Bundan yaklaşık 25 yıl önce meydana gelen ve bugün de halen tartışılmaya devam eden bir trafik kazası, Türkiye’nin yakın tarihi açısından dönüm noktası olarak kabul ediliyor.
Balıkesir’in Susurluk ilçesinde 1996 yılında dört kiÅŸiyi taşıyan bir Mercedes otomobil, benzin istasyonundan çıkmakta olan bir kamyona çarptı. Otomobildeki üç kiÅŸi yaÅŸamını yitirdi, bir kiÅŸi saÄŸ kurtuldu.
Normal ÅŸartlar altında belki de gazetelerin sadece üçüncü sayfalarında kendine yer bulacak olan bu olay, aracın içindekilerin kimliÄŸi nedeniyle Türkiye’de “derin devlet” kavramının gün yüzüne çıkmasına ve bugün bile hala etkilerinin yaÅŸandığı bir dönemin baÅŸlamasına neden oldu.
Gerek kaza öncesinde hazırlanan ancak sonrasında kamuoyuyla paylaşılan gerekse de kaza sonrası yapılan araÅŸtırmaların sonuçlarında, devletin içerisinde uzun yıllardır bir “çetenin var olduÄŸu” ve özellikle 1990’larda PKK ile mücadele için oluÅŸturulan özel birimlerin zamanla faili meçhul cinayetler, mafya hesaplaÅŸmaları ve uyuÅŸturucu kaçakçılığı gibi bir dizi suça bulaÅŸan bir yapıya dönüştüğü yönünde bulgular elde edildi.
Susurluk kazası neden yakın tarihin en önemli olaylarından birisi ve kazayla birlikte neler tartışılmaya başlandı?
Interpol tarafından aranan Abdullah Çatlı
Kaza nasıl oldu, araçta kimler vardı?
Susurluk’ta seyir halindeki bir otomobil, 3 Kasım 1996’da benzin istasyonundan çıkmakta olan bir kamyonun altında kaldı.
Aracın içinde bulunan eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, Gonca Us ve Mehmet Özbay olay yerinde hayatını kaybetti. Dönemin Doğru Yol Partisi Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak ise yaralı kurtuldu.
Olayın hemen ardından Mehmet Özbay kimliğini taşıyan kişinin birçok suçtan Uluslararası Polis Teşkilatı (Interpol) tarafından aranan Abdullah Çatlı olduğu anlaşıldı. Böylece bu olayı, basit bir trafik kazası olmaktan çıkaran bir süreç başladı.
Zira Çatlı, özellikle 1970’lerdeki bir dizi karanlık olayla baÄŸlantılı olduÄŸu iddia edilen bir isimdi.
Çatlı, 1 Åžubat 1979’daki Abdi Ä°pekçi Suikastı, Papa Ä°kinci Jean Paul Suikastı’nın faili Mehmet Ali AÄŸca’nın Maltepe Cezaevi’nden kaçırılması, 11 Temmuz 1978’de Doç. Dr. Bedrettin Cömert’in öldürülmesi ve tarihe “Bahçelievler Katliamı” olarak geçen Ekim 1978’de Türkiye İşçi Partisi’nden yedi öğrencinin öldürülmesi gibi olaylarla ilgili olarak aranıyordu.
Otomobili kullanan ve kaza anında hayatını kaybeden bir diğer isim Hüseyin Kocadağ da daha önce meslekten ihraç edilmiş ancak mahkeme kararıyla geri dönmüş ve dönem dönem bazı organize suç örgütleri ile bağlantıları hakkında çeşitli iddialar ortaya atılmış bir isimdi.
Sedat Bucak da Åžanlıurfa’nın Siverek ilçesinde ağırlığı olan “Bucak aÅŸireti”nin lideri olarak biliniyordu. Bu aÅŸirete baÄŸlı korucular da 1990’lı yıllarda PKK ile mücadelede kolluk güçlerinin yanında yer alan gruplar arasında yer alıyordu.
