Deniz ZENGİN
Hayatlarımız sosyal medyanın etkisiyle hızla ve dramatik bir şekilde değişti. Milyonlarca insan, hep birlikte sosyal medya kullanmayı, sanal ortamda tanıştığımız ama aslında tanımadığımız insanlarla baş başa olmayı ve yalnızlığı gidermenin yeni yollarını öğreniyoruz. Doğarken ve ölürken yalnız olmanın haricinde, tek başımıza kalmamayı değişik kanallardan deneyimliyoruz. Birlikte! Bu sosyal medyada var olma konusunda hem toplumsal hem de kişisel olarak düşünmek zorundayız. Konu hakkında fikirlerini almak için Türkiye’nin değerli psikiyatristlerinden Dr. Vedat Bilgiç’e bağlanıyoruz.
Gazete Davul: Bize biraz kendinden bahseder misiniz kimdir? Ne zaman, neler yaptınız, şimdi neler yapıyorsunuz?
Kişinin kendisinden bahsetmesi çok gerçekçi olmaz aslında. Zira hepimiz kendimiz hakkında çarpıtılmış ön kabullere sahibizdir. Ama başkaları bana baktığında ne görüyor belki ondan bahsedebilirim: 43 yaşına kadar bir kelimesini bile bilmediği bir dili öğrenip o dil ile pskiyatrist olarak çalışmaya çalışan biri…
Benim kendim ile ilgili zanlarıma gelecek olursak; sanırım bu aralar ömür adlı hikayemin zor bir dönemecinden geçiyorum. İngilizcede hayatta kalma çabasını anlatan ’Survival’ kelimesinin tam karşılığını yaşıyorum. Fakat bunun sadece biyolojik anlamda hayatta kalma çabasıyla sınırlı olmadığını belirtmek isterim. Zaten böyle bir sorun söz konusu değil. Ancak metaforik anlamda, psikososyal, kültürel, düşünsel ve felsefik anlamda bir ’survival’ dan bahsediyorum. Bunu da son yıllarda sürekli hayatta kalma filmleri izlediğimde fark ettim, bir gün kendime dönüp şöyle sordum, neden bu filmleri izlemeyi tercih ediyorsun diye; sonra cevabı buldum aslında yeni bir ülkede, yeni bir dille, yeni bir kültür ve sosyal atmosferde hayatta kalma çabası veriyorum. Bu beni yorsa da geliştiriyor, güçlendiriyor, direncimi ve tecrübemi artırıyor. Yaşadığı köyü kasabayı şehri dünyanın merkezi zanneden bir toplumdan çıkıp, köprüden geçip, suyun öte yakasından bakmayı başarmak önemli. Ben bunu uzay seyahatine benzetiyorum. Atmosferi ve yerçekimi aşıp uzaya ulaşmak elbet kolay değil ama ancak o zaman yerkürenin tepsi gibi düz olmadığını gözlerinle görebilir, teoriden deneyime geçebilirsin. İşte insanların yaşadıkları sosyal atmosferlerinden çıkabilmeleri bu nedenle çok zor ama kıymetlidir. Bu nedenle kendimi çok şanslı hissediyorum.
Yaklaşık 21 yıllık hekimim bunun 17 yılı psikiyatri ile geçti. Yozgatın bir köyünden Çorum’un bir kasabasına, oradan İstanbulda üniversite hastanelerinden Bakırköy Ruh sinir hastanesine kadar farklı yerlerde mesleğimle ilgili bulundum. Kanadadan Tanzaya’ya oradan Nepal’e kadar tecrübelerim oldu. En sonunda İsveç’te demir attım sanırım.
Gazete Davul: Kavramları netleştirmek gerekiyor. Sosyal medya nedir? Ne değildir?
