Röportaj: Aslıhan Gençay (@asligencay)
15 Temmuz mahkemeleri karartılmaya çalışılıyor. Gerçekten ortada örgütlü bir yapının kalkışması olsa bu mahkemeler canlı yayınlanırdı. Hulusi Akar’la Hakan Fidan hiçbir mahkemede ifade vermedi. İktidarın saklamaya çalıştığı bir şey var ve ben bunun peşindeyim.
Cevheri Güven, YouTube kanalı çok izlenen ve her videosunda izleyiciyi şaşkınlığa uğratıp karanlık konulara ışık tutmaya çalışan bir gazeteci. Bu nedenle yayınları hep tartışma yarattı, Güven ya çok sevildi ya da şeytanlaştırıldı. Son dönemde, gazeteciler ve MİT ilişkileri üzerine yaptığı yayınlar yine bomba etkisi yarattı. Yandaş medyadan Sabah gazetesinin ilkesizce onu, evini fotoğraflayarak ifşa etmesi ve neredeyse fanatiklere hedef göstermesi ise saldırıların geldiği son noktaydı.
Günümüzde antipropaganda da “popstar”lar yaratır ve Cevheri Güven gazetecilerin popstarı şu anda. Gazetecinin haber olması pek tercih edilen bir durum olmasa da Güven’e yapılan saldırıların nedeni, çektiği videoların etkisi ve halkın onu sevmesiydi. Bundan dolayı Güven’e videolarında yer alan bilgileri, MİT’in gazetecilerle ilişkilerini, 15 Temmuz darbe girişimine dair düşüncelerini, önümüzdeki seçim sürecini ve millet ittifakını sorduk. İki bölüm hâlinde yayınlıyoruz.
Hep iktidarın ve iktidar yanlılarının hedefiydiniz ama son dönemde saldırılar yoğunlaştı, eviniz ifşa edildi. Daha kötüsü bu durum yandaş medya tarafından meşrulaştırıldı. Şu anda hissiyatınız ne, korkuyor, çekiniyor musunuz?
Ev adresimin arandığını sekiz dokuz aydır biliyordum. Açıkçası bulmak da çok zor değil zira gizli saklı yaşamıyorum. Mesleki olarak sürekli konferanslara katılıyorum ve takip edip rahatlıkla bulabilirlerdi ki muhtemelen böyle buldular. Aslında adresi bilmelerinden ziyade lokasyonuyla birlikte açıkça yayınlamalarının nedeni hedef göstermek. Şimdi Almanya’da bana yapılacak herhangi bir saldırı, paramiliterlerin işi olarak geçiştirebilir. Tehlikeli bir durum, ailem, çocuklarım var, insani olarak ister istemez endişe ediyorsunuz. Mesajın diğer yönü ise etkili gazeteciliği bitirmeye çalışmak. Anlaşılan seçime giderken etkili herkes üzerinde baskı kurmayı öncelikli görmüşler. Gazeteciliğe devam edeceğim ve bu konuda herhangi bir çekincem yok.
Güvenlik önlemleriniz var mı?
Gerek yerel otoriteyle görüşerek gerekse de kendim belirli güvenlik önlemleri aldım.
Görüntülerdeki ev sizin mi?
Kiraladığım ev aslında.
Biz burada biraz lüks bulduk bir gazeteci için…
Tabii Türkiye’den bakınca biraz lüks gözüküyor iki katlı evler ama Almanya standartlarında çok normal. Aslında iki katlı bir evde yaşamıyorum; alt katta bir Alman komşum var, üst katta da ben oturuyorum. Dubleks daire demişler ama normal bir çatı katı sadece. Ayrıca dedikleri gibi bir yerde de oturabilirdim, sonuç itibarıyla ben paramı kendim kazanıyorum, bir kamu kaynağından vs beslenmiyorum.
Oda TV, Toygun Atilla sizinle ilgili yayınlara devam ediyor. Sizi çocukluğunuzdan başlayarak anlatmasının etik bir gazetecilik olmadığını görüyoruz. Hem PKK sempatizanı hem de FETÖ’cü olmakla suçlandınız. “Sorun bunu kendisine…” diye ısrar ediyor yazılarında. Soruyorum, bu iki iddia hakkında ne diyorsunuz?