Otomobilin içindeki kiÅŸilerin kimliÄŸi, kazayla birlikte “mafya-siyaset-devlet” üçgeninde, aslında öncesinde de konuÅŸulan ancak ispatlanamayan bir dizi karmaşık ama karanlık iliÅŸkinin su yüzüne çıkmasına yol açtı.
Bu ilişkiler ağı bugün de halen tartışmaların odağında bulunuyor.
Mehmet AÄŸar
Kaza sonrası neler yaşandı?
Susurluk kazası ve ardından ortaya çıkan ilişkiler ağı, uzunca bir süre gazetelerin manşetlerini, televizyonlardaki haberleri ve hem siyasetin hem de kamuoyunun gündemini meşgul etti.
Kazanın ardından bazı basın kuruluşları ve gazetecilerin yaptıkları araştırmalar bir dizi ciddi iddianın ve ilişki ağının ortaya çıkmasına neden oldu.
Kamuoyunda oluÅŸan infial neticesinde, bu iliÅŸkilerin açığa çıkarılması, devlet içerisinde yasadışı faaliyetlerde bulunan bir yapının olduÄŸu iddialarının araÅŸtırılması ve suçluların cezalandırılması talebiyle “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi” baÅŸlatıldı.
Åžubat 1997’de sivil toplum kuruluÅŸlarının giriÅŸimiyle baÅŸlatılan eylemler kapsamında saat 21.00’de ışıkların bir dakika boyunca açılıp kapatılması öngörülüyordu. Daha sonra yürüyüş gibi baÅŸka kitlesel eylemler de düzenlendi.
Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) Susurluk AraÅŸtırma Komisyonu kuruldu.
Yapılan araÅŸtırmalar, bu karmaşık ve karanlık iliÅŸkilerin merkezine dönemin İçiÅŸleri Bakanı Mehmet AÄŸar’ı oturtmaya baÅŸladı.
AÄŸar, kazadan kısa bir süre sonra görevinden istifa etti. Ä°stanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcılığı, AÄŸar ve Bucak hakkında dokunulmazlıklarının kaldırılması istemiyle fezleke hazırladı. Dokunulmazlıkları kaldırılan iki isim hakkında “cürüm iÅŸlemek için çete kurmak, hakkında yakalama ve tevkif müzakeresi bulunan kiÅŸileri yetkili mercilere haber vermemek ve görevi kötüye kullanmak” suçlamalarıyla iddianame hazırlandı ve dava açıldı.
AÄŸar, 1998 yılında DGM’de sanık sıfatıyla ifade verdi. Üç saat süren ifadesinde birçok soruyu “devlet sırrı” olduÄŸu gerekçesiyle yanıtlamadı ve davaya konu birçok olayın yaÅŸandığı tarihte bakan olduÄŸu gerekçesiyle ancak Yüce Divan’da yargılanabileceÄŸini savundu.
DGM, önce “görevsizlik” kararı verdi. Ancak bu karar Yargıtay tarafından bozuldu. Bunun üzerine DGM bu kez “yargılanmanın durdurulmasına” hükmetti.
TBMM SoruÅŸturma Komisyonu da AÄŸar’ın Yüce Divan’a sevkine gerek olmadığına karar verdi. Böylece bu aÅŸamada AÄŸar hakkında Susurluk baÄŸlantılı yargı süreçleri de sona ermiÅŸ oldu.
Ta ki 2011 yılına kadar. Bu kez Ankara Özel Yetkili 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi, hakkında “suç örgütü yöneticisi” olduÄŸu iddiasıyla açılan davada AÄŸar’ı beÅŸ yıl hapis cezasına çarptırılmasına hükmetti. AÄŸar, Aydın’da bulunan cezaevinde 1 yıl 4 gün yattıktan sonra denetimli serbestlikle tahliye edildi.
Tansu Çiller
Devletin raporlarında neler yazıldı?
Mafya-emniyet-devlet üçgeninde var olduğu iddia edilen ilişkilerle ilgili iddialar her ne kadar Susurluk kazası ile gündeme gelmiş olsa da devletin bazı makamları tarafından çok öncesinden kayıtlara geçirilmişti.