Sosyal medya telgrafın icad edildiği 1800 lü yıllardan bu yana gelişen neredeyse bütün iletişim araçlarının bir toplamı demek. Artık her kasabada bulunan büyük posta binaları, televizyon vericilerine gerek kalmadı. Akıllı telefonlar, mektup-telgraf-telefon, televizyon, basılı gazeteler ve dergiler ve kitapları içeriyor. Bu bir devrim demek. Fakat bu devrimin en önemli özelliği interaktif olması. Bir sosyal medya hesabı olan herkes bir medya patronu sayılır. Hatta bazı twitter hesapları koca binalarda yüzlerce kişinin çalıştığı gazelerden, instagram dergilerden daha etkili olabiliyor. Bazı youtube kanalları dev medya plazalarda yayın yapan TV kanaları kadar seyredilebiliyor. Bu durum sanayi devrimi gibi dijital devrim ve yeni bir dönemin başlangıcı demek.
Sosyal medya kullanımının ekonomik, sosyal ve politik sonuçları olduğu gibi psikiyatrik ve psikolojik sonuçları son zamanlarda en çok gündemde olan konulardan biri.
Şu anda bir otobüste veya trende seyahat ederken ellerindeki akıllı telefonlarına odaklanmış insanları görünce kendinizi distopik bir filmin içinde gibi hissediyorsunuz. İnsanlar sokakta caddede karşılaştığı gerçek insanlara bakmıyor onun yerine sosyal ağlarla bağlı olduğu kişilere bakıyor, gülümsüyor, selamlıyor.
Sosyal medya bildiğiniz gibi ücretsiz, geçenlerde izediğim ’Sosyal İkilem’ adlı belgeselde bu konu çok güzel ele alınmış. Orda şöyle deniyor ’Eğer size ücretsiz bir hizmet sunuluyorsa ürün sizsinizdir’ yani ücretsiz tüm sosyal medya hesapları için ürün biziz ve o ürün bizim zamanımız. Zaman ise insanın en değerli yegane varlığı. Çocuklarımıza ayırdığımız zamanımıza ve dikkatimize talipler. O belgeselde global dev sosyal medya platformlarının kontrolsüz gücü ele alınıyor. Bu güç insanları yönlendirme, düşünce, davranış ve seçimlerini etkileme gücü. Adeta büyü ve sihir gibi hepimizi farkında olmadan avlayan bir yanı var. İnsan beyni tıpkı diğer organlarımız gibi belli bir sınırı olan ve bir miktar veriyi işleme kapasitesine sahip ama günümüzde sayısız araçlarla beynimiz hiç olmadığı kadar bir veri ve input bombardımanı altında. Akıllı telefonlar, beynimizin filtreleme mekanizmasının sınırlarını zorluyor. Aşırı sosyal medya ve bilgisayar oyunları kullanımının özellikle gençlerde psikolojik sıkınıtlara yol açtığı bilinen bir şey. Uyku ve dikkat bozuklukları, kaygı, depresyon ve kendini yaralama davranışı gibi bir çok psikolojik hastalığın gelişmesindeki rolü üzerine bilimsel çalışmalar giderek artıyor. Bu nedenle tıpkı bazı sağlıksız gıdaların bedenimize girmesini engellediğimiz gibi sosyal medya diyeti nöropsikiyatrik sağlımız için önemli. Özellikle çocuklar ve ergenlerdeki etkisi çok daha kaygı verici boyutlarda. Sosyal medyadan gelen her bir beğeni veya eleştiri beynimizin ödül-ceza mekanizmasına etki ettiği için içgüdülerimizi tetikliyor ve kendi kontrolümüzü elimizden alıyor. Bu da bağımlılık gibi durumları oluşturuyor.
Gazete Davul: Artık medya zaten sosyal mi? Başına sosyal kelimesini eklememize gerek var mı? Ya da medya hala yeterince sosyal değil mi?
