Politik söylemde kullanılan terimler genellikle iki farklı anlam taşırlar. Bunlardan biri kavramsal olan sözlük anlamıdır. Diğeri ise hakim güce hizmet eden belirli bir konu ya da inanç sistemine ilişkin kabul, ilke ve kurallar bütünü yani doktrinsel anlamdır. Her sözün, her dokunuşun bedeli vardı. Biz o sözlere toplum olarak inanmanın bedelini ödeyenlerden olduk.
‘Demokrasiden Dönüş Yok’ diye meydanlarda naralar atılırken alkış tuttuk. Yargı sorunları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki azgelişmişlik, siyasi partiler yasası, seçim yasası, Türkiye’nin demokratikleşmesi bağlamındaki sorunları bitirecek ‘Çözüm Süreci’ni Kürt halkının iktidar ortağı olacağı yeni bir Türkiye yapılanması olarak tabana sunan AKP’ye inanmıştık!
Dönemin iktidarı “Al hakları ver başkanlığı” sürecinde bir yol kazası çıksın istemediği için Kürt halkını kandırırken içten içe, ”Şu başkanlık koltuğuna parti liderimizi hele bir sağ salim oturtalım, gerisi kolay” diyordu. Ucu bucağı görünmeyen ve göz boyamadan ibaret bir yola girildiğini fark edip, avaz avaz “Kral çıplak değil, kendi kasalarını dolduruyor ve bu koltuk kapma oyunu ey ahali‼” diye avazımız çıktığı kadara bağırıp durumu ifşa edip ilan ettiğimizde ne oldu? Hatırlayanınız var mı?
İnsanlar, insanların içinde, insana hasret yaşamaya başladılar. Türkiye’de siyasilerin para, kasa, nisa (kadın) hırsı o dereceye ulaştı ki akraba ve komşular yıllardır tanıdıkları yakın çevrelerinden, güce taptıkları için şüphe etmeye başladılar. Nemalanan nemalanana bir Türkiye profili çaresiz insanları korkutuyordu.. Artık güçlü zayıfı daha rahat ezebiliyordu. Bir ev sahibi kiracısına ”Kocan cezaevinde, görüyorum ki sen de kirayı ödemekte zorlanıyorsun, borcu başka şekilde de ödeyebilirsin.” diye rahatça tekliflerde bulunuyor, bu hareketini kahramanlık destanı gibi kahvehanelerde erkeklere ballandıra ballandıra anlatıyordu. Cezaevlerinde ise değil kadınlara, erkeklere de güvenlik güçleri tarafından tecavüz ediliyordu.
İnsanlar pasaportları iptal edildiği veya haklarında arama kararı çıkartıldığı için ülkelerini illegal yoldan terk ettiler. Avrupa ise bambaşka sıkıntıların başlangıç kapısıydı.
Türkiye borçlandı
Siz siyasilerin, benim ülkeme karşı umutlarımı öldürmeye ne hakkınız vardı? Bana yaşayamadığım bir hayat borçlusun.
Akrabalarımı ve komşularımı bana düşman ettiğin için sosyal çevre borçlusun,
Tüm diplomalarımı iptal ettiğin için eğitim, öğretim borçlusun,
İşimden, aşımdan, emeğimden ettiğin için ekmeğimi borçlusun,
Ödediğim vergilerle kendine saltanatlar kurduğun için izzet-şeref borçlusun,
Sanatı ve sanatçıyı pandemi bahanesiyle susturduğun için kültür-sanat borçlusun,
Dinin içini boşaltarak ahlaktan uzak, içi boş yeni bir din getirdiğin için ahlak borçlusun,
Tüm toplumu ayrıştırarak ötekileştirdiğin için kardeşlik borçlusun,
Ormanlar yanarken zamanında müdahale etmediğiniz için doğal hayat borçlusun,
Tüm tarihi eserleri ranta kurban ettiğin için geçmiş borçlusun,
Yarınlarımızı elimden aldığın için gelecek borçlusun..
Doğup büyüdüğüm, vatandaşı olduğum ülkede katlanmak zorunda kaldığın bir eziyet gibi davrandığın için psikoloji borçlusun,
Vatanımdan sürgün ettiğin için bir VATAN borçlusun,
Ben bir gazeteciyim, bana ve yüzlerce gazeteciye de özgür basın borçlusun.
Adalet Bakanlığı verilerine göre bu dönemde 400 gazeteci için toplam 4000 yıl hapis cezası istendi, 3 bin 315 yıl hapis cezası verildi. Birçok gazeteci cezaevine girerken birçoğu da sürgün hayatı yaşamaya mahkum edildi.
ve biz gittiğimiz ülkelerden de özür dilemek zorunda kaldık…
Ben bir mülteci gazeteciyim
– Ülkenize kendi kültürümüzle gelerek sizi rahatsız ettiysek özür dileriz.
– Sizin vergilerinizle yapılan yollarda, caddelerinizde, parklarınızda yürüdüysek özür dileriz.
– Dilinizi bilmediğimiz için sizi anlamadıysak, çabalasak da sizin gibi konuşamadıysak özür dileriz.
– Plajlarınıza çocuklarımızın cesetleri vurduğu için vicdanlarınızı rahatsız ettiysek özür dileriz..
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”