* 9 Eylül’de, Yunanistan’ın Midilli adasında bir mülteci kampı yandı. Aralarında çok sayıda çocuğun bulunduğu 13.000 kişi geçici evlerini terk etmek zorunda kaldı. Çoğu Afganistan vatandaşıydı. Geçen hafta bazı göçmenler bu durumu protesto ettiler. Yunan yetkililer yeni bir kamp kurmaya başladı; ancak göçmenler Yunanistan’ı terk etmek ve Avrupa’ya gitmek istediler. İstekleri yerine getirilmedi…
Her şey kadim Yunan medeniyetinde mülteci botunun patlamasıyla başladı. 1981 yılında AB üyesi olduktan sonra Doğu’dan Batı’ya geçiş ülkesi olarak popülerliği artan Yunanistan ‘Avrupa’nın insanlık sınavına tabi tutulduğu ülke’ konumuna geldi.
Avrupa, savaştan mustarip Afrika ve Ortadoğu ülkelerinden gelen dev göç dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Aslında denklem çok basitti. Süper, ultra, mega güçlü ülkelerin katkısıyla (!) başlayan iç savaşlar, müdahaleler sonucunda savaşın dozunun artmasına; yaşam hakkının tanınmaması sonucunda da insanları göçe sevk etti. Bu durum, dünya üzerinde yaşayan herkesi içine alan bir döngüydü.
ABD – Avrupa Birliği – Rusya – Çin – Uygur – İsrail – Suriye –Türkiye –Kürdistan -.. vs gibi güçler arasında kurulan denklemden; her gündem olduğunda da ‘bu sefer her ülkenin hakkına razı olacağı şekilde çözülecek’ denilen savaş / barış oyunlarından bahsediyorum. Savaşarak, dövüşerek, kaş-göz patlatarak, yaralayarak, öldürerek; mermi – füze atarak, mayın döşeyerek, tanksavar kullanarak; yetmediği zaman kimyasal silah icat ederek çözüm üretmeye çalıştığımız insani(!) eylemlerden…
Göçün yaşanmasında en önemli faktör savaşın ve iç kargaşanın olduğu ülkelerde güvenli bir ortamın olmayışıydı. Bedel ödeyenler kimler mi? Sıradan insanlar… Onlar kargaşadan ve savaştan kaçıp uzun bir ömür / ölüm yolculuğuna çıktılar. Yıllarca sömürülmüş Afrika coğrafyasından; Afganistan, Pakistan, İran, Suriye’den… Kimi çekik gözlü, kimi kavruk tenli, kimi siyahi olan insanların çoğu Müslüman. Uzun bir yola çıkan bu kişilerin hikayeleri tam bir insanlık trajedisi. Aralarında güvenlik güçlerine yakalandıkları zaman parmak izi kaydı verdiklerinden ‘parmaklarını keserek’ Yunanistan’dan kaçanlar bile oluyordu. -Di’li geçmiş zaman kullandığıma bakmayın. Bu kavga bitmedi, bitmiyor, bitmeyecek…
Kayıp elbette sadece fiziki bir ya da birkaç parmaktan ibaret değil. Bir hayat, bir vatan, bazen aile, bütün bir mazi, yaşanmışlıklar, hayaller…
Bir şekilde Avrupa’ya gelen mülteciler ise Avrupa standartlarına entegre olmaya devam ediyorlar.
Nasıl mı?
Öz kültürleri, inançları, yaşam tarzları farklı olan göçmenler için Avrupa’da uyulması gereken ekstra kurallar var. Adeta yaşadıkları kayıpların üzerine istifledikleri yeni kurallarla özgürlük ve insanca yaşam için yeni bedeller ödüyorlar. Gelinen yeni ülkelerde sivil özgürlük, hukukun egemenliği, liberal demokrasi, bireylerin toplumda eşitlik hakkı birey adına devlet koruma altına almıştır
“İngiltere’de yasak olanlar dışında her şeye izin vardır. Almanya’da izin verilenler dışında her şey yasaktır. Fransa’da yasak olsa da her şeye izin vardır. Rusya’da ise izin verilmiş olsa da her şey yasaktır.” Britanyalı politikacı Winston Churchill’e ait olduğu iddia edilen söz, Avrupa Birliği fikri ortaya çıktıktan sonra da özelliklerini koruduklarını gösteriyor. Hitler Almanya’sında yapılan yanlışlardan ders alan Alman insanını ayrı tutarak yazıyorum.
On yıllardır bu ağır bedelleri ödeyen mültecileri; sosyal devlet anlayışıyla yetişmiş neredeyse yüzyıla yakın süredir herhangi bir savaş ile yüzleşmemiş insanların anlamasını beklemek safdillik olmaz mı?
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.