“Dünya bana yaÅŸamak için 19 yıl verdi. O uÄŸursuz gecede ölmeliydim. Bedenim ÅŸehrin bir köşesine atılmalı ve birkaç gün sonra polis beni teÅŸhis etmen için seni tecavüze uÄŸradığımı da orada öğreneceÄŸin adli tıp doktorunun ofisine götürmeliydi. Biz onların gücü ve servetine sahip olmadığımız için, katilim asla bulunamayacaktı. Hayatına utanç ve ızdırapla devam edecek, birkaç yıl sonra da bu ızdırap seni öldürecekti.
Her nasılsa bu lanetlenmiş hikaye değişti. Bedenim bir köşeye atılmadı, ama bir hapishanenin tek kişilik hücresine gömüldü.
Sen bizlere okula giderken bir kavga ya da ÅŸikayet karşısında bir hanımefendi gibi olmamızı öğretmiÅŸtin. Nasıl davranmamız gerektiÄŸinin altını ne kadar çok çizdiÄŸini hatırlıyor musun? Senin deneyimlerin yanlıştı anne. O kaza başıma geldiÄŸinde, öğrendiklerimin bana yardımı olmadı.”
Bu yakarış, Reyhaneh Jabbari’nin annesine gönderdiÄŸi mektuptan.
Ä°ran’da henüz 19 yaşındayken kendisine tecavüz eden kiÅŸiyi öldürdüğü suçlamasıyla hukuksuz bir biçimde idam edilen Reyhaneh Jabbari’nin hazin hikâyesi, asitle yüzü yakılan, bedeni ateÅŸe verilen, taÅŸlanan, vahÅŸice katledilen, kimi yerde bir eÅŸya gibi alınıp satılan, kimi yerde uluorta aÅŸağılanıp dövülen, son kertede canına kıyan ve çığlıkları hiçbir kulaÄŸa ses olmayan kadınların feryadıdır aslında.
Yalın, yakıcı bir feryat…
***
Gün geçmiyor ki bir kadın öldürülmesin bu ülkede. Gün geçmiyor ki bir kadının yüzü toprağa düşmesin!
Kimi ağız dolusu güldüğü için, kimi gülmeyi unuttuğu için, kimi bakımsızlıktan, kimi bakımlı olmaktan, kimi ölümcül sevgiden, kimi sevgisizlikten, bu vahşete kurban gidiyor.
Bazen dokunaklı bir mektup, bazen isyan ateşiyle tutuşmuş bir ağıt, bazen de siyah beyaz bir fotoğraf karesine sığan son nefesin hicranıdır bize ulaşan.
Batman’da 16 Temmuz günü intihar giriÅŸiminde bulunan, sonrasında ise uzman çavuÅŸ Musa Orhan tarafından tecavüze uÄŸradığı ortaya çıkan 18 yaşındaki Ä°pek Er tedavi gördüğü hastanede yaÅŸamını yitirdi.
İpek Er, intihar girişimi sonrasında kaldırıldığı hastanede yaşam mücadelesini verirken, geride bir mektup bırakmıştı, boynu bükük kelimelerle karalanmış olan bir mektup.
IŞİD vahşetinden dolayı hayata küsüp tertemiz yürekleriyle intihar eden yüzlerce Ezidi kadını gibi, İpek de utancın mesuliyetini boynuna alarak intiharı seçti.
YüreÄŸi yaÅŸam enerjisiyle dolup taÅŸan gencecik bir kadını hayattan koparan uzman çavuÅŸ Musa Orhan ifadesinde önce Ä°pek Er ile herhangi bir cinsel birliktelik yaÅŸamadıklarını ileri sürecek, tecavüzü doÄŸrulayan Adli Tıp Raporu’nun gösterilmesi üzerine bu kez Ä°pek ile Siirt’te buluÅŸtuklarında “alkollü” olduÄŸunu söylemekle yetinecekti.
Alkollü olmak bir insanı hayattan koparmak için yeterli bir gerekçeydi ona göre.