Sosyal medya ne değildir? ile başlayayım. Sosyal medya gerçek değildir. Sebebi basit hepimiz duruma, ortama, havaya göre kıyafet giydiğimiz gibi sosyal ilişkilerde de ruhsal/psikolojik kıyafetler ile sosyal dünyada varoluruz. Buna psikoloji biliminde ’persona’ denir ki aynı zamanda tiyatro sembolü olan maskelerin ismidir. Bu maske sosyal medyada daha bir makyajlı ve yanıltıcı olabiliyor. Bu da gerçek bir iletişimi engelliyor. Örneğin gerçek hayatta yüz yüze iletişimin %70-80 sözsüz iletişim beden dili, koku, mimik gibi öğeleri barındırırken sosyal medyada sadece sanal bir iletişim var. Bir kişinin paylaştığı bir resme binlerce kişi tepki verebiliyor, bu beynimizin ödül mekanizmasını devreye sokarak dopamin salgılatsa da yıkıcı eleştiriler özellikle çocuk ve ergenler için zarar verici olabiliyor. Yani kısaca sosyal medyadaki ilişki gerçek değildir. Daha çok filmler reklamlara yakın hatta belki de psikolojik açıdan sembollerin çokça yer bulduğu rüyalar gibi metaforik bir dünyadır.
Bir de kişisel bir gözlem; elbette bazıları için geçerli bu söylediğim, insanlar gerçekten yalnızlaştıkça sanal dünyaya sosyal medyaya daha çok sarılıyor. Hatta dönem dönem değişen düzeylerde mutsuzluk, yalnızlık, yalıtılmışlık duygularını kompanze etmek için daha çok kullanılıyor. Elbette sosyal medya sadece olumsuz bir araç değil tıpkı tüm diğer teknolojik imkanlar gibi olumsuz yönlerine henüz hazır değiliz. Belki zamanla kurallar oturacak, denetimler artacak ve insanlar bir dengeye ulaşacak ama şimdilik çok yeni ve zararlı etkilerini uzun bir süre sonunda fark edip önlem alabileceğiz gibi gözüküyor.
Gazete Davul: Sosyal medya sosyal hayatı nasıl etkiliyor? Yalnızlık veya anlaşılmama durumlarının sosyal medyada tatmin edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sosyal medya mitolojik kahraman Narkisos’un gölü gibi. İnsanlar Narkisos’un gölde kendi yansımasına hayran hayran baktığı gibi kendisinin yansımasına bakarak tatmin arıyor. Aradaki fark burada herkes kendi profilini kendi çiziyor, kendi imajını kendi yaratıyor. Konvansiyonel medyada bir kişinin parlatılması gibi kendi reklamını yapıyor, sonra da oradaki yansımada nasıl göründüğüne bakarak kendisinin sevilmeye ve onaylanmaya değer olduğuna kanaat getirmeye çalışıyor. Bu elbette tümden patolojik bir çaba değil ancak tümden sağlıklı olduğunu söylemek de zor.
Bir de insanların karanlık yönlerini açığa çıkartan bir yanı var. Buna ’trol psikolojisi’ demeyi tercih ediyorum. Eskiden Türkiye’de tuvalet kapılarının arkasına edepsiz yazılar yazılırdı, trol psikolojisi de aynı temele dayanıyor. Bunlar sosyal medyayı ruhsal boşalımın, gizli ihtiyaç giderme odası olarak kullanıyorlar. Kimliğin bir parçası da yukarıda bahsettiğim personadır, yani ruhsal kıyafetler. Kimlik gizlenince işte orda geriye çıplak olarak insanın kendisi kalır. Edepsiz saldırganlığın sebebi bu gizlilikte ortaya çıkan gerçek ve çıplak kişilik özellikleridir. Övgüleri ve sövgülerini asla muhatap almamalı çükü ühtiyaç duydukları tek şey olumsuz da olsa muhatap alınmak. Kavgacı, öfkelendirici ve tahrik edici uslüplarının sebebi bu. Sonuç olarak sosyal medya bir ’ruh aynası’, şeffaf gibi görünse de yansıması arkasında gizlendiğimiz bir yer var. İçimizdeki Narkisos’a makyaj yaptığımız, yani kendi kendimizden saklandığımız bir yer. Ama unutmamalı aynalar faydalı amaçlar için de kullanılabilir. Bakıp kendimizi görmek ve çekidüzen vermek gibi…