Aslıhan Gençay (asligencay)
AYSEL TUĞLUK İÇİN ADALET-2
Dün Aysel Tuğluk’un hukuki koşullarıyla hakkında verilen çelişkilerle dolu rapor ve kararlardan bahsetmiştik. Bugün Tuğluk’un durumunun insan hakları mücadelesiyle uluslararası insan hakları sözleşmeleri ve mahkemeleri açısından nasıl değerlendirileceği kapsamında sorularımızı, İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı ve uluslararası insan hakları savunucusu Eren Keskin’e sorduk.
Hakları Derneği Eş Genel Başkanı ve uluslararası insan hakları savunucusu Eren Keskin’e sorduk.
Aysel Tuğluk’un sağlığına dair farklı devlet kurumlarından farklı teşhisler yapılmaya devam ediliyor. Adli Tıp Kurumu “hafif bilişsel bozukluk” teşhisinde ısrar ediyor. ATK geçmişte de insan hakları mücadelesinde gündem olmuştu. ATK hukuken tek yetkili kurum mudur?
Adli Tıp Kurumu, Türkiye’de işkencenin belgelenmesinde, ölüm raporlarının düzenlenmesinde ve cezaevindeki mahpusların hastalıklarının tespitinde, raporları delil kabul edilen tek bilirkişi kurumu. Mahkemeler ve savcılıklar bu tür olaylarda, yani işkence, şüpheli ölüm ve cezaevindeki hasta mahpuslar konusunda, sadece Adli Tıp Kurumu raporlarını delil olarak kabul ediyorlar. ATK, resmî bilirkişi kurumu ve tamamıyla siyasi iradeye bağlı olarak çalışan, devlet memuru olan bir kuruluş.
Bu kadar hassas konularda tek yetkili olmasının nedenleri nedir sizce?
ATK’nın hukuk alanında bu kadar yetkili bir makam olmasının en büyük nedeni, yaşadığımız coğrafyada işkencenin bir devlet politikası olması ve devletin, devlet memurlarının fail olarak cezasızlığının devam etmesini sağlamasıdır.
ATK’nın tartışmalı raporları hukuken ne gibi sonuçlar doğuruyor?
İşkence belgelenemiyor, ölüm raporları doğru dürüst düzenlenemiyor ve hasta mahpusların durumları, tıp etiğine uygun raporlanmıyor. Bütün bunlar, Türkiye’de var olan ve cezasızlığı temel alan devlet politikasıyla ilgili.
Uluslararası planda ve AİHS’e göre, ATK’dan kaynaklanan çelişkili raporlar söz konusu olduğunda ne yapmak gerekir, mağdurların uluslararası hakları nelerdir?
ATK’nın raporlarının delil olarak kabul edilmesiyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu önemli bir karar var. 1993 yılında, Mardin’de gözaltında tecavüze maruz kalan Şükran Aydın davasında Türkiye mahkûm edilirken, AİHM gerekçelerden biri olarak, bağımsız bir heyetten rapor alınmamış olmasını göstermişti. ATK’nın resmî bilirkişi ve bir devlet kurumu olduğunu, bu nedenle bağımsız bir rapor veremeyeceğini dile getirerek Türkiye’yi mahkûm etmişti. Bu çok önemli bir karardır. AİHM’in bu kararını, bütün işkence davalarında, çelişkili otopsi raporları söz konusu olduğunda ya da hasta mahpuslar için başvurularda, mutlaka savcılık ve mahkeme dosyalarına koyuyoruz. Ancak Türkiye, AİHS’in tarafı olmasına ve AİHM’in kararlarının bağlayıcılığına rağmen hâlâ bu konuda ısrarını devam ettiriyor ve bağımsız hekim raporlarını kabul etmiyor.
Aysel Tuğluk’la ilgili verilen ATK raporları da bağımsız sayılamaz o zaman…
Zaten en somut örneğini Aysel Tuğluk dosyasında görüyoruz. Aysel Tuğluk dosyasında bağımsız sayılabilecek kurum Kocaeli Devlet Hastanesi ama bu hastane, ATK gibi resmî bilirkişi kurumu değil. Kocaeli Devlet Hastanesi’nin, ayrıntılı bir incelemeden sonra vermiş olduğu raporda; Aysel Tuğluk’un cezaevinde kalamayacağı, yazıyor. Buna rağmen resmî bilirkişi ATK “Cezaevinde kalabilir.” raporu veriyor. Burada bağımsız hekim raporunun önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.
Peki, Anayasa Mahkemesi’nin tahliye talebini reddeden kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aysel Tuğluk’un avukatlarının, tedbiren tahliye edilmesine yönelik Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru sonrasında AYM’nin vermiş olduğu karar, bana göre “korkak” bir karardır.
Neden?