Ben Süleyman Soylu ve mafyatik ilişkilerle, özellikle de Soylu’nun emniyet içinde kurduğu çetevari yapılanmayla ilgili bilgileri deşifre edince, siber daire tarafından 81 ile, hakkımda araştırma yapılması için talimat gönderilmişti. Bu Süleyman Soylu’nun talimatıydı. Türkiye’nin tüm illerinde çocukluğum, yaptıklarım, kaldığım otellere kadar hakkımda her türlü araştırma yapıldı ve hiçbir şey bulunamadı. Emniyetin bütün birimleri herhangi biri hakkında böyle bir araştırma yapsa muhakkak bir şeyler çıkartır ama olmadı. Anlaşılan bir bilgi notu oluşturulmuş ve benim Nuh Yılmaz’la ilgili yayınlarımdan sonra bu not, içerisine kara propaganda unsurları da eklenerek gazetecilere gönderilmiş.
Hangi gazetecilere?
İki tür medyayla çalışıyorlar. Biri, bildiğimiz yandaş medya ki onlar etkinliklerini kaybetmiş durumdalar, diğeri de Oda TV, Veryansın TV gibi yayınlar. Bunlar biraz daha ortada duruyor ve seküler görünümlüler. İlk atış bunlar üzerinden başlatıldı. Gördük ki bu yetmedi ve yandaş medyayı da kullanıp işi, adresimi ifşaya kadar götürdüler. Önemli olan şu; itibarsızlaşma kampanyası yürütüldü ama başarısız oldu çünkü insanlar, bunların ne tip yöntemler kullanıp, yalanlar uydurduklarının artık farkında. İtibarsızlaştırma tutmayınca da tehdit geldi.
Günümüzde antipropagandanın eksiden çok artı puan getirdiğini düşünüyorum zira reklam saikleri komple değişti. Bu yayınların başlamasında etkili olan videonuza gelirsek, oradaHilal Kaplan’ın bir tweet’i üzerine, 2017’de PKK tarafından kaçırılan MiT yöneticileri Erhan Pekçetin ve Aydın Öngel’in daha önce yayınlanmış ifadelerini ele almıştınız. Neden tekrar gündeme getirmek istediniz?
Konu benimle ilgili kara propagandalar ve 15 Temmuz’da Nuh Yılmaz’ın rolü olunca ister istemez şu ortaya çıkıyor; MİT de, emniyet de asli vazifelerini yerine getirmek yerine ya kendi vatandaşlarını takip ediyor ya da 15 Temmuz örneğinde olduğu gibi tamamen görev alanlarının dışında işler yapıyor. MİT’in yönetimi, teşkilatı sürekli görev alanlarının dışında, bir partinin siyasi çıkarları için kullanıyor. MİT’in iki daire başkanının PKK tarafından kaçırılması bir skandaldır. Benzeri bir skandal, MİT’in, benim çiftlik olarak değerlendirdiğim, işkence merkeziyle ilgili konularda da yaşandı. Devletin tüm kurumları onları bağlayan yasalar çerçevesinde hareket etmeli ama yapmıyor, mesela benim evimin adresini yayınlıyorlar. MİT’in harcayacağı bir efor varsa bunu, beni takip etmek yerine iki daire başkanını PKK’nin elinden kurtarmaya harcaması lazım.
Peki, Hilal Kaplan iktidara yakın bir isim, neden “Nuh’un köpekleri” ibaresini içeren bir tweet attı sizce? Özel hayatıyla ilgili yazılanlara kızıp öfkeyle devleti hedef göstermeyecek kadar profesyonel biri değil mi?
