Bir soluk nefese hasret, telefonun başında bekliyorum.
Gün yüzü görmeyeceğiz bu gidişle.
Kışımız bitmeyecek.
Bahar hiç gelmeyecek.
Yıllarca evladının hasretiyle yanan annenin sesi kaya gibi üzerime devriliyor.
Kardeşim diye yakarıyor. Kardeşim, sen öldün sıra bende!
Yavrum gitti.
Gitti küçüğüm.
Gülüşüne doyamadığım…
***
Bir koşu varıp gelsen keşke…
Gelip annenin yüreğinden süzülen çığlığı duysan. Bir şerha gibi kanayıp duran evlat hasretinin ele avuca sığmaz yankısına kulak versen.
Babanın yüzüne baksan, çaresizliğin derin izlerine dokunsan. Kanı çekilmiş iki küçük kuş gibi çırpınışlarını görsen.
Kurşun yarasına gelmeden ölmüş iki can.
Küçüklüğünü biliyorum oysa, yalnız ve hüzünlü çocukluğunu…
Amansız bir zemheride yitip gideceğini ummadan, Fırat suyu gibi çağladın durdun büyüme mevsiminin ılık baharında.
Ne çok umut ettin oysa… Yaşamak ağrısıyla ne çok düş kurdun.
***
Tek göz odada ağız dolusu kahkaha atan o kırmızı yanaklı çocuğun görüntüsü dışında her şey silindi gitti.
Bütün hayatın o çocuğun anılarında saklı.
Koca bedenin, geniş ovaları, uçsuz bucaksız dağların kuytuluklarını dolduran hayallerin bir küçük fotoğraf kafesinden ibaret artık.
Sen olup bitenlerden habersiz sonsuz zamanın uykusundayken, bir çift göz senin için hep yaşaracak.
Elbiselerin, fotoğraflardan taşan tebessümün, geceden gündüze uzayıp giden bitimsiz anıların, sesi sesine denk düşen yabancı bir tını, söz arasında sığan ismin annenin kabuk bağlamayan yarasının sızısı olarak kalacak.
Sen doğup büyüdüğün toprakların uzağındayken, küçük adımlarla yürüdüğün yolları annen senin için yürüyecek. Diktiğin ağaçların, dokunduğun eşyaların izini sürecek.
Bazen bir çift çorap, bazen rengi solmaya yüz tutmuş bir kazak, bazen gelişi güzel karalanmış bir kaç satıra tutunup hasret giderecek.
Kırmızı yanaklı çocuk, sen artık annenin bitmeyen ve hiç bitmeyecek olan kederisin.
***
Yaşam kitabının son sayfasına bu kadar erken geldiğin için kırgın mısın?
Dönüp ardına bakmadan çekip gittiğine yandığın oldu mu?
Seni evinden, anılarından uzaklaştıran adımların gerisin geri sürükledi mi seni?
Buna direndin mi hiç?
Senin hayalinle konuşuyorum çocuk.
Kırık dökük hayalinle…
***
Soğuktan buz kesen ellerinle hayata yeniden tutunmayı ne çok istedin kim bilir!
Üşüyorum anne diyerek ne çok sayıkladın…
Çok uzaklarda olduğunu bildiğin halde mahzun bakışlarınla babanın yolunu biteviye bir hasretle nasıl gözledin.
Kimsenin gelmediği o yolda, hiç duyulmayan sesinle devrilmiş bir ağaç gibi düştün toprağa.
Kardeşin, sevdiklerin tozlu bir film şeridi gibi gözünün önünden akıp giderken, burnunun ucuna inceden bir sızı geldi oturdu.
Sonra iki damla yaş süzüldü yanaklarından.
Son nefesinle titreyip iki yana düştü kolların.
Gerisi ölüm duygusu.
Gerisi sağır sessizlik.
*Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.