Ayrıca Susurluk kazası sonrasında da hazırlanan çok sayıda rapor ve araştırmada da birçok önemli bulgu yer alıyor. Toplamı binlerce sayfayı bulan bu rapor ve araştırmalar, bugün de devam eden tartışmalar için önemli birer kaynak niteliği taşıyor.
Bu raporlarda, yer alan bulgular devletin içerisinde uzun yıllardır bir “çetenin varlığına” ve özellikle 1990’larda PKK ile mücadele için oluÅŸturulan özel birimlerin zamanla faili meçhul cinayetler, mafya hesaplaÅŸmaları ve uyuÅŸturucu kaçakçılığı gibi bir dizi suça bulaÅŸan bir yapıya dönüştüğüne iÅŸaret ediyor.
Bugüne kadar Türkiye’de “derin devlet” olarak adlandırılan yapılanmayla ilgili belli baÅŸlı raporlar ÅŸunlar:
Birinci MÄ°T Raporu: Milli Ä°stihbarat TeÅŸkilatı (MÄ°T) tarafından 1988 yılında hazırlandı. Dönemin CumhurbaÅŸkanı Turgut Özal’a sunulan bu raporda “yeraltı dünyası, polis ve kamu görevlileri” arasındaki baÄŸlantıya iliÅŸkin bulgular yer alıyordu. 23 sayfalık raporda, suç örgütlerinin Özal’a karşı siyasi arenada giriÅŸimlerde bulunduÄŸu, dönemin Ä°stanbul Emniyet Müdürü Ãœnal Erkan ve Ä°stanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet AÄŸar’ın “yeraltı dünyasıyla iliÅŸkileri olduÄŸu” iddia ediliyordu. Bu raporun basına sızmasının ardından raporu kaleme alan Mehmet Eymür ve istihbaratçı Hiram Abas görevlerini bıraktı.
Ä°kinci MÄ°T Raporu: Ä°lk rapor nedeniyle görevinden ayrılmak zorunda kalan Eymür, 1995 yılında MÄ°T’e Kontrterör Daire BaÅŸkanı olarak geri döndü. Bu dönemde, ikinci MÄ°T raporunu kaleme aldı. Raporda, PKK ve bazı sol örgütlerle mücadele etme “kisvesi altında” baÅŸta Çatlı olmak üzere Haluk Kırcı, Sami HoÅŸtan ve YaÅŸar Öz gibi haklarında cinayet ve uyuÅŸturucu kaçaklığı gibi bir dizi suçlama bulunan isimlerle bir örgüt oluÅŸturduÄŸu iddia edildi. DoÄŸu Perinçek tarafından Eylül 1996’da, yani Susurluk kazasından yaklaşık 1,5 ay önce düzenlenen bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıklanan raporda, ÅŸu iddialar ortaya atıldı:
“Emniyet Genel Müdürlüğü’nce PKK ve Dev Sol’a karşı faaliyetler için kullanılıyor görüntüsü ile özel bir suç ekibi teÅŸkil edilmiÅŸtir. Tehdit, gasp, haraç, uyuÅŸturucu kaçakçılığı, cinayet gibi suçların içinde olan bu grup genellikle eski ülkücülerden teÅŸekkül etmiÅŸtir. Grup doÄŸrudan Emniyet Genel Müdürü Mehmet AÄŸar’a baÄŸlı olup, Emniyet Genel Müdür Müşaviri Korkut Eken tarafından sevk ve idare edilmektedir. Grup üyelerine Emniyet Genel Müdürlüğü’nce ‘Polis’ hüviyeti ve ‘YeÅŸil Pasaport’ verilmiÅŸtir. Bahsi geçen grup, teröristlere karşı faaliyetlerde bulunma görünümünde Almanya, Hollanda, Belçika, Macaristan ve Azerbaycan’a gidip gelmekte, uyuÅŸturucu kaçakçılığı yapmaktadırlar.”
Kazadan önce yayımlanan bu rapordaki iddialar daha sonra hem BaÅŸbakanlık TeftiÅŸ Kurulu BaÅŸkanı Kutlu SavaÅŸ hem de TBMM Susurluk AraÅŸtırma Komisyonu’nun çalışmalarında detaylı bir ÅŸekilde incelendi.