Hilal Kaplan, AKP’nin kara propaganda merkezi olarak bildiğimiz meşhur Pelikan yalısında çok önemli, yönetici pozisyonunda bir isim. Hangi medya organında örtülü ya da açık neler yapabiliyoruz, hangi gazetecilerle ilişkilerimiz var gibi konularda, AKP’nin kapasitesine de hâkim. Pelikan çetesi, Fahrettin Altun ve CB İletişim Başkanlığı ile Nuh Yılmaz, AKP iktidarının içinde ayrı kuvvetler. Hepsi kendince medyayı kontrol edip algı operasyonları gerçekleştiriyorlar ki AKP’nin en büyük kuvveti de bu algı operasyonları. Oda TV’nin başına Toygun Atilla’nın getirilmesi ise tamamen MİT’in kontrolünde gerçekleşti, o yüzden ben Toygun Atilla oraya atandı, diyorum.
Hilal Kaplan, MİT ve Nuh Yılmaz’ın Oda TV’deki gücünü, oradan kendisine veya AKP içindeki bir isme yapılacak sadırının kontrol dışı olamayacağını biliyor. Dolayısıyla Oda TV’de evliliği ve özel hayatıyla ilgili bir darbe haberi yapılınca bunun planlı olduğunu analiz ediyor ki bence haklı. Kaplan buna yönelik bir tweet attı. Sonucu da hemen gördü zaten; Oda TV konuyu devam ettirmedi, haberi pasife aldı. Benim “Nuh’un Köpekleri” videomdan sonra olay tekrar alevlenince Soner Yalçın bir açıklama yaptı ve “Nuh Yılmaz’ın kim olduğunu bilmiyorum.” diyerek suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı.
Hilal Kaplan’ı da zaten FETÖ’cü olmakla, FETÖ’yle bağlantı kurmakla itham ettiler…
Buna saray içi bir çatışma, güç çatışması diyebiliriz.
Resmî açıklamalara göre Nuh Yılmaz, 2017’de görevden alınmış, sizin bilgilerinizde de öyle mi?
Nuh Yılmaz göreve geldiğinden beri yasalarla belirlenmiş alanın dışına çıktı ama Hakan Fidan’a göre kara propaganda ve medyanın kontrolü anlamında başarılıydı.
Evet, Erhan Pekçetin de basın bölümünün “dalga geçilen” pasif bir bölüm olduğunu, Nuh Yılmaz’dan sonra aktifleştiğini anlatmıştı.
Zaten Nuh Yılmaz basın müdürü olduktan sonra MİT tarihinde ilk defa bölüm doğrudan müsteşara bağlandı. Bu da Nuh Yılmaz ve medya operasyonlarının, Hakan Fidan için önemini gösteriyor. Şu anda Nuh Yılmaz, basın faaliyetlerini de kontrol eden daha üst bir pozisyonda, Hakan Fidan’ın yanında. Bir görevden alma değil, terfi söz konusu.
Gelelim Hande Fırat’a, Hande Fırat sizce MİT’le mi çalışıyor, MİT’in elemanı mı?
Erhan Pekçetin’in ifadelerinde de görüyoruz ki MİT gazetecileri kategorilere ayırmış ve bir önem sıralaması var. Yine Pekçetin’in söylediğine göre Nuh Yılmaz’ın birimi üzerinden hazırlanan haberler, bu sıralamaya göre gazetecilere gönderilip yayınlatılıyor. Geçmişte bu gazeteciler genellikle Milliyet ve Hürriyet’in temsilcileri, güvenlik veya genelkurmay muhabirleriydi. Genelkurmayda üretilen psikolojik harp ürünü haberler, bu gazetecilere servis edilir, yayınlatılır ve ülke genelkurmayın istediği psikolojik zemine oturtulurdu. Fakat Türkiye’deki kurumların önem sıralaması, Roboski hadisesinden sonra değişti.
Nasıl değişti?
Genelkurmay, Roboski’den sonra büyük bir darbe aldığı için MİT, eskiden genelkurmayın oynadığı merkezi rolü üstlendi ve ülkedeki algı yönetimi MİT üzerinden yapılmaya başlandı. Geçmişte nasıl genelkurmayın gazetecileri varsa şimdi de MİT’in gazetecileri var. Geçmişte Hürriyet gazetesinin temsilcisi, mesela Sedat Ergin, genelkurmayın temsilcisi gibi hareket ederdi şimdi de Hande Fırat, MİT’in temsilcisi gibi hareket ediyor. Yani Hürriyet gazetesinin temsilcisinde bir değişim yok, devletin kendisine biçtiği rolü oynuyor.