Çünkü bu kararda aslında bir şekilde hastalığın varlığı kabul ediliyor ancak şöyle deniyor mealen “Hastalık biraz daha ilerlesin, kontrol edin, ondan sonra tekrar bir düşünürüz.” Yani hukukun bu kadar bağımlı ve cezasızlığın bu kadar yoğun olduğu coğrafyada çok şaşırmıyoruz AYM’nin verdiği karara. Ama AYM hâkimlerinin AİHS’i ve AİHM kararlarını esas alması gerekiyor, almak zorundalar. Bu nedenlerle vermiş oldukları kararın, bağımlı yargının bir sonucu olduğunu düşünüyorum.
Yakın zamanda Aysel Tuğluk’un ziyaretine gittiniz, gördüğünüzde durumu nasıldı?
Ben Aysel’i çok eskiden beri tanıyorum. 90’lı yılların başından bu yana avukat olarak Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde her gün, her an birlikte olduğum bir arkadaşım. Zaten Aysel’i gördüğünüzde, hasta olduğunu hemen anlıyorsunuz. En başta vücut şeklinden ve bakışlarından anlaşılıyor. Ve Aysel yakın geçmişi unutuyor. Son gittiğimde hastalığının biraz daha ilerlemiş olduğunu gördüm. Örneğin Covid olmuştu ama belirtilerini anlatırken zorlandı. Şu anda iki kadın arkadaşla birlikte kalıyorlar ve arkadaşlarından birinin ismini unuttu. Ben onu çok fazla konuşturmak istemedim. Covid’i yeni atlatıyordu ve yorgundu. Önemle belirtmeliyim ki; dört ay önce gördüğüm hâline nazaran hastalığı çok daha fazla ilerlemiş durumdaydı.
Gültan Kışanak: Aysel Tuğluk korunaksız ve savunmasız
Aysel Tuğluk’la ilgili elimizdeki belgelerden biri de, koğuş arkadaşı, tutuklu HDP’li siyasetçi Gültan Kışanak’ın, Tuğluk’un sağlığına dair yazdığı bir mektup. Elbette ki Tuğluk’u en yakından tanıyan ve gözlemleyenler koğuş arkadaşları. Bu bakımdan mektuplar, Tuğluk’un sağlık durumunun daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. Kışanak mektubuyla cezaevi duvarlarını kaldırarak, Tuğluk’un yaşadıklarını görünür kılıyor:
“…Edibe Şahin, ben ve Aysel Tuğluk aynı odada kalıyoruz… Beş yılı aşkın bir zamandan beri Kocaeli 1 No’lu F Tipi CİK’te kadın siyasi tutuklu olarak birlikteyiz. Annesinin cenazesi sonrasında Aysel Tuğluk bambaşka bir insan oldu, içine kapandı. Yaşadığı travma adeta her bir hücresine etki etti. Bütün çabalarımıza rağmen onu bu travmanın etkisinden çıkaramadık. Sürekli baş ağrısı vardı ve öz bakımını eskisi gibi yapamıyordu/yapmıyordu. Bizlerle sosyal paylaşımını da giderek azalttı. Bir yıl böyle geçti. Önce konuşma güçlüğü çekmeye başladığını fark ettik. Konuşmak istediğinde uygun kelimeleri bulamıyor, her boşluğu “şey” kelimesiyle kapatıyordu. İsimleri hatırlamıyor, “…şey geldi.”, “…şey yaptım.” gibi cümleler kuruyordu. Bizler de bu durumu şaka konusu yapıyorduk. Ama Aysel bu şakalara gülmüyor; “Arkadaşlar gerçekten kelimeler aklıma gelmiyor.” diyordu. Giderek eşyaların da yerini karıştırmaya başladı, öyle ki dolabından eşyaları çıkarıyor, bakıyor, geri yerine koyuyor, sorduğumuzda ‘Bir şey arıyordum ama şimdi ne aradığımı da unuttum.’ diyordu. Aşırı derecede dalgınlık yaşıyordu. “
“Bizler Aysel’in bir türlü annesinin yasını bitiremediğini, bu nedenle dalgın ve unutkan olduğunu, içine kapandığını düşünüyorduk. Ve yasını bitirmesi gerektiğini, yaşananları geride bırakmazsak önümüze bakamayacağımızı anlatmaya çalışıyorduk. Bir yıldan fazla zaman böyle geçti. Aysel iyi değildi. Baş ağrıları çoktu, dalgındı, içine kapanmıştı, anlama güçlüğü çektiği için okumayı da bıraktı. Revire gittiğinde cezaevi doktoru, nöroloji bölümüne gitmesi gerektiğini söylüyordu ama Aysel bir süre nöroloji bölümüne gitmeyi reddetti. …durumun giderek kötüleştiğini görünce geçen yıl Ocak ayında Aysel arkadaşımızı nöroloji bölümüne gitmeye ikna ettik. Kocaeli Devlet Hastanesi nöroloji hekimi, gerekli tetkikleri yaptıktan sonra demans tanısı koyarak gerekli ilacı önce 5 mg olarak başlattı, bir ay sonra da 10 mg’a çıkardı…. “
