Türkiye, LGBTİQA+’lar için Avrupa’nın en kötü ikinci ülkesi. LGBTİQA+’lara yönelik homofobik, transfobik söylemler, ayrımcılık ve nefret suçları, translar söz konusu olduğunda daha vahim hal alabiliyor. Translara yönelik nefret saldırıları ve cinayetlerinin toplumsal ve politik olduğu inkar edilemez.
Rachel Hebun Özdemir, trans kadın, Kürt, Suruç Katliamı’ndan yaralı olarak kurtulan bir aktivist, vicdani retçi, antimilitarist kimliğiyle devletin ötekisi diyebileceğimiz muhalif bir isim. ”Tarafsız değilim; Ezilenlerden, doğrudan, eşitlikten, özgürlükten, demokrasiden, barıştan ve adaletten yanayım” diyen Rachel, ”kabus” olarak değerlendirdiği Türkiye yaşantısını, sürgün günlerini, LGBTİQA+’lara yönelik politik ve toplumsal baskıları Gazete Davul’a anlattı.
‘Devletin Kürdü’ iken yaşamında hiçbir sorun olmadığını söyleyen Rachel, ”Otoriteden, kula kulluktan, biat kültüründen, emirlerden, yasaklardan, eril düzenden, militarizmden, iktidarlardan ve güçten tiksindiğini sözlerine ekliyor.
Gazeteci Arat Barış, Türkiye’deki hak ihlallerini, LGBTIQA+ insanların yaşadıkları sıkıntıları gazeteci-insan hakları aktivisti Rachel Hebun Özdemir’e sordu.
• Rachel kimdir, nerede büyüdü, neler yaptı, kendinizden bahseder misiniz?
Hep söylerim, ”bataklıkta açan bir lotus çiçeğiyim“ diye. İçine devlet kaçmış bir aşiret çocuğuydum. Siyasetin, devletin, ata erkinin, militarizmin ve islamcılığın içine doğdum. Adana’da doğdum büyüdüm ve daha sonra sırasıyla, Diyarbakır, İskenderun, Antalya, Ankara ve İstanbul’da yaşadım. Her şehirde anılarım var. Geçmişe bakmak benim için açıkçası artık yorucu. Lakin Türkiye’de neler yapıyordum kısaca değinmem gerekirse, ben 2010 yılından sonrasını referans olarak kabul ediyorum. 2010’dan öncesini, yani ontolojik kopuşlar yaşamadan önceki hayatımı, bir kabus olarak nitelendiriyorum artık.
2010 yılında Türkiye’de elit bir suç olan tck 318’den yani “Halkı Askerlikten Soğutmak” suçlamasıyla yargılanıp beraat ettim. 2010 yılında Adilmedya.com‘un kurucuları arasında yer aldım. 2011 yılında vicdani reddimi açıkladım ve sonrasında Türkiye’den ayrılana kadar toplumsal izolasyona yani sivil ölüme maruz kaldım. Türkiye’de birçok haber sitesi ve gazetelerde ayrıca yazılar yazdım ve röportajlarım yayınlandı. Sosyal medya hesaplarım AKP hükümetlerince birçok defa, ”milli güvenliği tehdit ettiği“ gerekçesiyle, Türkiye’de erişime kapatıldı. Sokağa çıktığım anda gözaltına alınıyordum.
2017’deki anayasa değişikliği referandumunun ardından Türkiye’den ayrıldım ve Almanya’ya göç etmek zorunda kaldım. Yine 2017’de uluslararası basın kartı sahibi oldum. Yoğunlaştığım çalışma alanları, insan hikayeleri, savaşlar, çatışmalar, istihbarat, diplomasi, insan hakları, iklim krizi ve göçtür. Türkiye’de yayınlanmış dört kitap çalışmam bulunmaktadır. YouTube kanalımda, özel dosya çalışmaları, özel haberler, belgesel niteliği taşıyan içerikler, raporlar, röportajlar ve bazen yeryüzünden haberler hazırlayıp sunuyorum.