Üçüncü MÄ°T Raporu: Susurluk kazasının ardından dönemin MÄ°T MüsteÅŸarı Sönmez Köksal tarafından 17 Kasım 1996’da BaÅŸbakan Necmettin Erbakan’a “KiÅŸiye Özel” olarak gönderildi. Susurluk sonrası TBMM AraÅŸtırma Komisyonu bu raporu talep etmiÅŸ ancak gönderilmemiÅŸti. Ekleriyle birlikte 223 sayfayı bulan bu raporun tam metni ancak 2013 yılında yayımlanan bir kitapla gün yüzüne çıktı. Raporda devlet içerisinde “Çiller suç örgütü” adında Tansu Çiller’in desteklediÄŸi bir oluÅŸumun varlığı ve bunun bazı yasadışı iÅŸlere bulaÅŸtığı yönünde ortaya atılmış olan bir dizi iddia incelendi. Raporun sonuç bölümünde Susurluk olayıyla birlikte ortaya çıkan bazı konular şöyle sıralandı:
“â– Â Devletin içinde kontrolsüz güçlerin varlığını,
■ Bu güçlerin devletin ihtiyaçları dışında da bazı istenmeyen faaliyetlere yönelebildiğini,
■ Güvenlik kuvvetlerinin resmi güçler dışında bazı unsurları da devlet görevi adı altında kullandıklarını,
■ Devletin bazı belgelerinin (Pasaport vs.) gayri kanuni unsurlara verilebildiğini,
■ Devletin aynı kuruluşu içinde, farklı anlayışta olanların birbirleri ile devletin olanaklarını kullanarak mücadele edebildiklerini,
■ İstihbaratta ve örtülü operasyonlarda çok başlılığın bulunduğunu, merkezi kontrolün yeterli olmadığını,
■ Gizlilik taşıması gereken devlet belgelerinin veya faaliyetlerinin dahi kolayca açıklanabildiğini, tartışılabildiğini,
■ Kontrolsüz güçlerin, bazı siyasi güçlerce veya kişilerce desteklendiğini,
â– Â Devlet adına yapıldığı öne sürülen iÅŸlerde dahi büyük miktarlarda maddi çıkarların söz konusu olduÄŸunu (A. Çatlı’nın ÅŸirketleri ve mal varlığı gibi) gösterecek nitelikte emarelerin çıkmasına neden olmuÅŸtur.”
Raporda Susurluk kazasıyla baÅŸlayan tartışmaları “sona erdirecek veya en azından sınırlandıracak hukuki ve idari kovuÅŸturmaların süratle sonuçlandırılmasında” fayda olduÄŸu belirtildi.
Kutlu SavaÅŸ raporu: Bu rapor da 1998 yılında dönemin BaÅŸbakanı Mesut Yılmaz’ın talebiyle hazırlandı. BaÅŸbakanlık TeftiÅŸ Kurulu BaÅŸkanı Kutlu SavaÅŸ’ın hazırladığı ve ekleriyle birlikte 240 sayfayı bulan raporda Susurluk kazası sonrası ortaya çıkan iddialar mercek altına alındı. Raporda, Susurluk kazası meselesinin “bir bütün ve olaylar zincirinden ibaret” olduÄŸu belirtildi. Raporda, suikast ve bombalama gibi bir dizi faili meçhul olayların Susurluk kazası sonrası “adeta bıçakla kesilir gibi durduÄŸuna” dikkat çekildi. Bu raporda Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma içerisinde PKK ile mücadele için oluÅŸturulan bazı grupların zamanla suça bulaÅŸtığı yönünde deÄŸerlendirmelere yer verildi. Kamu kurumlarının bilgi vermede arzulu ve istekli olmadığına dikkat çekilen raporda, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün “çete oluÅŸumlarına karşı genel bir mücadeleye sevk edilmesi” gerektiÄŸi vurgulandı.