Her cinayete bir bahane aranır, her vahşet bir sebebe bağlanır bu topraklarda. Kiminde etek boyu, kiminde kadının huyu ölümün şifresi olur.
***
Ä°pek Er’in ailesine bıraktığı mektupta ÅŸu ifadeler yer alıyordu:
“Ben 18 yaşında köyde yaşıyorum. Musa Orhan hayallerimi, hayatımı, umutlarımı yaktı, ben kirletip dünyamı yıktı. Benim canım acıyor dayanamıyorum beni kandırdı. Arkadaşının evine götürdü. Birinci gün bana dokunmasına izin vermedim. Ä°kinci gün zorla namusumu kirletti.
Tecavüz etti. Beni tehdit etti. Eğer söylersem beni öldüreceğini söylüyordu.
Artık öleceÄŸim için korkmama gerek yok. Evet, gerçekleri söylemeye gelelim. Musa Orhan bana tecavüz etti. Ben aÄŸladım, bana kendini diktirirsin dedi. Saçımı çekip yerden sürükledi, ‘kimse sana inanmaz’ dedi. Sahipsizsin dedi.
Ben ne ölüyüm ne sağım.
Keşke ölseydim. Bu mesajım, benim gibi saf kızlarımızın başına bir şey gelmesin diye. Çakal mahvetti hayallerimi, yıktı benim. Ne suçum vardı. Bana tecavüz etti. Ve inkar etmiş.
Benim hayatımı umutlarımı tüketti. Zalimin teki o merhametsiz. Allah’ım benim namusumu, onun cezasını verseydi. Ya Musa beni öldürecekti ya da ben kendimi öldürecektim. Seni affetmiyorum. Benim hayatımı mahvettin, herkesin diline düştüm.”
***
İpek sevgiyi ararken adım adım ölüme yürümüş! Çiğnedikçe kanayan, kanadıkça aklını başından alıp, karanlığa sürükleyen sevgi.
Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanların olduğu bu coğrafyada hayatlar ve ağıtlar ne çok birbirine benziyor. Aynı ağacın gölgesi, aynı sözün büyüsü gibi her şey.
Yüreğinde isyan ateşi tutuşan anne Hakime Kılıç feryadını şu cümlelerle dile getirecekti:
“Kızım dava açacağını söylemiÅŸ o ise kızıma, kendisinin dava açacağını söyleyerek ölümle tehdit etmiÅŸ. Kızım, kendisine acı çektiren, iÅŸkence eden uzman çavuÅŸ yüzünden canına kıymaya kalktı.
Kızımın tüm organları zarar gördü. Böbreği, ciğeri ve çok sayıda iç organı zarar gördü. Ben de o uzman çavuşa kızımın böbreğinin, ciğerlerinin, bağırsaklarının, acıyan her organının hesabını soracağım. Ayakta olduğum ve nefes aldığım müddetçe kızıma yapılanların hesabını soracağım. Gereken cezayı almazsa içim rahat etmez.
Çocuklarımı uzman çavuşlar gelip tecavüz etsinler diye mi büyüttüm?
Kızıma, ona yaptıklarını birine anlatırsa onu öldüreceÄŸini söylemiÅŸ. Kızım o yüzden kimseye anlatamamış ve mektupta yazmış her ÅŸeyi. Mektubu yazdıktan sonra da yaÅŸamına son vermek istemiÅŸ.”
***
“Weyla ez qurbana vê qebrê bûma, nehiÅŸtin keça min mezin bibe, mirazê xwe bike.”
Büyüme mevsimi kışa dönen bir baÅŸka kadın olan Pınar Gültekin’in ardında annesi bu ağıtı yakmıştı.
Vahşice öldürülüp, bedeni yakılan Pınar Gültekin, 10 yaşındaki kızının gözleri önünde bıçaklanarak katledilen Emine Bulut, öldürülüp intihar etti denilen isimsiz, ünvansız binlerce kadının matemine yakılan ağıttır bu.
Karanlıkta belirsizleÅŸip kaybolan ışık misali gülüşleri solan kadınların topraÄŸa serpilen ağıtları yankılandıkça hangi yara kabuk baÄŸlar…?
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.