Deniz Zengin
İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in, 6 yaşındaki kızı H.G.K.’yi tarikat üyesi Kadir İstekli ile imam nikahıyla evlendirdiği ve çocuğun yıllarca istismara maruz bırakıldığı ortaya çıktı.
Büyük bir infial yaratan bu olay, gözlerin bir kez daha cemaat ve tarikat ”karanlığına” çevrilmesine yol açtı.
Bu karanlık ve kan donduran olayda suçlu olan sadece 3 sanık değil elbette. Bu bir sistem meselesi. Tarikatlara para aktaran, siyasetin yönlendirmesiyle bu yapılara alan açan, istismar dosyalarının üzerini kapatan, yargıda, bürokraside iltimasla kadrolaşmalarının önünü açan, kısaca tarikatlara dokunulmazlık sağlayan bu sistem karanlığı yaratıyor.
Cemaat ve tarikat ”karanlığına” ilişkin Gazete Davul’un sorularını yanıtlayan avukat Levent Mazılıgüney, asıl denetlenmesi gerekeninin siyaset kurumu, yani iktidar olduğunu söyledi. Mazılıgüney, ”Cemaat ve tarikatların güçlü olması olağandır ancak hem cemaat ve tarikatların hem sivil toplum kuruluşlarının siyasetle ilişkilerinin, iktidarın bunlarla ilişkilerinin, iktidarın kamu kaynaklarını cemaatlere ya da sivil toplum kuruluşlarına dağıtmadaki pervasızlığının gündeme getirilmesi ve konuşulması gereklidir. Bu anlamda iktidar da mutlaka denetlenmeli ve sınırlanmalıdır.” değerlendirmesinde bulundu.
Çocuk istismarının yüzde yüz engellenmesinin mümkün olmadığını sözlerine ekleyen Mazılıgüney, ”Yapılması gereken bu suçların işlenme oranını mümkün olduğu kadar azaltmak. Bunun için de cezaların suç işleyen herkese eşit ve caydırıcı şekilde uygulanması gerekli. Yargı sistemimiz uygulamada müdahaleye açık olmamalı.” dedi.
Gazeteci Deniz Zengin bu konuları ve merak edilenleri deneyimli avukat ve insan hakları aktivisti Levent Mazılıgüney’e sordu.
• Tarikat ve cemaatler örgütlenme ve etkinlik alanını sürekli genişleterek günümüze kadar gelen dini yapılar. Bu yapıların laik eğitime, hukuka, özellikle de kadınlara bakışı göz önüne alındığında cemaat ve tarikatlar nasıl denetlenmeli, denetlenmesi mümkün mü?
Resmi olarak tarikat ve cemaat şeklinde bir yapılanma yok. Yani hiçbir yapılanma, resmi olarak biz tarikatız veya cemaatiz demiyor, ancak dernek, vakıf veya genel ismiyle sivil toplum kuruluşu olarak yapılanıyorlar. Bunun sebebi de yasalardaki boşluklar.
Tarikat ya da cemaatleri engellemek mümkün değil, zira kimsenin inanışlarını, kalplerindekileri engelleyemezsiniz. Dernekler, vakıflar, sivil toplum kuruluşları nasıl denetleniyorsa tarikat ve cemaatler de kendilerine vakıf dedilerse vakıf şeklinde, dernek dedilerse dernek şeklinde denetlenmeli. Ancak ülkemizde dernek ve vakıfların denetlenmesinde de ciddi problemler var. Nedir bu problemler? Her gelen iktidar, kendisine yakın olan vakıf ve dernekleri denetimden fiilen azade tutarken, kendisine uzak olarak gördüğü vakıf ve dernekleri ise denetim sopası altında kendince terbiye etmeye çalışıyor. Öncelikle bunun düzenlenmesi gerekli.
Yani tarikat ve cemaatlerin denetlenmeleri evet mümkün. Dünyada bunun örnekleri var, bu örnekler de dikkate alınarak yeni düzenlemeler geliştirilebilir. Ama en önemlisi devlet, dernekleri, vakıfları, sivil toplum kuruluşlarını nasıl denetliyorsa, aslında tarikat ya da cemaat olan ancak dernek, vakıf ya da sivil toplum kuruluşu adıyla örgütlenen yapıları da bu şekilde denetlemeli. Bu denetlemenin yapılması mümkün ve bence zorunlu. Zira hem dernek, vakıf ve sivil toplum kuruluşlarının hem de bu isimlerle yapılanan tarikat ve cemaatlerin özellikle gelir ve giderleri başta olmak üzere şeffaf ve denetlenebilir olmaları şart.
- Tarikat ve cemaatler niçin sürekli siyasetin merkezinde?