TBMM Susurluk AraÅŸtırma Komisyonu Raporu: Kazanın ardından TBMM’de bir araÅŸtırma komisyonu kuruldu ve bu komisyon dört aylık bir çalışmanın ardından bir rapor yayımladı. Raporda, devletin içinde “yuvalanan çeteler” olduÄŸu belirtilirken, bazı devlet kurumlarının da bu yapıları desteklediÄŸi sonucuna varıldı. Raporun deÄŸerlendirme bölümünde ÅŸu ifadelere yer verildi:
“Bütün bu geliÅŸmeler sonucunda, çaÄŸdaÅŸ anlamda hukuk devleti olma yapısından uzaklaşılmış ve devlet içinden de yandaÅŸlar, iÅŸbirlikçileri olan yasadışı güçler oluÅŸumuna ve bu güçlerin yasal olmayan ÅŸekilde yukarıda belirtilen alanlardan büyük kazançlar saÄŸlamalarına olanak saÄŸlanmıştır. Bu örgütler amaçlarına ulaÅŸmak için, her türlü yasadışı faaliyeti (tehdit, adam öldürme, haraç, v.s) yapar hale gelmiÅŸtir. Olayların üzerine gidecek devlet görevlilerinin (güvenlik güçleri, adli merciler) ve vatandaÅŸların (ÅŸikayet, ÅŸahitlik ÅŸeklinde) güvenliÄŸi yeterince saÄŸlanamamış ve söz konusu yasal olmayan güçler her türlü yasal olmayan iÅŸlerini kolaylıkla yapar hale getirilmiÅŸtir. Bu durum vatandaşın devlete olan güvenini olumsuz yönde etkilemiÅŸtir. Olayların bu ÅŸekilde geliÅŸmesinde, devletimiz adına kamu görevlilerince yapılan bir kısım iÅŸlemlerin devlet sırrı kavramı altında saklanması etkili olmuÅŸtur. Buna, Korkut Eken’in ‘Silahları nereye verdiÄŸimi söyleyemem. Çünkü devlet sırrıdır’ demesi bir örnek oluÅŸturmaktadır.”
Kayıp silahlar meselesi nedir?
TBMM AraÅŸtırma Komisyonu’nun raporunda da bahsi geçen silahlar konusu da Susurluk kazasıyla birlikte gündeme gelen ancak halen tam olarak aydınlatılamamış konuların en önemlileri arasında yer alıyor.
Susurluk’ta kaza yapan araçta bir adet Beretta marka silah ve susturucu bulundu. Yapılan incelemelerde bu silahın Emniyet Genel Müdürlüğü envanterinde göründüğü ortaya çıktı.
Ä°nceleme derinleÅŸtirildikçe Ä°srail tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü’ne hibe edilen Uzi ve Beretta marka yaklaşık 30 silahın çok büyük bir bölümünün kayıp olduÄŸu anlaşıldı.
Yapılan balistik incelemeler, kayıp silahların markasıyla örtüşen silahların 1990’lı yıllardaki bazı suikastlarda kullanıldığını gösterdi.
Yargılama süreçlerinde Ä°srail’den hibe olarak alınan Uzi ve Beretta marka yaklaşık 30 silahın o dönem Özel Harekat Daire BaÅŸkanlığı’na verildiÄŸi ortaya çıktı.
Ancak Emniyet Genel Müdürlüğü, resmi yazışmalarda bu silahların envanterinde yer almadığını bildirdi.
Kayıp silahlar konusu, 2010’ların başındaki Ergenekon ve Balyoz soruÅŸturmalarında da gündeme geldi. O dönem bu silahlar için bazı yerlerde kazı çalışmaları yapıldı ancak silahlar bulunamadı.
AÄŸar, 2012 yılında TBMM Darbe ve Muhtıraları AraÅŸtırma Komisyonu’na o dönem kaldığı Aydın Yenipazar Cezaevi’nde bir ifade verdi.
AÄŸar silahlarla ilgili, “O silahlar BaÅŸbakanlık’tan doÄŸrudan izinle alındı. Terörle mücadele için gerekliydi. Bunların kaydı tutulmaz. Her devlet bu tür ÅŸeyleri yapar. Bu tür silah alımları her devlette olur” dedi.
Silahların akıbeti halen netlik kazanmış değil.
BBC Türkçe