Sessizlik içinde acı çekiyorum…
Bu acının ortaya çıkardığı fevkalade olgunluk, geçmişin kötümser anılarını tamir etmeye yetiyor mu, bilmiyorum.
Anlatmamayı, kimseyle dertleşmemeyi daha münasip buluyorum. Her anlatış ve her paylaşımın daha büyük sorunları da beraberinde getirdiğini biliyorum.
Senin çözebilme gücün yoksa başkasının çözüm sunma ihtimali daha zayıf. Kimseden acımı ve içimde birikmiş duygusal köhnemişliği hissetmesini beklemiyorum, buna gerek de yok.
Yazılarımda duygularımı ifade etmeyi daha çok seviyorum. Çoğu zaman farklı tür yazım türlerini yazmayı denesem de. Açıkçası ruh halime göre yazmayı tercih ediyorum-ya da tercih etmeliyim.- Çünkü koşulların verdiği hissi dayatmayla da yazıyorum çeşitli konularda. Ama bundan keyif alıyor muyum, onu da bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Ama edebiyatımı çok yönlü üretmeyi yeğliyorum.
Edebiyat ayrı bir konu elbette, birçok yazı türünü içeriyor. Bütün türlerinde rüştünü ispat etme kabiliyeti zayıf, ama bir kaç türünde ehlileşme şansı var. Özellikle deneme türü, duygu ve düşüncelerini serbestçe yazma olanağı sunduğu için daha fazla özgünleşme olanağını yaratıyor.
Neyse, konumuza dönelim…
Penceremden dışarıyı izliyorum. Yağmurun şiddeti, rüzgârın hızını artırıyor. Bu durum duygusallığımı ve duygusallığın kaynaklandırdığı noksanlığı daha çok burkmama sebep veriyor. Sonbahar da kamçılıyor aslında, ama kışın başlamasıyla müthiş bir içine kapanıklık dozunu yükseltiyor. Çoğu bozuk anıların yaşanmışlığı bu mevsimlere mi denk geliyor, yoksa deliliğimden mi kaynaklanıyor bilmiyorum…
Yazmak eylemi biraz da deliliği barındırıyor benim için…
Şu an bile yazarken ellerim titriyor, sigarayla bastırmaya çalışıyorum, nafile. Keyifli bir titreme hali ama. Beynim geçmiş ve şimdi arasında mekik dokuyor, gerçek hayattan kopuk bir ruh halini yaşıyorum.
Sorunlar bu hayat da hiç bitmeyecek bir olgu. Herkes için nasıl bir baş etme sorunsalı bilmiyorum ama benim için çoğu zaman hep bir bastırma metodu sundu. İşe yaradı mı peki?
Anlık rahatlamalar dışında derdime derman olmadı. Zaman içerisinde daha farklı metotlar denedim, anladım ki, hafızayı silme gibi bir ihtimalim olmadığına göre, bununla yaşamayı öğrenmem gerekiyor. Bir şeyler yapabilmek ve hatta yazabilmek için bile koşulların iyi olmasını beklerdim hep, ama gördüm ki, koşullar hiçbir zaman bana rahatlığı vermeyecek. Koşullara karşı koşul gütmeden yazmayı öğrendim. Çünkü rahatlamanın tek yolunun anlatmak değil, yazmak olduğunu fark ettim. Mutlu olmuyorum elbette, ama rahatlıyorum. Rahatlamak, uzun zamandır öncelikli sorunum oldu, mutluluk gibi bir kavram için çaba vermiyorum artık. Bu koşullarda mutluluk dilemek, büyük bir lüks benim için.
Yok olmamak için yazıyorum belki de.
Sait Faik demiş ya ”yazmasaydım deli olacaktım.” diye.
Pek akıllı da sayılmam ya… Ama yok olmanın verdiği delilikten daha az deliyim en azından…
Türkiye’deyken yazdığım her iki kitabımda yayından kaldırıldı, satışları durduruldu. Birçok dergi ve edebiyat sayfaları ise yönetimden çekindikleri için yazılarımı yayımlamıyor artık. Mevcut zırtapoz yönetim, benim gibilerini hazzetmedikleri ve ele de geçiremedikleri için bu yollara başvuruyor. Kitap ve yazılarımdan elde ettiğim fıtri miktardaki kazançlarıma da el koyarak, zihinsel yönden bitirmeyi amaçladılar; Bir yönüyle amacına ulaştılar, ama tamamen değil…
İyi de oldu esasında, artık daha özgür yazıyorum. Yayınevlerinin veya yayın organlarının törpülemesine takılmıyorum. Bu da bir rahatlama yöntemi çünkü belirsizliklerden arındırıyor az da olsa…
Bütün kötü yaşanmışlıklar, acı tecrübesini yaşattırdı bana. Şüphesiz bu tecrübe olmadan yazamazdım, iyi bir okuyucu olurdum en fazla…
Acıların, bilgi ve yazma yeteneğiyle birleşmesi böyle bir sonuç ortaya çıkardı. Acının yaşı olmaz, yaşanmışlıklarına göre yaş alır insan…
Kelimelerle raks etmeyi severim, onlara kendi kanadımdan yeni anlamlar katmayı da. Çoğu okuyucum bilir bunu. Yoğun acıların tercümesi mi bu, yoksa farklılık gözetme telaşı mı, ya da deliliğimden mi bilmiyorum. Bilsem ne olacak ki…
”Bir ah çeksem dağı taşı eritir.” demiş, büyük saz şairi Karacaoğlan. Ruhu şad olsun.
Sevgi ve dostlukla…
Gökhan Yavuzel