Şehir yaşamını bırakıp kırsal yaşamı seçmenin ruh ve beden sağlığıma sağladığı fayladaları her gün yine yeniden deneyimliyorum. Doğa ile içice yaşamak, doğadan öğrenmek, doğanın iyileştirici gücünü keşfetmek inanılmaz bir zenginlik. Son yıllarda alanında gerçekten uzman olan pek çok eğitmenin eğitimlerine katılma fırsatım oldu ama sanırım beni en çok doğa eğitti… Ve yavaş yavaş ondan öğrendiklerimi danışanlarıma yardım etmek için kullandığımda da nasıl işe yaradığına her seferinde bir kez daha tanık oluyorum.
Özellikle specturumda olan bizler için doğa müthiş bir ilaç… Her gün en az 15 dakika toprakta çıplak ayak yürümek doğal bir sakinleştirici ve dengeleyici. Toprağa basmak sadece otistiklere değil herkese iyi geliyor tabii ki çünkü bedenimiz topraklanıyor ama spekturumdakiler için bu gerçekten fark edilmesi gereken bir ihtiyaç. Son yapılan araştırmalardan sonra yeni yeni bazı okullar spekturumda olan öğrencileri düzenli olarak ayakkabılarını çıkartıp çimenlerde gezmeleri için teşvik ediyorlar. Aslında keşke bütün çocuklara böyle bir imkanı olsa… Ayakkabıları olmadan toprakla bütünleşme özgürlüğü…
Gelişen teknoloji ve şehirleşme ne yazık ki sadece bizleri değil çocukları da doğadan koparttı ve kopartmaya devam ediyor ancak bu kopuş hepimizin hem beden hem de ruh sağlığını oldukça olumsuz etkiliyor.
Kırsalda yaşadıkça aslında ne kadar az şeye ihtiyacım olduğunu ve basit bir yaşamın beni ne kadar rahatlattığını da tamamen anlamış oldum. Şehir yaşamından ve o yaşamın gerekliliği olan karmaşık (benim için) insan ilişkilerinden uzak olunca maskeleme ihtiyacınızda tamamen ortadan kalkıyor. Maskelemeden yaşadıkça sakince ve huzurlu yaşamanın da mümkün olduğunu deneyimliyorum.
Bir otistik olarak sosyal ilişkiler içindeki bazı denklemleri anlayamıyorum. Anladığımı sandığım her seferinde bir kez daha anlamadığım gerçeğiyle yüzleşiyorum… Neyi kaçırıyorum bilmiyorum, ama hep bir şeyleri kaçırıyorum…
Otizmin bir hediyesi olarak bir yanım çok zeki ama diğer bir yanım ya çok saf ya çok aptal… İnsanlarla aynı dünyayı paylaşmadığımı unutabiliyorum. İnsanlardaki ani duygusal değişikliklerde kilitleniyorum… Ne, ne zaman, nasıl değişti takip edemiyorum. Ama artık insanlarla yakın ilişkileri beceremediğimi kabul ettim. O nedenle de sevdiğim insanlarla bile arama bir sınır koymayı nihayet öğrendim…
Sınır koyamamak özellikle yetişkin kadın otistiklerde büyük bir sorun. Sınırın ne olduğunu anlamak, hem sınırları koyabilmek hemde onları koruyabilmek bizler için çok zor. Benim terapistim bu konuda aylarca uğraşmıştı benimle şimdi ben de danışanlarımın bu konuda ne kadar zorlandıklarını sıklıkla gözlemliyorum… Ve onları o kadar iyi anlıyorum ki… Sınırlar ve sınırlarını anlamakta zorlanan bizler…
Bir otizmli olarak sosyal ilişki dinamiklerini kesinlikle anlamadığımı kabul ediyorum, kırsalda yaşadığım için de sosyal ilişkilerim zaten minimumda bu da benim çok daha huzurlu ve dengeli yaşamama yardımcı oluyor. Fazla sosyalleşme benim bütün dengelerimi bozuyor ve benim en çok dengeye ihtiyacım olduğunu artık biliyorum. Ve Doğa her seferinde bu dengeyi kurmama yardımcı oluyor.
Kendime etrafımda bulunan somut durumlara konsantre olmayı öğretiyorum. Fırtınanın sesi gibi, sobanın ısısı ve çıtırtıları gibi, rüzgarın uğultusu, yağmurun ıslaklığı, odunun kokusu, kuşların sesi, güllerin kokusu, dumanın isi… Zihnimi dinlemek yerine, hooponopono yapmaya, yürüşe çıkmaya, okumaya, öğrenmeye dans etmeye ya da sadece doğayı dinlemeye konsantre oluyorum. Bütün bunlar bana yargılardan, eleştirilmekten, başarısızlıktan korkmamayı öğretiyor… Sessizliğin içindeki huzura kendimi bırakmanın dönüştürücü sihrini deneyimliyorum. Kimsenin sorumluluğunu üstlenmeden, kendimle, kendim için, kendi seçimlerimin her türlü sorumluluğunu alma cesaretini göstererek; kimseden, en çok da kendimden korkmadan ve suçluluk üretmeden yaşamayı öğreniyorum. Ve tüm bunları yapabilecek cesareti toplamam için bana yol gösteren ve her zaman kucak açan Doğa Ana’ya minnettarım… Çünkü Doğa Ana bana kucak açmasaydı sanırım şu anda burada bile olamazadım….