Arat Barış – Deniz Zengin
Koç Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi bölümünde Doktora araÅŸtırmalarını sürdüren Nezih Onur Kuru ile Kürt meselesini konuÅŸtuk. Seçmen davranışı ve göçmen tutumları konularında çalışmalar yürüten Kuru, Daktilo1984 ve Medyascope’ta düzenli yayın yapmakta.
Kürt meselesini yaratan koşulları, devletin dayatmacı politikalarını, süregelen şiddet ve katliamları bir röportaja sığdırmak elbette mümkün değil, ancak olabildiğince konuyu irdelemeye çalıştık. Bunun yanı sıra her ne kadar siyasiler iç politika malzemesi yaparak dönem dönem inkar etse de 40 yıldır Türkiye gündeminin birinci sırasında yer alan Kürt meselesinin çözümüne dair sorulara yanıt aradık.
Size göre Kürt meselesi nedir. Devleti bilen bir isim olarak dünden bugüne müesses nizamın Kürt meselesine yaklaşımı konusunda neler söylemek istersiniz?
Türkiye’de en başından beri kanunda toprak anlayışına dayalı eşit vatandaşlık anlayışı mevcut olsa da, vatandaşlık pratiği etnik çoğunlukçu bir şekilde uygulanageldi. Bu çerçevede Kürt meselesi, devlet otoritesinin vatandaşlık modelini değişen şartlara göre güncelleyememesinden kaynaklandı. Halen 1930’lu yılların tekçi anlayışı 21. yüzyılda sürdürülmeye çalışılıyor. Halbuki 1930’lu yılların paradigması iki savaş arası olağanüstü koşullar tarafından şekillenmiş ve 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin temel prensipleri belirlemediği bir paradigma. 1970’lerden bu yana tarafların diyalog yerine çatışmayı seçmiş olması da bu meseleyi çözümsüzlüğe itiyor. Çözüm için atılmış olan adımlar ise siyasetçilerin başarısızlığı ve güvenlikçi çevrelerin baskılarıyla tekrar otoriter politikalara dönüşle sonuçlandı.
Türkiye’de 40 yıldır savaÅŸ konuÅŸuluyor. Ne vakit barışı konuÅŸacağız?
Türkiye’de barışın konuşulması için atanmış ve seçilmiş siyasi elitlerin hukuk devleti ve demokrasi üzerinde anlaşmış olmaları gerekiyor. Türkiye’de bugüne kadar askeri ve sivil elit bir kısmı kendi vesayet rejimlerini inşa etme çabası içinde oldu. Ancak içinde bulunduğumuz mevcut sivil otoriterlik sonrasında Türkiye için önemli bir fırsat söz konusu. 2000’li yıllarda seçimle gelen iktidarın sivil otoriterlik inşası devlet kurumlarının çürümesine, kanunların aşınmasına ve hakların ihlaline yol açtı. Güçler ayrılığının sona ermesi ve orantısız güç yoğunlaşmasıyla birlikte dış politikadan gündelik yaşama kadar Türkiye’de yönetimsizlik ve adaletsizlik hakim oldu. Yeni dönemde siyasi aktörler adaleti sağlamak için hukuk devleti ve demokrasiye yönelime ihtiyaç duyacaklar. Bu değişim Kürt meselesinde barışın konuşulmasına olanak sağlayabilir.
Diyarbakır 5. Nolu zindanı, binlerce faili meçhul cinayet, yakılan binlerce köy, son örneÄŸini Roboski’de gördüğümüz kitlesel katliamlar, bu hukuk dışı dayatmacı anlayış daha ne kadar devam edecek. Bu sürdürülebilir bir politika mı?
Türkiye’deki etnik çoğunlukçu vatandaşlık anlayışı Kürtlerin kolayca kriminalize edilmesini ve Kürtlere şiddetin meşrulaştırılmasını beraberinde getiriyor. Bu vatandaşlık anlayışı değişmedikçe bahsedilen üzücü olayların tekrarlanması maalesef olası. Ancak mevcut iktidar sonrasında Türkiye’de hukuk devleti inşası temel bir şarta dönüşeceğinden bu anlayışın değişmesini beklemek mümkün. Tabi ki burada siyasi elitlerin iradesi büyük önem kazanıyor. 1982 Anayasası’nın siyasetin işleyişini belirlediği bu dönemden çıkış ihtimali ancak siyasi elitlerin diyalog, müzakere ve iradesiyle ortaya koyacakları yeni bir toplumsal sözleşmeyle gerçekleşebilir.
Türk askeri, Türk bayrağı, Türk dili, Türk edebiyatı… Türkçülük ve tekçilik üzerine inÅŸa edilmiÅŸ bir siyasi düzende, Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Rumlar, LGBTİ bireyler kendilerine yer bulabilir mi?
Küresel siyasette artan risklerle birlikte ulus devlet otoritesi daha az sorgulanır hale geldi. Pandemi ve ekonomik kriz şartlarında kamu gücünün meşruiyeti arttı. Dünyada ulus devletlerin halen etkin olduklarını ve yakın gelecekte gücünü koruyacaklarını söylemek mümkün. Bu şartlarda mevcut siyasi iktidar elitlerinin etnik çoğunlukçu ve tekçi anlayışı değiştirmeyeceğini rahatça öngörebiliriz. Nitekim seçimle gelen otoriterlik, hedef aldığı azınlıkları çoğunluğun gözünde düşmanlaştırmadan sandığa dayalı meşruiyetini sürdüremez. Ancak ülkede iktidar değişimi gerçekleşirse, kimliğine bakılmaksızın tüm kişilerin hem kanunda hem de uygulamada eşit vatandaş olarak ayrımcılık ve dışlamaya maruz kalmadan temsil hakkını elde edebileceği bir modelden bahsetmek mümkün olur.
Kürt meselesinin çözümüne dair neler söylemek istersiniz. Nihai barışa ilişkin çözüm perspektifiniz nedir?
Kürt meselesinin çözümünü konuşabilmek için öncelikle Kürt siyasi hareketinin üzerindeki kayyum, gözaltı ve tutuklama gibi ceberut politikaların sona ermesi gerekiyor. Ayrıca tarafların gerçekçi olması ve maksimalist yaklaşımdan uzak olmaları temel şart. Bu çerçevede tarafların şiddetten uzaklaşması ve kamuya açık şekilde diyalog zemininde bir araya gelmesine paralel olarak, AB yerel yönetimler şartının uygulanması, anadilde eğitim, sağlık, iletişim ve yerel hizmetler gibi temel hakların eşit vatandaşlık ilkesiyle uyumlu bir şekilde sağlanması ve garanti edilmesi gerekiyor. Siyasal eşitliğin yanında sosyal ve ekonomik adaletin gerçekleşmesi için kamu politikalarının hem ulusal hem de yerel düzeyde uygulanması çözümün toplumsallaşmasını kolaylaştıracaktır. 2000’li yıllarda bölgesel kalkınma ajansları kurulmuştu ancak bu hamlelerin devamı gelmemişti. Daha hızlı yönetişim ve sosyal adalet için bölgesel kurumların ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi temel rol oynayacaktır. Bunun yanında siyasilerle birlikte, medya ve kamusal görünürlüğü olan kişilerin itidalli bir dili benimsemesi de iki tarafta da yer alan radikallerin çözüm politikalarını sabote etmesini engelleyecek temel bir gereklilik.