Birçok kez katıldığım programlarda sözlü olarak anlattığım bir hikaye ile başlamak istiyorum bu habere. Artık samimiyetsiz düz ve buz gibi haber girişlerinden sıkıldım. Kalıplardan da bıkmış olabilirim.
Bir buçuk ya da iki yıl önce bir kafeden aldığım bir kahve ile taş bir banka oturdum. Ayağında naylon terlik, elinde kahve, salaş kıyafeti ile yaşını almış beyaz saçlı bir adam gözlerini kısarak yüzüme baktı. Sonra yanıma yaklaştı. “Siz Arzu Yıldız değil misiniz?” diye sordu.
Neyse, Taraf’tan beri beni takip ettiğini söyleyerek yanıma oturdu. Biraz sohbet ettik. Kendisi de Mardin’den gelmişti. Sorma sırası bana gelince ne zaman ve niye geldiğini sordum. Şöyle anlattı, “Biz Kürtçe konuşalım, onlar Türkçe konuşun diye kavga ederken dünya farklı dönüyordu. Ben o dönen dünyayı görmeye geldim. 65 yaşındayım. Demokrasi ne görmeden ölmek istemedim.”
Adamın hakkında herhangi bir dava yoktu. İnşaat işçisiydi. Sıvacı olarak çalışıyordu. Artık ne bu kavganın biteceğinden ne de demokrasinin gerçek manasıyla yaşanacağından ümidi kalmamıştı. Burada yani Kanada’da benzer duygularla gelen çok Kürt tanıdım. Küskün Kürtler mi demeliyim ya da demokrasiden, normalleşmeden ümidini kesenler mi bilmiyorum. Mardinli sıvacı benim karşılaştığım dönemde yeni gelmişti.
Şimdi beni çok etkileyen bir tespitte bulunan buraya 20 yıl önce gelen bir başka Kürt iş adamı Mustafa Tanrıverdi’nin sözlerini anlatmak istiyorum.
Bir dönem Kanada’daki Kürt Topluluğu Derneği’nin yönetiminde yer alan Tanrıverdi, tekstil işleri ile uğraşırken önce Amerika’ya oradan da Kanada’ya gelip yerleşmiş. Türkiye ve Kanada ile ilgili gözlemlerini, yorumlarını uzun uzadıya anlattı. Ama bana göre en çarpıcı olanıyla haberi bağlayıp bitireceğim.
Mustafa Tanrıverdi, şunları söyledi:
“Sınır Türkiye’de kaldı. Oradan çıktıktan sonra sadece gümrüklerdeki sınırları geçmiyor, geride bırakmıyorsun. Tüm sınırlar kalkıyor.
“Türkiye’de her şey sınırlı ; ekonomi, sınıflar, kimlikler, fikirler ve hatta özgürce seyahat etmek. Her şeye bir sınır konulmuş. O sınırlar burada kalktı. İstediğin yere gidebiliyorsun. Fikirlerini özgürce söyleyebiliyorsun. Yazabiliyorsun. İyi bir eğitim alıp, fişlenmeden her türlü göreve getirilebiliyorsun. Herkes aynı mağazalardan aynı marketlerden alışveriş yapıyor. Sınıflar yok. İstediği dilde konuşuyor. İnancını yaşıyor. Her dilde tabelasını asıyor.
“Burada da sınırlar var ama bu sınırlar şöyle: Birine nereli olduğunu sormak, cinsel kimliğinden ötürü dışlamak, inancını ve ideolojik duruşunu devlet onayına bağlamak ve buna ilişkin yorumlarda bulunmak. Farklı kültürlerden binlerce insan bir arada sorunsuz yaşıyor. Eğer bu düzeni bozmaya yönelik bir çabaya girersen sınır var ama Türkiye’de tüm bunların aksine bir esaret var.”
Tanrıverdi, demokrasinin uygulanmamasından, demokrasinin devlet politikalarıyla sınırlandırılmasından kaçmış ve umudunu kaybettiği için küskün gelmişti. Demokrasi sınırlarının aşılmadığı bir Türkiye’nin hayalini kurmaktan vazgeçmişti. Çünkü sınırların demokrasinin kendisini ortadan kaldıracak şekilde belirlendiğine inanıyordu.
Türkiye dönen dünyaya ayak uydurduğu ve zamanı yakalayıp demokrasiyi gerçek manasıyla uygulandığında, Türkiye’den gelmiş küskün insanlarla kahve alırken karşılaşmak mümkün olmayacak.
Sınırların kalktığına inanan insanlar doğdukları yerde yaşamayı tercih edecek.