Sinemanın “Çirkin kralı” olarak tanınan ve hem oyunculuğu hem de filmleriyle tüm ezberleri bozan Yılmaz Güney’in yaşamını yitirmesinin üzerinden 37 yıl geçti.
Kürt bir ailenin çocuğu olarak 1937 yılında Adana’da doğan Güney, üniversite okumaya geldiği İstanbul’da sinema sektörüne adımı attı. 1959 yılında Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı “Bu vatanın çocukları” ve “Alageyik” isimli filmlerin hem senaryosunu yazan hem de bu filmlerde rol alan Güney, sinemanın dışında “Yeni ufuklar” ve “On Üç” gibi dergilere öyküler yazdı.
Güney’in yazdığı öyküler, komünizm propagandası gerekçesiyle yargılanmasına neden oldu. Güney, yazılarından dolayı 1,5 yıl cezaevinde tutuldu. Cezaevinden çıktıktan sonra, bir süre macera filmleri çekti ve bu filmlerinde özellikle hor görülen ve ezilenlerin otoriteye başkaldırısını perdeye taşıdı.
HAPİSHANE YILLARI VE SÜRGÜN
Güney, 1971 yılında ise Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi (THKPC) Lideri Mahir Çayan’ı ve arkadaşlarını evinde sakladığı gerekçesiyle 2 yıl hapis cezası aldı. Güney, cezaevinde kaldığı dönemlerde sürgün edildi. Cezaevinden çıktıktan sonra en çok bilinen filmleri arasında yer alan “Arkadaş”ı çekti.
Aynı yıl Adana’nın bir ilçesi olan Yumurtalık’ta “Endişe” adlı filmi çekerken, ilçe yargıcı Sefa Mutlu’yu öldürmekten yapılan yargılamalar sonucu 13 Temmuz 1976’da 19 yıl hapis cezası aldı. Beş yıl aradan sonra izinli olarak çıktığı cezaevinden firar etti. Bir günlük izin için cezaevinden çıkan Güney, Antalya’nın Kaş ilçesinden Yunanistan’a bağlı Meis Adası’na, oradan da İsviçre’ye geçti. Güney, Avrupa’da olduğu zaman zarfında da çalışmalarını ara vermeden sürdürmeye devam etti.
Eserleriyle yurt içinde ve yurt dışında ses getiren Güney, toplam 114 filmde oyuncu, 26’sında yönetmen, 15’inde yapımcı, 64’ünde ise senarist olarak yer aldı. Hayatının 12 yılını cezaevinde geçiren Güney, 9 Eylül 1984’te sürgün yıllarını yaşadığı Paris’te, yakalandığı mide kanseri sebebiyle yaşamını yitirdi.
Sinemanın ustası Çirkin Kral’ın unutulmayan bazı filmleri şöyle:
SEYYİT HAN (TOPRAĞIN GELİNİ)
Başrolünü ve yönetmenliğini Güney’in yaptığı Seyyit Han, 1968 yılında gösterime girdi. Köy hayatının ekonomik güçlüklerini odağına alan film, Türkiye’de ilk defa Altın Koza Film Festivali kapsamında ödül almasıyla öne çıkıyor. Güney’in başrol olduğu bu filmde, mazlum bir yiğit olan Seyit Han’ın Haydar ağanın komplosuna kurban gidip, kendi elleriyle öldürdüğü sevgilisi Keje’nin destansı aşk öyküsünü anlatıyor.
BİR ÇİRKİN ADAM
Güney’in yazıp yönettiği ve yine başrolünde yer aldığı Bir Çirkin Adam, 1969 yılında gösterime girdi. Filminde, babasını arayan Bino adlı genç bir kiralık katilin hayatını konu alan Güney, 1970 yılında Antalya Altın Portakalda En İyi Film ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerinin sahibi oldu. Film kısaca, ünlü bir kiralık katil olan Bino’nun para karşılığında öldürdüğü adamın kim olduğunu öğrendiğinde, yaşadığı ürkütücü boyutlardaki pişmanlıklarını anlatıyor.
UMUT
Senaristliğini, yönetmenliğini, yapımcılığını ve başrol oyunculuğunu Güney’in yaptığı 1970 yapımı Umut, Sansür Kurulu tarafından yasaklanan filmler arasında yerini aldı. Filmde, atının araba çarpması sonucu ölmesi ve geçimini bu ata bağlamış olan meçhul bir definenin peşinden koşan faytoncunun öyküsü anlatılmaktadır. Türkiye sinemasının ilk gerçekçi filmi olan Umut, ülkede o tarihe kadar çekilen en iyi film olarak kabul edilir. Sansür Kurulu, filmde yer alan faytoncunun giyimi ve kuşamının fakirliğin bir sembolü olarak ele alınmasını, zengin otomobil sahibi hakkında takibat yapılamayacağı kanaati verilmesini, faytoncunun iş ararken zengin-fakir ayrımı yapılmasını, Cabbar’ın Amerikalı zenciyi soymasını ve sabah namazının güneş doğarken kılınmasını sakıncalı bularak filmi yasakladı.
