Sosyolog Yazar Slavoj Zizek, Afganistan’da batı medyasının gizlediği gerçeği ve Taliban’a nasıl cevap verilmesi gerektiğini yazdı.
“Batı medyasının bahsetmekten kaçındığı, Afganistan’ın neden bu kadar hızlı ele geçirildiğinin gerçek nedenleri” başlıklı yazıda Zizek, “Taliban’ın ülkeyi neden bu kadar çabuk geri almayı başardığına dair daha karmaşık ve gerçekçi bir açıklama, devam eden savaş ve yolsuzluğun neden olduğu kaostur” tespitinde bulundu.
Zizek, Batı Medyası’nın Afganistan’ın işgal edilmesi ile ilgili verdiği açıklamalarda “Neden?” sorusuna birkaç cevap verdiğini aktararak, “Medyaya göre Taliban’ın Afganistan’ı işgal etmesindeki nedenlerden biri inançtır. Taliban, eylemlerinin Tanrı tarafından kendilerine verilen görevi yerine getirdiğine ve zaferlerinin garanti edildiğine inanır. Bu yüzden sabırlı olmayı göze alabilirler çünkü zaman onlardan yanadır. Taliban’ın ülkeyi neden bu kadar çabuk geri almayı başardığına dair daha karmaşık ve gerçekçi bir açıklama, devam eden savaş ve yolsuzluğun neden olduğu kaostur. Bu, Taliban rejimi baskı getirse ve şeriat kanunu dayatsa bile, en azından bir miktar güvenlik ve düzeni garanti altına alacağı inancına neden olabilirdi. Medyanın bize verdiği bir başka açıklama da terördür, çünkü Taliban siyasetine karşı çıkanları acımasızca infaz eder” ifadelerini kullandı.
MEDYA TRAVMATİK GERÇEĞİ GÖZ ARDI EDİYOR
Zizek, medya tarafından yapılan tüm bu açıklamaların “travmatik” olan temel bir gerçeği göz ardı ettiğini kaydederek, şunları ekledi: “Bu, Taliban’ın hayatta kalmayı umursamaması ve savaşçılarının sadece bir savaşta değil, hatta intihar eylemlerinde bile ölmek için ‘şehitlik’ üstlenmeye hazır olmasıdır. Başka bir deyişle, sadece inancımızın gücüne değil, varoluşsal olarak inancımıza nasıl bağlı olduğumuza da dayanan bir ideolojinin maddi gücünü (yani inancın gücünü) hesaba katmaz. Şu ya da bu inancı seçen özneler değil, bu inancın yaşamımıza nüfuz etmesi anlamında inancımız biziz.”
FOUCAULT’TAN ALINTI
Zizek, Fransız filozof Michel Foucault’un, 1978 İslam Devrimi’nden etkilenip İran’ı iki kez ziyaret ettiğini hatırlatarak, şöyle devam etti: “Onu orada büyüleyen, sadece şehitliği kabul eden duruş ve ya canını kaybetme konusundaki kayıtsızlık değildi. Mücadele ve çile ile doğruyu söyleme biçimini ve dönüşümü vurgulayan ‘gerçeğin öyküsünü’ çok spesifik anlatmasıydı. Bu noktayı anlamak için önemli olan, tarihsel-politik söylemde iş başında olan hakikat kavramıdır. Partizanlara ayrılmış olarak kısmi bir hakikat anlayışıdır” dedi. Zizek yazısında Foucault’tan şu ifadeleri alıntıladı “Eğer haktan (ya da daha doğrusu haklardan) söz eden bir özne hakikati konuşuyorsa, o hakikat artık filozofun evrensel hakikati değildir. Genel savaş hakkındaki bu söylemin, savaşı barışın altında yorumlamaya çalışan bu söylemin, aslında savaşı bir bütün olarak tanımlama ve savaşın genel gidişatını yeniden inşa etme girişimi olduğu doğrudur. Ancak bu onu bütünleştirici veya tarafsız bir söylem yapmaz. Bu her zaman bir perspektif söylemidir. Bütünlükle ancak onu tek taraflı olarak görebildiği, çarpıtabildiği ve kendi bakış açısından görebildiği ölçüde ilgilenir. Başka bir deyişle gerçek, yalnızca muharebe konumundan, aranan zafer perspektifinden ve nihayetinde, tabiri caizse, konuşan öznenin kendisinin hayatta kalması açısından konuşlandırılabilen bir gerçektir.”
‘DİNİ KÖKTENCİLİK KİSVESİ’
Foucault’un İran’da aradığı şeyin “hakikati söylemenin bileşik ‘savaş’ biçimi, sınıf mücadelesi, tarihin ‘nesnel’ bilgisinin önünde bir engel değil, onun koşulu olduğunu” vurgulayan Zizek, “Belirli bir öznel angajman tarafından çarpıtılmayan gerçekliğe ‘nesnel’ bir yaklaşım olarak olağan pozitivist bilgi kavramı ideolojidir. En saf haliyle,‘ideolojinin sonu’nun ideolojisi. Burada ilginç bir paradoksla karşılaşıyoruz: Geleneksel Marksizmin Taliban’ın başarısının ikna edici bir açıklamasını sağlayabileceği şüpheli olsa da, Foucault’nun İran’da aradığı şeyi, mükemmel bir Avrupa örneğini sağladı. Herhangi bir kökten dinciliği içermeyen, sadece daha iyi bir yaşam için kolektif bir katılımı içeren bir örnek. Küresel kapitalizmin zaferinden sonra, bu kolektif katılım ruhu bastırıldı ve şimdi bu bastırılmış duruş dini köktencilik kisvesi altında geri dönüyor gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.
‘KOLEKTİF BİLİM İLE CEVAP VERİLMELİ’
Zizek, “Taliban’a nasıl cevap verilmeli” sorusuna şu cevabı vererek noktaladı: “Kolektif özgürleştirici katılımın bastırılmış olanın geri dönüşünü hayal edebilir miyiz? Elbette.Yalnızca hayal etmemize de gerek yok, kapımıza dayanmış durumda.
Mesela küresel ısınma felaketinden bahsedelim. Alıştığımız bir çok zevkten fedakarlık ederek kendi şehitlik biçimlerini talep edecek geniş çaplı kolektif eylem çağrılarında bulunmayı gerektiriyor. Yaşam tarzımızı kökten bir şekilde değiştirmek istiyorsak, bu zevkleri kullanmanın hakkımız olduğunu savunan bireyci bir düşünce olan ‘kendimize özen göstermemiz’ fikrinden uzaklşamamız gerekecek. Bilim yalnızca bu görevi yerine getirmiyor en derin kolektif angajmana dayanan bir bilimi seçmemizi öngörüyor. Bu bizim Taliban’a cevabımız olmak zorunda.”
Not: Russian Today’da yayımlanan orijinal İngilizce metinden çevrilmiştir.
Çeviri: Mezopotamya Ajansı