”Mazlumların kimliğine bakmıyorum; zalimlerin kimliğine bakmadığım gibi…”
Politik olarak durduğum yeri bilmeyen varsa da öğrenmiş olsun. Radikal demokrasiyi savunan, Anarşist ve Özgürlükçü, Barış yapıcısı, savaş karşıtı, antifaşist, yaşam hakkını savunan, sınırsız ve sınıfsız bir yeryüzü idealini savunan bir insanım. Tarafsız değilim; Ezilenlerden, doğrudan, hakikatten, gerçeklerden, eşitlikten, özgürlükten, demokrasiden, barıştan ve adaletten yanayım. Mazlumların kimliğine bakmıyorum; zalimlerin kimliğine bakmadığım gibi..
• Cinsel kimliğinizi ne zaman fark ettiniz? ailenize anlattınız mı, neler yaşadınız, neyle karşılaştınız?
Bu konu aslında tartışmaya açık bir konu değil, ben yine de kısa ve net cevaplar verecek olursam, ilkokul yıllarımda diğer insanlardan farklı olduğumun farkına vardığımı söyleyebilirim. Biyolojik ailem ile Türkiye’de yaşarken aslında çok erken yaşlarda hem duygusal hem de fiziki bağımı kopardığımı söyleyebilirim. Onlar ben Almanya’ya geldikten sonra açık Trans kadın kimliğim ile yaşamaya başlayınca, özellikle annem ve kız kardeşlerim tarafından kabul görmedim ve onlarla da görüşmüyorum yıllardır. Ben Türkiye’de yaşarken trans kadın olduğunu bilen ve fakat bu durumu gizlemek zorunda kalmış birisiyim. Heteronormativ militarist bir toplumda, özellikle benim dünyamda, ‘erkek’ rolü yapmak çok zordu benim için. Bu rol aslında yıllarca yaşadığım travmanın bir ifadesi aslında. Hayatım boyunca birçok travma ve depresyon yaşadım fakat bu en zoruydu. Türkiye’de yaşarken benim kim olduğumu çok küçük bir çevre biliyordu, özellikle trans ablalarım bu konuyu çok erken yaşlarımdan itibaren biliyordu. Ben hayatta kalmak için bu gerçeği yıllarca herkesten ama herkesten titiz bir şekilde gizlemek zorunda kalarak yaşadım; ağır ve korkunç bir yüktü bu benim için.
• LGBTIQA+ insanlara yönelik saldırıları ve nefret dilini göz önüne aldığımızda Türkiye’de ve dünyada LGBTIQA+ insanların haklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de LGBTIQA+ örgütleri ve aktivistlerinin yeterli çalışma yaptığını düşünüyor musunuz?
LGBTIQA+ insanlar dünyayın birçok ülkesinde farklı kültürel, siyasal, sosyal, dini ve hukuki haklara sahipler. Türkiye’ye bakarsak eğer şöyle korkunç bir tablo var karşımızda. Gökkuşağı Endeksi raporu yıllık olarak Avrupa’daki LGBTİQA+’ların yasal ve politik durumlarını mercek altına alıyor. 49 Avrupa ülkesi söz konusu haklar bağlamında sıralamaya tabii tutuluyor. Gökkuşağı Endeksi’nde Türkiye ise son sırada yer alıyor. Türkiye, LGBTİQA+’lar için Avrupa’nın en kötü ikinci ülkesi. Türkiye’de Onur Yürüşü düzenlemek ve yürümek yasak. Türkiye dünyada en fazla trans cinayeti işlenen ülkelerden biri. AKP’nin iktidar olduğu 2002-2022 yılları arasında en az 15 bin kadın erkekler tarafından öldürüldü, 2013’ten günümüze en az 1184 kadın iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Küresel Cinsiyet Eşitsizliği 2022 Raporu’nda Türkiye 146 ülke arasında 124. sırada yer aldı. Türkiye’de kadın cinayetleri son 10 yılda 3 kat arttı! Her yıl yaklaşık olarak 1000 kadın cinayeti gerçekleşiyor.
Türkiye’de kadın hareketi ve LGBTIQA+ hareketi bu mevcut tabloya karşı ellerinden geleni yapıyorlar ve mücadele ediyorlar; mevcut politik atmosferde yapabildiklerinin en iyisini yaptıklarını düşünüyorum. Türkiye maalesef sadece Almanya, İsviçre ve Kanada gibi ülkeleri referans alırsak, birçok konuda olduğu gibi insan haklarından, kadın haklarından, cinsiyet eşitliği bakımından, dünyanın çok ama çok gerisinde. Dünyanın birçok ülkesinde bugün LGBTIQA+ insanlar belediye başkanı, milletvekili ve bakan olabiliyor.