Çekildiği dönemde Türkiye’de sansüre uğrayan film, restore edilmiş haliyle 2015 Venedik Film Festivali’nin Klasikler bölümünde gösterildi. Ayrıca, 2’nci Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu ödüllerine layık görülürken, Grenoble Film Festivali’nde ise Seçiciler Kurulu Özel Ödülü ile “sinemanın unutulmazları” arasında yerini aldı.
ACI
Güney 1971 yılında gösterime giren Acı filmiyle, “pişmanlık” konusu ile seyircinin karşısına çıktı. On beş yıl önce elini kana bulayıp içeri girdikten sonra cezasını tamamlayan Çiçek Ali’nin kasabaya yaklaştıkça içinin bir acı bastığını hissetmesinin ardından, öldürdüğü adamın ailesi tarafından bağışlanmak istemesini konu alan film, Fatma Girik’in gazino çalışmaları nedeniyle hızlı bir çalışma temposu içinde 14 günde çekildi. Film, 3. Altın Koza Film Festivali’nde, En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Senaryo ve En İyi Yönetmen ödüllerini aldı.
ENDİŞE
Umudunu Çukurova’ya inip pamuğu bağlayan bir ailenin, özellikle de kanlılarının peşinde dolaştığı Cevher’in dramıyla 1974 yılında Güney, seyircisiyle buluşuyor. Güney’i ve Erkan Yücel’i bir araya getiren ilk film olan Endişe, Makineleşmenin başladığı dönemlerde kırsal kesimde yaşayan ağa tarafından sömürülen köylülerin yaşadığı sıkıntıları konu alıyor. Endişe, 1975 yılında düzenlenen 12’nci Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi film ödülüyle birlikte 5 farklı dalda ödül kazandı.
ARKADAŞ
Öğrencilik yıllarından tanışan iki arkadaşın yıllar sonra karşılaşması anlatan film, toplumsal yapıyı sadece eleştirmekle kalmayıp, alternatifini de Âzem karakteri’nin yaşam tarzı ile anlatıyor. Güney Endişe’yi bitirip İstanbul’a döndüğünde, Arkadaş’ın galası yapılacaktır. Fakat filmin galası Güney İstanbul’dan dönemediği için onsuz düzenlenir. Etkinlikte konuşurken gözyaşlarını tutamayan Atilla Dorsay, 100 Yılın 100 Türk Filmi kitabındaki ilgili makalesinde şunları yazar: “Arkadaş, duyarlı bir sanatçının benimsediği ideolojiye ve onun çerçevesinde tarihin diyalektik akışına adanan özel bir filmdir. O diyalektik düşünce, o ideoloji ve o sinema geleneği günümüzde çok yara almış, hatta tüketime, zevke ve yüzeyselliğe tapar hale gelmiş çağdaş dünyamızdan silinip gitmiş gözükebilir. Ama tarihin çok uzun soluğu içinde yeniden canlanabilir de.”
Güney sineması, Arkadaş ile ise 1975’de Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi 2’nci Film ödülünü aldı.
DÜŞMAN
1979 yılında yayına giren Düşman filminin konuşu şöyle: İsmail, belli bir işi olmayan ve ailesinin karnını doyurmak için her işte çalışan yoksul bir kenar mahallelidir. Gelişen modern emperyalizmle birlikte İsmail gibi istemeye istemeye, korka korka para kazananların yanında İsmail’in karısı gibi bu duruma kananlar da vardır. İşte bu mahallede sömürü kaynaklı yanlışların, ahlaksızlıkların görmezden gelinmesinin bu yanlışları bir virüs gibi nasıl herkese bulaştırdığı Yılmaz Güney’in bakışıyla, Ökten’in yansıtışıyla anlatılmıştır.
Film, Berlin Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödülüne layık görüldü.
YOL
Senaristliğini Güney’in yaptığı yönetmen koltuğuna Şerif Gören’in oturduğu film, izleyiciyi sıkı yönetim döneminin en keskin dönemlerine götürüyor. Film tüm dünyada Yılmaz Güney’in en iyi ve en cesur filmi olarak bilinir. Filmin yaratıcısı Güney’in kafasında ilk şekillendiği vakit filmin adı Yol değil Bayram’dır. Bu ismin nedeni ise İmralı yarı açık ceza evinde yatan mahkûmlarının bayram nedeniyle bir haftalık izinlerini kullanmak için dışarıya çıkacak olmalarıdır. Mahkûmlar bayram gelip çattığında sıkıyönetim nedeniyle askıya alınan izinleri de tekrar verilerek valizlerini toplayıp heyecanlı bir şekilde dışarının yolunu tutarlar. Daha filmin ilk sahnelerinde içerisi ve dışarısı ayrımları kavramsal olarak çok net bir şekilde seyircinin zihninde kalın çizgilerle belirginleştirilir. Burada Güney bunu bilerek ve isteyerek yansıtır perdeye, çünkü genel toplumsal yargı cezaevinin içerisi ve onun dışında kalan dünyanın ise dışarısı olduğuna inanmaktadır ya da başka bir soyutlama yaparsak inandırılmıştır. Güney bu algıyı çok iyi bildiğinden bu ikilemi sert bir şekilde gözler önüne serer.
Güney, Yol filmiyle Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü alarak evrensel anlamda da başarısına başarı katmıştır.
MA