Tarikat ve cemaatlerin siyasetin merkezinde olması siyasetin ilkesizliğinden kaynaklanıyor. Siyaset, bir tarikat veya cemaat; kendisine bağlı olduğu, kendisiyle eş güdüm içerisinde hareket ettiği ve kendisine bir oy deposu olarak gördüğü sürece hiçbir yapılanmayı denetlemiyor. Bu durum dernekler, vakıflar ve her türden sivil toplum kuruluşları için de geçerli.
Bu noktada, siyasetin ilkeli olması gerekiyor. Ülkemizde tarikat ve cemaatlerin toplum üzerindeki etkisi açık. Dolayısıyla bu etkiyle, toplumun oy verme davranışlarını etkilediği de açık. Siyaset de ilkesiz bir şekilde yalnızca oylarını hedeflediği, cemaat ve tarikatları kendisine bir oy deposu olarak gördüğü için tarikat ve cemaatler de maalesef siyasetin merkezinde oluyor. Dolayısıyla denetim, şeffaflık gibi yapılması gereken her türlü düzenleme, tamamen popülizm ve oy avcılığının eline esir düşmüş oluyor.
Bunun önüne geçilebilmesi için; siyasetin ilkeli hareket etmesi, esasında tarikat veya cemaat olup da dernek, vakıf, sivil toplum kuruluşu adı altında faaliyet gösteren tüm yapılanmaları eşit şekilde denetlemesi ve onları kendisine bir oy deposu olarak görmemesi gerekli. Tarikat ve cemaatler de asıl faaliyet alanları -bunun adına dini eğitim, dini değerler merkezinde eğitim veya değerlerin yaygınlaşması için faaliyetler denilebilir ki bunların tamamı özgürlük alanları içerisindedir- ile ilgilenmeli, siyasetle ilgilenmemelidir görüşündeyim.
- Türkiye’de cemaatlerin güçlü olması, her daim siyasetin etki alanında olması sivil toplum kuruluşlarının yetersizliği ve etkin olamamasından mı kaynaklanıyor?
Ülkemizde genel anlamda sağlıklı sivil toplum kuruluşu yapılanmalarının olduğu kanaatinde değilim. Zira daha önce de belirttiğim gibi eğer siyasete yakın değilseniz ülkemizde size yaşam alanı tanınmıyor. Siyasete daha doğrusu iktidara yakın olmadığınız sürece o dönemde hangi iktidar varsa onun tarafından sivil toplum faaliyetleri engellenmeye çalışılıyor. Ve her iktidar da kendi sivil toplumunu oluşturmaya çalışıyor. Maalesef sivil toplum kuruluşları da genel olarak siyasi partilerin arka bahçesi gibi görülüyor, bu şekilde adlandırılıyor. Bağımsız şekilde hareket edebilen sivil toplum örgütü sayısı son derece az.
Bununla beraber; sivil toplum kuruluşları -özellikle hemşeri dernekleri ya da vakıfları başta olmak üzere- birilerinin siyasette bir makam, mevkii elde edebilmek adına sıçrama tahtası gibi kullandığı organizasyonlar haline geliyor. Yani maalesef ülkemizde sivil toplum, amacından çoğunlukla uzaklaşmış durumda. Gerçek manada sivil toplum kuruluşu olduğunu söyleyebileceğimiz yapıların oransal olarak çok düşük olduğunu söyleyebilirim.
Ama tarikat ya da cemaatlerin güçlü olmasının tek sebebi bu değil. Yani “Biz sivil toplum kuruluşlarını yeterince güçlendirirsek tarikat ya da cemaatler daha az güçlü olur.” şeklinde bir önermenin doğru olduğuna katılmıyorum. Cemaatlerin güçlü olmasının bambaşka sebepleri var. İnsanların kuvvetli inançları var, bu inançlar tahkiki olmasa da insanlar üzerinde etkili. Bu durum binlerce yıldır dünya üzerinde böyle. Kitabi bir dinleri yoksa insanlar put yapıp ona inanırlar, ama netice itibariyle bir şeye inanırlar.
Cemaat ve tarikatların güçlü olması olağandır ancak hem cemaat ve tarikatların hem sivil toplum kuruluşlarının siyasetle ilişkilerinin, iktidarın bunlarla ilişkilerinin, iktidarın kamu kaynaklarını cemaatlere ya da sivil toplum kuruluşlarına dağıtmadaki pervasızlığının gündeme getirilmesi ve konuşulması gereklidir. Bu anlamda iktidar da mutlaka denetlenmeli ve sınırlanmalıdır.
Kanaatimce cemaatler ve tarikatlar, özellikle ülkemizde, bir şekilde güçlü olmaya devam edecektir. Zira birçok dünya ülkesinde durum böyle. Önemli olan mutlaka şeffaf olmaları, bunun için de denetlenmeleri gerekliliğidir. Bununla beraber istismara açık olmamalıdırlar.