”Yeryüzünde eşitleneceğiz; insanlık için başka şansımız yok.”
Buradan bu röportaj aracılığıyla, Türkiye devletinin yöneticilerini uyarıyorum. LGBTIQA+ insanları hedef göstermekten vazgeçsinler. Onlar yüksek perdeden konuştuğu günün ertesinde özellikle Translar nefret cinayeti ile katlediliyorlar. Trans cinayetleri bu yüzden politiktir. Politikacıların işi, toplumu ayrıştırmak, kamplara bölmek, mahallelere ayırmak, hukuki ve sosyal olarak eşitsizliği körüklemek, adaletsizliği yaymak, insanları ötekileştirmek ve nefretin yayılmasını sağlamak olmamalı. Evrensel insan hakları herkesin eşit olduğunu söyler. Her insan eşit doğar ve size eşitlenmeyi de öğreteceğiz; öğreneceksiniz! Gazeteciler, Hekimler ve Avukatlar doğal insan hakları savunucularıdır.. İnsan, hakları ile insandır ve her insan eşit doğar, ben buna inanıyorum. Yeryüzünde eşitleneceğiz; insanlık için başka şansımız yok.
• Sevgili Rachel, politik sürgün olarak yurtdışında yaşamak zorunda kalan bir gazetecisiniz, kendinizi nasıl hissediyorsunuz, ülkeye dönme hayaliniz var mı?
Kendimi açıkçası gayet iyi hissediyorum, çünkü yaşadığım ülke Almanya’da ifade özgürlüğünün sınırsız zenginliğinden faydalanabiliyorum. Sınır tanımayan bir gazeteci olarak, burada da ülkeyle ilgili sorunlar başta olmak üzere, yaşadığım ülkede ve dünyada neler oluyor bitiyor, her gün takip ediyorum. Bir gazeteci olarak insanların haber alma hakkını sonuna kadar savunuyorum ve işimi burada daha özgürce yapmaya çalışıyorum. Ülkeye dönme hayalim şimdilik yok.
• Yurtdışına zorunlu olarak gitmek, bir daha dönmeme fikri beni dehşete düşürüyor. Bu durumla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Sürekli değişerek, yenilenerek, geçmişe takılmayarak, gerçekçi olarak, gerçekçi kalarak ve yeni bir hayat kurarak aslında bu durumla başa çıktığımı söyleyebilirim. Dünyanın her yerinde yaşayabilirim, bu dünya hepimizin. Sınırlara çok fazla anlam yüklemiyorum ben; sınırların ve o sınırlar içerisinde yer alan siyasi ülkelerin atmosferinde yaşamak zorunda değiliz. Evet ben ayrılmak zorunda kaldım, evet bu bir zorunlu göçtü lakin iyi oldu bence. İyileşmek ve dünyaya daha iyi adapte olmak için, böyle bir ayrılışa ihtiyacım varmış diye düşünüyorum.
• Sevgili Rachel, aynı zamanda vicdani retçisiniz. Militarizm seviciliğinin had safhada olduğu bir yerde böylesi bir karar zor olsa gerek. Sizi bu kararı almaya motive eden şey neydi?
Ben her şeyden önce bir kadınım. Kadın olarak doğdum. Anti-militaristim evet ama öz savunmanın da gerekli olduğunu düşünenlerdenim. Dolayısıyla kadın olarak benim özellikle Türkiye’de askerlik yapmam imkansız bir şeydi. Hayat insana çok şey öğretiyor. Benim vicdani retçi ve savaş karşıtı olmamda ve insan haklarını savunmam da bana rol model olan insanlar oldu. Mazluma ve zalime kimliğini sormayan insanlar ile tanışmak benim için büyük bir şans oldu.
”Otoriteden, kula kulluktan, biat kültüründen, emirlerden, yasaklardan, eril düzenden, militarizmden, iktidarlardan ve güçten tiksiniyorum.”
