayattaki bazı tercihlerin bir anlık ihtiyaç boşluğundan geçerek verildiğini taa içimin derinliklerinde hissedebildim mi? Sahi insanlığım bana bugünlerde neyi hangi amaç için yaptığımı fısıldayabildi mi? Birilerine faydam dokunduğunda beklediğim karşılık kimdendi! Sahi bir kardeşimin, bir yavrunun, bir ailenin derdi görülsün iyilik havuzunda eriyip gitsin, benim “niyetim” değil miydi? Niyetimi sorgulayabildim mi? Hemen hemen her gün görüştüğüm deprem bölgesindeki gençlerin yılanlarla, çıyanlara beraberiz çadırlarda demeleri benim ne kadar gündemimdeydi. O şartlarda yapılan tercihleri onaylamasam bile anlayabildim mi?
Yahut resmi rakamlara yansıtılmayan vefat sayılarının yerine hâlâ hayattalarmış gibi ithal gelen kişilere oy kullandırılabilme olasılığını hesap edebildim mi? Çok basit bir hesapla bire birde 12 il etkilenen 50 bin resmi rakam ölü sayısı verilen ya kayıt altına dahi giremeyen ölümü belgelenemeyen binlerce insan…. Hepsi bir ihtimal dahilinde olan bu gerçekleri anlık öfkelerimize kurban etmemek lazım diye düşünüyorum. Ve herkesi bir an olsun düşünmeye davet ediyorum.
İnsan dört mevsimden ibaret. Yaşadığı şartlar, geçirdiği olaylar insanın içindeki mevsimi yansıtırlar. Kimi ben baharıyım yarınlarımın deyip bağrında baharı yeşertiyor. Kimi öfkesi, nefreti ile zemheri olup donduruyor. Kiminin hırs ve hasedi yakıp kavuruyor. Neden insan kendine bunu yapıyor. Kimseden ithal değil duygularımız. Kendi içimizde kendi mevsimini yaşarken dışarıya bunu yansıtan varlıklarız. Bir de şunu unutmamalıyız. Biz birbirimizin aynasıyız. Var olan ve ağır basan duygularımız ne ise onunla bakıyoruz çevremize. Bakışlarımız bizi ele veriyor. Hangi erdemler varsa içimizde onunla hareket ediyoruz. Karşılık olarak neyi sunarsak insanlığımız adına onu buluyoruz. Unutmayalım doğanın kanununda ters giden bir şey yok. O kendine düşeni an be an yerine getiriyor. Yaz ortasında donduran da insana ait duygular, kış ortasında yakıp kavuran da. Doğa değil insan mevsimleri yok ediyor, yaşanmaz kılıyor.
Şimdi yine yeniden bir eşiğin önündeyiz. Bir olup birlik olursak eşiği geçebiliriz. Fikirlerimiz birbiriyle örtüşmek zorunda değil. Aynı bahçenin gülleri de olmayabiliriz. Farklı olana saygı duymak yeterli. İyilik ve güzelliklerin devamı, ülkemiz, evlatlarımız için el ele verebiliriz. Geleceğimiz adına bu topraklara ekilmek istenen kötülüğü sürüp köklerinden, yerine baharın iyilik tohumlarını ekebiliriz.
Bugüne kadar başaramadığımız, başaramayacağımız anlamına gelmiyor. Amasız fakatsız herkes kendi kapısının önünü, kendi yüreğinin içini süpürmeli. Bir anne eli değmeli. Şefkat ve merhamet oralara yerleştirilmeli.
Sizi bilmiyorum ama ben vazgeçemiyorum. Vazgeçen kaybedendir onu biliyorum. Şu satırları bile inandığım yolda bir adım sayıyorum. En iyisini ve güzelini isterken, iyilik ve güzelliğin benim hâlim fıtratım haline gelmesini diliyorum. Gayret ediyorum. Kolay mı elbet değil. Ama deniyorum. Bir yol çizilmiş önüme, usul usul emin adımlarla ilerlemeyi seçiyorum.