“Tek başına yaşamını sürdürebilmek için cezaevi kurallarını bilmek, görevlilerin söylediklerini tam olarak anlamak, yapılması gerekenleri zamanında yapmak gerekir. Örneğin ailenle telefon görüşmesi yapabilmek için telefon görüş formunu doldurup görevlilere teslim etmen gerekir. Aysel; ne ailesinin telefon numarasını ne formun nasıl doldurulup hangi gün teslim edileceğini ne de telefon görüşünün hangi gün, hangi saatte olduğunu biliyor. Yanında birisi olmasa Aysel ailesiyle telefon görüşmesi bile yapamaz. …iki yıl önce bile dolabında ne aradığını zaman zaman unutuyordu. Şimdi artık gerekli kıyafeti bulma, düzgün bir şekilde giyinme, temiz-kirli çamaşırlarını birbirinden ayırma, çamaşırlarını temiz bir şekilde yıkama işlerinin hiçbirini yapamıyor. …ilaçlarını kendisine tek tek ve zamanında biz veriyoruz. Zira kendisi hangi ilacı, günün hangi saatinde içeceğini bilmediği gibi, içip içmediğini unuttuğu için fazla doz alması ya da hiç içmemesi mümkün. Zaman mefhumu neredeyse tümden kaybolmuş. Günleri, ayları bilmiyor, saati anlamıyor. Bir tutuklu için en kıymetli şey olan aile ziyaret gününü ve saatini bilmiyor. Hatta ‘Bugün görüş günü, ailelerimiz gelecek.’ dediğimizde hemen hazırlanmak ve odadan çıkmak istiyor. ‘Daha 4 saat var.’ diyoruz, kısa bir süre sonra ‘Hadi görüşe gidelim.’ diyerek kapıya dayanıyor. Daha görüş saatinin gelmediğini söylüyoruz. Bu durum defalarca tekrarlanıyor. O nedenle ziyaret saatinden kısa bir süre önce ‘Bugün görüş var, hadi üstümüzü giyinelim.’ diyoruz. Zamanı ancak böyle yönetebiliyoruz… “
“Hava soğuk olmasına rağmen iki üç kat kıyafet giydiremiyoruz. Gece uykuları bozuk, sık sık kalkıyor, geri yatağına geldiğinde üzerini örtmeyi beceremiyor, battaniyeyle dakikalarca uğraşıyor, sonuçta da üstünü tam örtemeden yatıyor. Arkasından kalkıp üzerini örtüyoruz. Yoksa açıkta yatıp hasta olacak. Tek başına musluğun sıcak-soğuk su ayarını yapamıyor. Merdiven inerken düşme tehlikesi geçiriyor. Semaverden çay alamıyor. Kaynar su tehlikesinden korumak için çayını biz doldurup veriyoruz. Biz eline vermesek su içmeyi unutuyor. Aynı odada kalan bizim ismimizi bile bazen unutuyor. Kitap, gazete, hatta kendi mektuplarını bile okuyamıyor. Kelimeleri birleştirip cümle hâline getiremediği için okuduğunu anlamıyor. Günlük basit, rutin refleks hâline gelmiş şeylerde küçük bir değişiklik olduğunda kafası iyice karışıyor. En sıradan farklılık karşısında paniğe kapılıyor, geriliyor, artık yapabileceği şeyleri bile yapamaz hâle geliyor. Her geçen gün unutkanlığının ilerlediğini görüyoruz.”
“Yanında bulunan kişilerin büyük bir sabır ve dikkatle davranması, Aysel’in yapamadığı şeyleri fark edip hemen uygun bir yöntemle yapması, konuşurken bulamadığı kelimeyi tahmin edip cümleyi tamamlaması, onu risk yaratacak şeylerden uzak tutması, kısacası Aysel’in aklındaki boşlukların yerini doldurması gerekiyor.”
“Meselenin fiziki bakım hizmetinden çok öte bir durum olduğunu anlayacağınızı umuyorum… Aysel Tuğluk korunaksız, savunmasız, yanındaki insanların insafına kalmış durumdadır. Tabii ki biz arkadaşları olarak kendisine gerekli özeni gösteriyoruz, göstereceğiz ama demans hastaları hukuken hakları korunması gereken kişilerdir.”
Yarın: AYSEL TUĞLUK İÇİN ADALET-3 / Şebnem Korur Fincancı: Hekim savcı rolüne bürünmüş
Reyhan Yalçındağ Baydemir: Bu işkenceye bir son verilmesi gerekiyor