- Yasakların çözüm olmadığını ve olmayacağını gerek dini yapılar için, gerek başörtüsü meselesinde deneyimle öğrendik. Tarîkatlar serbest olsunlar, evet; ama insan haklarına aykırı uygulamaları ne yapacağız? Eğitim hakkı, kadınların durumu nasıl korunabilecek?
Maalesef bu soruda bir ön kabul var. Tarikatlar serbest olduğunda insan haklarına, kadın haklarına aykırı uygulamaları olacak şeklinde bir ön kabul sezinliyorum. Bu böyle olmak zorunda değil. Dediğim gibi bunun dünyada çok fazla örneği var, özellikle Amerika’da nüfusun yüzde elliden biraz fazlasının birbirinden çok farklı kilise cemaatlerine üye olduğunu biliyoruz. Netice itibariyle cemaatlerin ya da resmi adıyla dernek, vakıf veya sivil toplum kuruluşlarının şeffaf ve denetlenebilir olması önemli. Ve temel hak ve hürriyetler konusunda diğer dernek, vakıf ve sivil toplum kuruluşları nasılsa onların da aynı kurallara tabi olması gerekli. Yani ayrımcılık herkes için suç olmalı, bu da istisnasız bir şekilde herkes için uygulanmalı.
Kitlesel suçlamalar doğru değil. Nitekim kitlesel suçlamalar, yani tarikatların ve cemaatlerin kitlesel suçlanması; onların kendilerini sürekli azınlık olarak görmelerine ve bu nedenle faaliyetlerini kapalı kapılar ardında yapmaya yönelmelerine sebep oluyor. Aslında faaliyetlerini kapalı kapılar arkasında yapmak için onlara bir gerekçe sunuyor.
Kitlesel suçlamalar hiçbir zaman doğru değildir. Her zaman hukukun evrensel ilkeleri ile hareket etmemiz gerekli. Bu evrensel ilkelerden bir tanesi de suç ve cezaların şahsiliği ilkesidir. Suç ve cezalar şahsidir. Dolayısıyla suç işleyen şahsi olarak cezalandırılır. Ama bunun adı ister tarikat olsun ister cemaat olsun ister dernek, vakıf veya sivil toplum kuruluşu olsun, ne olursa olsun, bu yapının içerisinde böyle bir suç işlendi hatta birden fazla suç işlendi diye o yapılanmayı topyekûn suçlayamayız. Evrensel hukuk ilkeleri kapsamında hareket edilmesi gerekli. Bu evrensel ilkeye uyulmamasının ceremesini şu an ülkemizde milyonlarca insan hatta tüm bir toplum çekiyor.
- İslâmî referansla hareket ettiğini belirten ama birbirinin camisine gitmeyen cemaatler var. Bu yapılar gerçekten dini referansla hareket eden yapılar mı, yoksa dini kendi ikballeri için kullanan yapılarla mı karşı karşıyayız?
Bu soruya cevap verirken, daha önceki sorulara verdiğim cevaplarda eleştirdiğim temel bir hususu kendi kendime ihlal etmek istemem. Yani ben kimsenin kalbini okuyamam, niyet okuyamam. Bizim yargı camiamızdaki en büyük problem de niyet okuma problemi. Biz bunları bilemeyiz ancak böyle bir problem olduğu açık. Biz içinde yaşıyoruz, evet; birbirlerinin camisine gitmeyen cemaatler var.
Benim aldığım eğitime, yaptığım okumalara göre tek bir İslam var. Ben öyle biliyorum. İllaki uygulamada farklılıklar olacaktır. Ama bu uygulamadaki farklılıklar, insanların birbirine bu ölçüde yabancı olmasını gerektirecek seviyede değiller. Birinin camisine diğerinin gitmemesine neden olacak seviyede ayrılıklar ya da uygulama farklılıkları olduğunu düşünmüyorum. Ama bu benim görüşüm. Maalesef farklı yorumlamalar olabiliyor ve biz de bu yorumlamaların yansımalarını toplum içerisinde yaşıyoruz. İnsanın olduğu her yerde bu gibi problemler var. Bunu cemaat ve tarikatlara indirgemek de çok doğru değil. Herhangi bir dernekte herhangi bir vakıfta herhangi bir sivil toplum kuruluşunda da bu problemle karşılaşabiliyoruz.
Maalesef bizde dernekler, vakıflar, sivil toplum kuruluşları, özellikle hemşeri dernekleri ve vakıfları başta olmak üzere yöneticilerinin siyasi amaçları, siyasi ikballeri için birer sıçrama tahtası gibi kullanılıyor. İnsanlar zaten bunun için dernek, vakıf, sivil toplum kuruluşu kuruyor çoğunlukla. Benim memleketim özelinde bile baktığınızda sadece Ankara’da çok sayıda hemşeri derneği var ben de hiçbirine üye değilim ama hala hemşerileriyim. Durum biraz bunun gibi. O derneklerde de vakıflarda da bu tip problemler görüyoruz. Kendi ikballeri, siyasi gelecekleri için buraları sıçrama tahtası olarak kullanan kişilerin yoğunlaşabildiğini görüyoruz.