Devletin Kürdü olmaktan kaçmaya çalıştığım zamanlara da beni barış aktivistleri taşıdı diyebilirim. İçine doğduğum aile ve toplumu sorgulamaya başladığım andan itibaren domino taşı etkisi yarattım kendi sürecimde ve düşündükçe beni özgürlüğe bir adım daha yaklaştıran anlarda buldum kendimi.
Otoriteden, kula kulluktan, biat kültüründen, emirlerden, yasaklardan, eril düzenden, militarizmden, iktidarlardan ve güçten tiksiniyorum. Beni çocukluğumdan itibaren vicdan, merhamet ve sevgi gibi duygular başta olmak üzere, barış, adalet, özgürlük ve demokrasi gibi değerler sarıp sarmaladı, dolayısıyla ana motivasyon kaynağım; politik bir insan olarak hikayemi ve hikayemizi merak etmekten ibaret her şey..
• Trans kimliğinizin yanı sıra birde Kürt kimliğiniz var, devletin gözüne batan! Rachel, neleri göze aldı, hangi zorluklarla karşılaştı? Türkiye’deki “iyi” gazeteciden, sürgündeki “düşmana” uzanan süreci anlatır mısınız? Tüm bu süreçlerde hangi kırılmalar yaşandı hayatınızda?
Sanırım en zor soru bu.. 2010 yılından önceki yaşamımda, ‘Devletin Kürdü’ iken aslında yaşamımda hiçbir sorun yoktu. O zamanlar, müslüman bir Kürt olarak devletini seven, koruyan ve ona sımsıkı bağlı biriydim. Aile ve toplum tarafından böyle yetiştirildim ve hatta diplomat olmam bile istenmişti benden. 2010 yılına kadar devlet ile herhangi bir sorunum yoktu. Sonrasında anarşist bir boyuta geçtim ve böyle ilerledi her şey. Zor bir hayatım oldu şekerim, çok zor. İstenmeyen bazı olaylar da yaşandı. Geriye dönüp baktığımda bir pişmanlık duymuyorum. İyi ki yapmışım dediğim çok şey oldu. Yine olsa yine yapardım dediğim çok şey işte.
Her insanın hayatında kırılmalar vardır ve bu kırılmalar, aldığınız kararlar ve yaptıklarınızla çok farklı bir boyuta geçişinde kapılarını aralar. Dolayısıyla benimde hayatımda 2010 yılı öncesi tam bir kabustu aslında. Lakin 2010 yılına gelene kadarda sürekli araştıran, okuyan, öğrenen ve sorgulayan biriydim. Yine aileden, toplumdan ve devletten öğrendiklerimi, ezberlerimizi ve içine doğduğum bataklığı sorguladığım dönemler oldu. Bu sorgulamalar ontolojik kopuşları da beraberinde getirdi. Bir anda vahi inmedi yani. Her şey yavaş yavaş ve içselleştirerek gerçekleşiyor böylesi süreçlerde. Yani bir ailenin ve devlet organizasyonun içine doğmayı ben seçmedim.
Kırılma anlarının detayları ile sizleri sıkmak istemiyorum. Lakin bazı detaylar özellikle 2010’dan sonrası benim için çok önemli. Savaş karşıtı barış hareketi ile 2003 yılında Diyarbakır’da yaşarken tanışmıştım. Bu önemli bir kırılmadır çünkü o dönemden sonra askerlikten soğumaya başladım. 2010 yılında yine Ankara’da bir vicdani retçi için yaptığımız bir basın açıklaması sonrasında gözaltına alındım ve sonrasında “Halkı Askerlikten Soğutmak” suçlamasıyla yargılandım. 2011 yılında vicdani reddimi açıkladım.
2010 Şubat ayında İhsan Eliaçık ile röportaj yaptıktan sonra tanıştım ve arkadaş olduk. Adilmedya.com, Anti-Kapitalist Müslümanların ve Yeryüzü Sofraları’nın oluşum süreçlerinde birlikteydik. Siyasal İslamın içine doğmuş bir başka karakoyun ile tanışmak heyecanlıydı.
2011 yılında sosyal medya hesaplarımdan Kürtçe şarkı paylaştığım için istihbarat tarafından İstanbul Tem’de sorgulandım ve yine aynı yıl Karadeniz FM’de radyo programı hazırlayıp sunduğum dönem, Emine Erdoğan’ı eleştirdiğim için, radyoculuk kariyerim başlamadan bitti.