Yeni bilgi olarak; 14 Temmuz 2016’da Hande Fırat ve Nuh Yılmaz’ın MİT’in gizlilik esaslarına göre buluşup fazla bilinmeyen bir restoranda yemek yediklerini iddia ettiniz. Hande Fırat iddiaları reddetti ve açıklamalarından birinde; “HTS kayıtlarıma bakılsın, 14 Temmuz’da Nuh Yılmaz’la buluşmadım.” dedi. Ama zaten sizin iddianıza göre HTS kayıtlarına bakılamazdı zira gizlilik esaslarına göre telefonlar yanlarında değildi. Peki, çok ayrıntı veriyorsunuz, elinizde bu buluşmaya dair bir belge var mı?
MİT’in 15 Temmuz çerçevesinde yargılanan bir mensubu var ve Hande Fırat’la Nuh Yılmaz arasında çok sıkı ilişki olduğu, teşkilat gizlilik esas ve yönetmeliklerine göre görüştükleri, bu kişinin ifadesinde geçiyordu. Bu ne demek biliyor musunuz? Bir gazeteciyle bir MİT elemanıymış gibi görüşmek demek. MİT, bir kişiden bilgi alıyor ve o kişiyi bir biçimde kullanıyorsa buna kendi literatüründe “teşkilat usul ve esaslarına göre görüşme” der. İfadede Hande Fırat ve Nuh Yılmaz’ın bu şekilde görüştüğü belirtiliyor. Araştırmalarım bu bilgi üzerine başladı ve Nuh Yılmaz’ın 15 Temmuz gecesi FaceTime görüşmesi esnasında Hande Fırat’ı araması ilahi bir tesadüftü. Hande Fırat ve Nuh Yılmaz, 14 Temmuz’da Ankara’nın kıyıda bir bölgesinde, Aspava Restoran’da görüştüler.
Detaylar var mı?
Bakın benim evimi fotoğrafladığı söylenen Abdurrahman Şimşek’in başında siyah bir beyzbol şapkası vardı, o gün o yemekte Nuh Yılmaz da bir beyzbol şapkası takmıştı. Bu normal bir ilişki biçimi değil. Hatırlarsanız aynı yandaş medya Metin Gürcan’ın, İspanya büyükelçiliği çalışanıyla görüşmesi sırasında beyzbol şapkası takmasını, ajanlık faaliyetinin delili olarak sunmuştu. Hürriyet gazetesinin temsilcisi MİT’in yöneticisiyle gizli ajan gibi görüşmez, görüşme resmî alanlarda yapılır. Bu görüşmeden sonra 15 Temmuz yaşanınca ve o gece en büyük kırılma anı Hande Fırat’ın gerçekleştirdiği görüşme olunca bu bilgi çok anlamlı hâle geliyor. O gün orada görüştüklerini kendi haber kaynaklarıma teyit ettirdim. Bu konuda eminim.
Hande Fırat “Bir senaryonun parçası değilim, gazeteci olduğum için herkesle görüşebilirim.” de dedi. Muhalif gazeteciler de savunmalarında bunu sıkça söyler. Mesela Sedat Peker gibi mafyacılarla görüşen gazeteciler için de aynı durum söz konusu olabiliyor. Bu savunma Hande Fırat için neden geçerli olmasın?
Sedat Peker’le görüşen gazeteciler bunu inkâr etmiyor. Evet, gazeteci herkesle görüşür ama biriyle görüştüğü ortaya çıkarsa bunu inkâr etmez. Hande Fırat’ın 15 Temmuz’la ilgili kitabında yazdıkları, Kelebek ödül töreninde söylenenler gibi realiteler birbiriyle çelişiyor. Mesela “Tayyip Erdoğan’la görüşeceğimden kimsenin haberi yoktu.” diyor fakat Aydın Doğan haberdar olduğunu açıkça söylüyor. Bu çelişkiler bir şeylerin gizlendiği hissini yaratıyor.
