2016 yılı Ekim ayında gözüme çarpan o haberden sonra ülkemde yaşamama (yaşayamama) kararı almıştım. Mevcut rejime muhalif olan herkes cezaevine girme endişesi taşıyordu. Esra çalıştığı kurumun terör bağlantısı olduğu gerekçesiyle Bakırköy Kadın Tutukevi’ndeydi. Eşini de tutuklamışlardı. 2 ve 5 yaşında iki çocuğunu yanına alamamıştı. 21 gündür göremediği çocuklarına olan özleminden ve yüksek kaygısından kaynaklanan rahatsızlığı nedeniyle görüş gününe bir gün kala Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edilmişti.
Esra bendi. Derdimiz birdi. O, bendendi, öteki değildi. O haberi okuduğum an 4 yaşındaki ikizlerimden ve 2 yaşındaki oğlumdan gözlerimi ayıramadım. Uzun bir müddet öylece bakakaldım. Bir film şeridi gibi kare kare hafızamdan geçen güzel anılar son perdede kötüleşiyordu. Bu hikâye filmlerdeki gibi mutlu sonla bitmiyordu. İlk sahnede iyi görünümlü olan damat, Millet gazetesinde köşe yazdığım için beni ihbar etmekle tehdit eden kötü karakter bir babaya dönüşüyor ve filme kara perdeler iniyor; sahne bu kötülükle sonlanıyordu. Bu Türk filminde ‘mutlu son’ yoktu. Filmde bir yanlış dört doğruyu Avrupa’ya gönderiyordu.
Aradan uzun yıllar geçti. Uzun, uzak bir gelecek gibiydi her şey. Türkiye’de her gün hukuksuz, sarsıcı bir haber gündeme bomba gibi düştü. Esra ve çocukları ne durumda bilemiyorum. Son iki gündür dilime dolanan Yunus Emre’nin mısraları:
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
Mustafa Kabakçıoğlu cezaevindeki bir hücrede bir beyaz sandalyede ölüme mahkum edilmişti. Kamuoyu ise bu hadiseyi aylar sonra öğrendi, fotoğrafların twitter’da yayınlandığı gece herkes yürek yakan paylaşımlarda bulundu.
Kabakçıoğlu, öteki olarak bir sandalyede ölmüş, öldürülmüştü. Sözüm ona aydın demokratlar ‘kim olursa olsun…’ ‘suçu ne olursa olsun…’ diye başlayan ötekileştirme dili içeren tweetler atarak kendilerince günah çıkarıyorlardı.
Halbuki hepimiz insandık. Dün başörtülüye zulmedenler gitti. Bugün başörtüsüzler ötekileştiriliyor. Yetmiyor başörtülü olup eleştiren olursa onlar da bu ötekileştirmeden pay alıyor.
Ya bir gruba aidiyet içeren hesapların paylaşımlarına ne demeli?
Sanatçı Helin Bölek, İbrahim Gökçek ve Avukat Ebru Timtik ölürken ses çıkarmayanlar, kendi mahalleleri için adalet arayışına giriyorlar.
#864BebekHapiste diye dövünenler Silopi’de panzer altında polis tarafından ezilen Muhammet (7) ve Furkan (6) için cılız bir ses çıkarmayı nedense düşünmediler!
Peki ya öteki kim?
Kimliğimizi oluştururken kendimizi tanıyabilmemizi sağlayan, sosyolojik bir kavram olan “öteki”, kimlik ve kültür tartışmalarının merkezinde yer alıyor. Kendi kimliğimizi tanımlarken önce “öteki” olanı tanımak, sonra analiz etmek ve empati kurarak ötekini anlamak gerekiyor.
Türkiye’de ise;
Öteki uzaktadır… Sesi duyulmayandır. Nerede bir angarya varsa orda bir öteki vardır. Patronun gözden çıkardığı işçidir. Dövülen, aşağılanan, son kertede öldürülen kadındır.
Herkes için bir başkası olabilen bu değişken Türkiye’nin olmazsa olmazıdır. Benim ya da bizim gibi olmayan; bana benzemeyen herkes ötekidir.
O hemen yanı başımızda duruyor, içten içe onun yok olmasını diliyor ve izliyoruz.
Komşumuz ise yok sayıyoruz hep yukarıdan bakıyoruz ona. Marketçimiz, ekmekçimiz, manavımız ise zorda kalmadıkça alışveriş yapmıyoruz. Bize göre yaşam hakları yok. Çünkü öyle düşünce içindeler ki öz fikirleri ölümü davet ediyor. İnsanlık namına ve çocuklarımızın geleceği için bu adamları ortadan kaldırmalıyız(!). Ötekiler hakkındaki genel kanaat böyledir.
Karşıt değerlere göre varlığını sürdürebilmek için düşman kimliğine ihtiyaç duyuyor toplum. Her topluluğun kutsal kabul ettiği değerleri var. Kendini kutsanmış ve haklı gören aidiyetler diğerine ölesiye bir kinle bakıyor. Yan yana durmayı günah sayıyor. Din, etnik köken ve ırk gibi tüm kimlik belirleyicilerinde Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Laz, Çerkez, Roman, Ermeni, Ateist, Müslüman, Hristiyan .. vb üzerinden tanımlıyor kendini.
Birey kendi kimliğini oluştururken ötekine kendinde olanın zıt anlamını yüklüyor. Mesela erkek egemen söylem eşcinselliği yok sayıyor. Böylece ‘Bizim gibi olmayan’ dediği kültürü inkârla kocaman bir anlam kazanıyor. İnanılan değerler belirginleşiyor, yüceliyor. Haksızlığa karşı ses çıkarıp ayakta kalmaya çalışanların sesi çıktıkça aykırı sesler ihanetle, devlete karşı gelmekle suçlanıyor. Gücünü makamından alanlar kendini her şeyin tek sahibi olarak görüyor. Oysa bu bir yanılsama. Gerçek olan, dün ezilenlerin bugün ezme telaşı içine girmesi ile gün yüzüne çıkıyor. Derinden derine kendini belli eden ezik ve yıkıcı bir öfke dışarı taşıyor.
Onlarca gece uykusunu kendi mahallesinin derdi ile bölenlere geçmiş olsun diyorum. Türkiye’de değil orta vadede uzuuuun vadede bile rejim değişmeyecek. Bu yok saymalar, ötekileştirmeler, benim mağduriyetim daha büyük deyip acı yarıştırmalar iktidardaki kuvveti ile övünen güç sahiplerinin dışında kimsenin işine yaramıyor çünkü. Bu anlayış devam ettikçe kim gelirse gelsin, ezilenler, hakkı yenenler hep “öteki” sayılacak.
*Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.