İhsan Eliaçık ve Anti-Kapitalist Müslümanlar’ın Gezi sürecinde yanlarındaydım ve sonrasında Yeryüzü Sofraları’na destek verdim. Daha sonra Demokratik İslam Kongresi delegesi olarak çalışmalar yürüttüm.
2015 yılında yaşanan Suruç Katliamı’ndan yaralı olarak kurtuldum. Suruç hayatımdaki önemli kırılmalardan bir tanesi ve hatta en önemlisidir. Suruç Katliamı hakkında gizlilik kararının olduğu ilk aylarda katliam hakkında bir kitap yazdım ve Hiçbir Düş Yarım Kalmayacak adıyla yayınlandı bu çalışma. Tüm bu arkaplan aslında özetin özeti.
2010’dan sonra yaşanan tüm bu süreçlerde; yaşanılan her an bir başka anı etkiledi; hayatıma girenler çıkanlar, sayısız insandan söz etmek mümkün burada, herkesten birşey öğrendim, iyi bir öğrenciyimdir, insanlarla ilişkilerimde son derece başarılı ve becerikliyimdir ve dolayısıyla yaşamım öyle düz bir çizgide asla ilerlemedi. Hayatı ve özellikle insanları okumayı çok severim. Ben mahalle duvarlarını kendi kafamdan sileli uzun yıllar oluyor. Ötekinin ötekisi olarak yaşadığım bir hayat benimkisi. Dolayısıyla hayat size kimseyi ötekileştirmemeyi de öğretiyor. İnsanlar ile sorunum yok. Kendimle de barışık birisiyim. Olayları çözmekte benim için karmaşık değildir. Direnerek bugünlere ulaşmış bir yaşam benimkisi..
Roboski’den Şangale, Gazze’den İstanbul’un arka sokaklarına kadar ve Van depremi dahil olmak üzere birçok yerde isimsiz insani yardım çalışmalarında yer aldım. 17/25 sürecinde Karşı gazetesinin kültür sanat sayfasında köşem vardı, Recep Tayyip’in Önlenebilir Tırmanışı, başlıklı yazımdan sonra bu gazeteylede yollarım ayrıldı. Sonrasında kısa bir süre Demokrathaber’de yazdım ve haberler yayınladım.
Geçmişe dair bir şey söylemek istiyorum tam burada, benim şu an ülkedeki mevcut rejim ile kavgam çok eskiye dayanıyor. Bu aslında kişisel bir konu, onlarla benim aramda; onlar yani, onlar işte aile, toplum ve devlet. Ülkenin sorunları da haliyle beni çok daha yakından ilgilendiriyor aslında, özellikle ülkedeki insan hakları ihlallerini, şiddet olaylarını, silahlanmayı ve uyuşturucu trafiğini yakından takip ediyorum.
2017 Nisan’dan bu yana Almanya’da yaşıyorum. Rachel Hebun burada kendisini yeniden doğurdu. Açık kimlikli trans bir kadın olarak yaşamak, kendin olarak yaşamak ve özgür hissetmek harika bir duygu. Ben içine doğduğum, cinsiyeti, aileyi, toplumu ve devleti sorgulamaya başladığımda çocuktum. Türkiye’de yaşadıklarım bir kabustu. Türkiye’de sorunlar çok katmanlı ve çok büyük bir sorun yaşıyor toplum. Kendileri ile kötülükleri ile yüzleşmeyen bir toplum gerçekliği var.
Bazı şeylerden kopmak, ayrılmak ve olanları unutabilmek zaman alıyor. Almanya’da yeni bir hayatım var. Yeni arkadaşlarım var. Almanya’da yaşayan Türkiyeliler ile beni genelde Almanyalı arkadaşlarım tanıştırıyor. Almanlara daha çok güveniyorum; ne de olsa gelinleriyim. Burada kendimi çok iyi ve güvende hissediyorum. Tüm depresyonlar ve travmalar geride kaldı. Ülke de yaşamak benim için başlı başına bir travmaydı aslında. Ben, kendimi bularak ve kendim olarak iyileştim, kendimle yüzleştim diyebilirim ve onlara da şifa olabileceğimi düşünüyorum.
Çok sevgiler..