Hande Fırat “Aydın Doğan yaşından dolayı tarihleri karıştırdı.” da diyor fakat bu açıklamayı sizin videonuzdan sonra yaptı, neden daha önce belirtmedi enteresan… Pekçetin’in ifadelerinde Cem Küçük’ün de adı geçiyor, Amerika’dan Nuh Yılmaz’ın isteğiyle geldiği söyleniyor. Küçük için yorumunuz nedir?
O ifadede geçen gazeteci isimlerini görünce şaşırdınız mı deseniz, hiç şaşırmadık. Kimsenin şaşırdığını da düşünmüyorum açıkçası. Cem Küçük, 15 Temmuz öncesi Aydın Doğan’ın korkutulup sindirilmesinde uzun süre görev aldı. Her gün Aydın Doğan’ı tehdit ediyor, hakkında “Mal varlığına el konulacak, PKK’ye yardımdan içeri atılacak…” şeklinde yazılar yazıyordu. Aydın Doğan’ın psikolojisini o derece bozmuştu ki güne onun yazılarını okuyarak başladığını biliyorum. Erhan Pekçetin’in ifadesinde görüyoruz ki bunlar kendisine verilen bir misyon çerçevesinde yapılmış.
MİT’le ilişkileri olsaydı övüneceklerini söyleyenler de yok mu?
Mete Yarar, benim videomdan sonra bir program yaptı ve dedi ki “MİT bana bir görev verirse bunu yapmaktan onur duyarım.” Bunu söylediği sırada arkasındaki rafta basın kartı asılıydı. O şimdi kendini asker olarak tanımlamıyor ve “Gazeteciyim.” diyor. Oysa bir gazeteci MİT adına görev yapmaz, gazeteci ajan vs değildir. Mete Yarar askerken, askerlik görevinin etik ilkelerinden bihaberdi ve üniformasını bir şirketin ticari çıkarı için kullandı. Şimdi de gazeteciliğin ahlaki ve mesleki ilkelerinden haberi yok.
Siz 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminin bir senaryo, bir kurgu olduğunu mu düşünüyorsunuz?
TSK tarihinde askeri darbeler de başarısız kalkışmalar da mevcut. 15 Temmuz’da bir askeri hareketlilik olduğunu hepimiz gördük ama genel olarak büyük fotoğrafa baktığımızda 15 Temmuz, bunların hiçbirine uymuyor. En önemlisi, hepsinden farklı olarak mahkemeler üzerinde büyük bir karatma var. Özellikle Akıncı üssü davasına sadece kendi seçtikleri, akredite ettikleri gazetecileri aldılar. Biz o davada suçlananların, mesela Hulusi Akar’la tüm gün aynı odada olanların, ne söylediklerini öğrenemedik. Bu karartma çabası, bir istihbarat operasyonunu düşündürtüyor. Gerçekten ortada örgütlü bir yapının kalkışması olsa inanın bu mahkemeler canlı yayınlanırdı. Enteresan olan, suçlananlar mahkemelerin canlı yayınlanmasını isterken, darbe girişimin mağduru olduğunu söyleyenler karartmaya çalışıyor. 15 Temmuz’un en kilit iki ismi Hulusi Akar’la Hakan Fidan, hiçbir mahkemede ve mecliste ifade vermediler, resmî olarak bir meclis raporu çıkmadı. İktidarın saklamaya çalıştığı bir şey var ve ben bunun peşindeyim. İktidar değiştiğinde, tutuklular kendilerini özgürce ifade edebildiklerinde, şu an anlatılan 15 Temmuz hikâyesinden çok farklı gerçekler ortaya çıkacak.
Bir askeri hareketlilik oldu diyorsunuz, peki neden oldu?
TSK’nın komple bir tuzağa düşürüldüğünü düşünüyorum. Çünkü bu hadiseden sonra TSK tamamen yeniden yapılandırıldı.
YARIN: Cevheri Güven: Seçimi kazanacak kişi aday olmalı