Ama dinin bu amaçla kullanılması tabi ki kabul edilebilir bir durum değil. Bu durumun tarikat ve cemaatler üzerinden kullanılması ise sıradan bir derneğe, vakıfa, sivil toplum kuruluşuna göre çok daha üzücü ve toplum açısından yıpratıcı. Zira dinin muhakkak bu tür kaygıların üzerinde olması gerekir, üzerinde olması beklenir. Umarım insanlar kendi ikballeri uğruna dini değerleri kullanmaktan, dini araç sallaştırmaktan vazgeçerler.
Bunun sağlanabilmesi için de öncelikle siyasetin dini araçsallaştırmaktan vazgeçmesi gerekli. Siyaset dini araçsallaştırdığı sürece maalesef bu tip oluşumlar da bunu bir sıçrama tahtası olarak kendi ikballeri için kullanmaya devam edecektir. Umarım toplumun her kademesinde bu konu düzelir.
- Dini nikah gibi meşrulaştırılan bir argüman varken, özellikle tarikat bünyesinde ortaya çıkan çocuk yaşta evlilikleri, çocuk istismarı ve türlü sapkınlıkları hangi doktrinle yasaklayabiliriz?
Ben çocuk yaşta evliliğin dini saikler nedeniyle gerçekleştirildiği kanaatinde değilim. Daha çok maalesef kültürel nedenlerle olduğunu, toplumun geneliyle alakalı bir husus olduğunu veya toplumun belli kesimlerinde yaygın olan bir husus olduğunu düşünüyorum. Zira coğrafyamızın belli bölgelerinde bu husus hala yaygın ve bunun dini bir altyapısı, dini bir gerekçesi de yok. Aslında bakarsanız biz yaşam tarzımızı, içine doğduğumuz kültürü din zannedebiliyoruz. Ya da dine sözde uygun olduğuna dair argümanlar üreterek yapılanı meşru gösterme çabası var.
Çocuk yaşta evlilikler bundan elli yıl geriye gittiğimizde çok daha yaygındı, artık daha az. Yine de azımsanamayacak sayıda yaşanıyor ve tek bir çocuk yaşta evlilik dahi çok can yakıcı.
Devlet bir kural koymalıdır ve bu kural evrensel hukuka uygun olmalıdır diyeceğim ama zaten kurallar var ama uygulanmıyor. Uygulanmamasının gerekçesi de oy kaygısı. Evrensel anlamda kabul edilen genellikle 18 yaş sınırı, bizim kanunlarımıza göre de bu sınır geçerli. Ancak hukuki bir kural var olmasına rağmen maalesef çocuk yaşta evlilik ve dolayısıyla çocuk istismarı hala yaşanmaya devam ediyor. Bunun önüne geçmek tamamen mümkün olmasa da azaltabilmek adına cezaların mutlaka herkese ve caydırıcı şekilde uygulanması gerekiyor. Yani bu yasağın net bir şekilde devlet eliyle ortaya konulması ve uygulamada tereddüt oluşmaması gerekiyor.
Çocuk istismarı ve türlü sapkınları hangi doktrinle yasaklayabiliriz? Yasaklayabiliriz ama yüzde yüz engelleyemeyiz. Maalesef hiçbir suçun yüzde yüz engellenmesi mümkün değil. Şu an ülkemizde uyuşturucu ile ilgili yaşanan problem gibi. Uyuşturucu kanunen yasak mı? Yasak. Cinayet de yasak. Ama yüzde yüz engellenebiliyor mu? Hayır. Bunun gibi çocuk yaşta evlilik, çocuk istismarı da hali hazırda yasak. Ama yüzde yüz engellenebilir mi? Maalesef. Yapılması gereken bu suçların işlenme oranını mümkün olduğu kadar azaltmak. Bunun için de cezaların suç işleyen herkese eşit ve caydırıcı şekilde uygulanması gerekli. Yargı sistemimiz uygulamada müdahaleye açık olmamalı.
Neticede; Devlet, tereddütsüz bir şekilde bu yaptırımları uygulamalı, tüm siyasiler de bu yasağı amasız fakatsız ifade etmeli ve dini nikah veya başka bir isim altında çocuk yaşta evliliğin, çocuk istismarının en ağır şekilde cezalandırılması sağlanmalı. Uygulamaya görülmeden caydırıcılık etkisinin sağlanabilmesi mümkün değil.