Mustafa’nın yüzü annesine hiç benzemiyordu. Ama hareketleri, bakışı, duruşu bire bir annesiydi.
Şafak vaktinde kalkıp, dedesini aramış, her yere bakınmış en son onu kapının önünde bulmuştu.
Tüm gece aldığı haberin sarsıntısından kurtulmaya çalışan ve merdivende oturan yaşlı adam, Mustafa’nın yüzünde kızını gördü. Kendini toparlamaya çalıştı. Birkaç saniye öncesine kadar ayağa kalkacak gücü de yoktu. Mustafa sorduğu sorunun cevabını bekliyor, dedesinin gözlerine bakıyordu. Şafak söküyor, imamın okuduğu ezan sesi köyü sarıyordu.
-Annen çalışmaya gitti. Gelecek.
-Babama da öyle dediler ama o da gelmedi.
-İkisi birlikte gelecekler oğlum. Sen yat. Düşünme bunları. Bak, biz varız.
Mustafa, dedesi yanında yattığı için rahatlamıştı. Köyden geceleri korkuyordu. Çok fazla çekirge sesi geliyordu. Sıcak olmasına rağmen gece hafif esinti oluyordu. Esinti sokaklardaki boş poşetleri, arka avluya asılan çamaşırları oynatıyor; çıkan tüm sesler Mustafa’yı ürpertiyordu. Bir önceki sene köye geldiklerinde çocuklar ona Mardin’deki akreplerden bahsetmişti. Bir kralın oraları almak için akrepler getirip her yere attığını, insanları askerlerin değil akreplerin öldürmeye başladığını söylemişti. Onu duyduktan sonra köyde yatarken, sanki o akreplerden biri gelip onu sokacak gibi korkuyordu. Yanında biri yattığı zaman ise tüm bu korkularından arınıyordu.
-Akrep gelmez değil mi dede?
-Yok, oğlum ne akrebi, hem akrep gelse de bir şey olmaz. Korkma!
Mustafa, dedesinin sözleri ile sakinleşmiş, rahatlamıştı. Ne de olsa dedesi hiç yalan söylemezdi. Mustafa ile beraber kendisi de uykuya daldı. Yaşlı bedeni uykusuzluğa ve üzüntüye direnememiş yorgun düşmüştü.
Küçük kızı Feride’nin sesi ile uyandı.
-Baba uykunda ağlıyor, bağırıyorsun kalk. Kâbus mu gördün?
Gözlerini açıp etrafına baktı, nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Birkaç saniye sonra kendine geldi. Feride bir bardak su getirdi. Sudan içti. Biraz daha toparlanmış görünüyordu.
-Rüyamda Reyhan’ı gördüm. Onu gemiye bindirmişler ve dalgalı bir denize bırakıyorlardı. Oğlanlar da gemideydi. Ben onu gemiden almaya çalışıyor, denizin içerisine kadar giriyor, gemiye yetişmeye çalışıyordum. Ama bir türlü yapamıyordum. Reyhan da kurtulmaya çalışıyor, ama gemiden inemiyor ve fırtına onları sürüklüyordu. Gözlerime baktı. Gemi kıyıdan çok uzaklaşmadan oğlanların ikisini gemiden attı. Ben yüzerek oğlanların ikisini kıyıya çıkardım. O telaşla gemiye ve Reyhan’a bakamamışım. Kafamı kaldırdığımda denizdeki dalga şiddetlenerek devam ediyordu. Ne Reyhan görünüyordu ne de gemi…
Feride’nin gözleri dolmuştu. Babasının anlattığı rüya; ablası Reyhan’ın çocuklarını babasına emanet ettiğinin işaretiydi.
Feride babasının yatakta doğrulup, tamamen uyandığını, kendine geldiğini anlayınca,
-Savur İlçe Emniyet Amirliğine çağırdılar, ifade için gitmen lazımmış.
Evde tam bir sessizlik vardı. Herkes yas tutmak istiyordu lakin iki çocuğa olumsuz bir şey olmadığını hissettirmek için güçlü görünmeleri gerekiyordu. Feride sofrayı kurarken, o da yatağından kalktı. Ellini yüzünü yıkamak için kapının önüne çıktı. Merdivenin başında bu kez Cem’i gördü. Reyhan’ın durduğu yerde bu kez o durmuş, elindeki ibrik ile yüzünü yıkıyordu.
-Dede yüzünü yıkayacaksan suyu ben dökerim.
Sesini çıkarmadı. Avuçlarını açıp uzattı. Cem ibrikle yavaş yavaş suyu dedesinin avuçlarına dökmeye başladı. Merdivende duran yaz elmalarıyla dolu hasır sepet yerinde yoktu. Feride elmaları kaldırmış olmalıydı. Cem’i de alıp içeri girdi. Üzerini değiştirip yerde hazır bekleyen sofraya oturdu. Mustafa’nın önüne konan kahvaltılıkları yiyip yemediğinden emin olmak için önce onu kontrol etti. On yaşındaki Cem’in olan bitenden haberi vardı. Dedesine ve evdekilere nazaran daha metanetli duruyordu. Hiç ağlamıyor, sormuyor, sorgulamıyordu.
Mustafa’nın hareketleri, yürümesi annesini anımsatıyordu. Ama Cem, Reyhan’ın tüm huy ve alışkanlıklarını taşıyordu. Reyhan’ın oğullarından birine huyları diğerine de hareketleri geçmişti.
İki torununun da kahvaltısını bitirdiğinden emin olduktan sonra, Savur’daki karakola gitmek için evden çıkıyordu. Mustafa, “Ben de seninle gideceğim ” diye ağlamaya başladı. Feride, babasının Mustafa’ya dayanamayacağını bildiği için hemen Mustafa’yı giydirip hazırladı.
Mustafa ile beraber evden çıkıp birkaç adım atmışlardı ki, arkadan Feride’nin sesi geldi.
-Baba, babaaa. Kimliğini aldın mı?
Ceketini kontrol etti. Kimliğini de cüzdanını da almıştı.
-Merak etme, aldım!
Feride elini kaldırarak içinin rahatladığını anlatmaya çalıştı. Mustafa’yı arka koltuğa oturttuktan sonra arabanın kontağını çevirdi. Köyden çıkana kadar geçtiği yerlerde Reyhan’ın çıplak ayakla koşmasını, yol kenarından ona el sallamasını hatırladı. Köyün çıkışından üç kilometre ileride sağında kalan iğde ağacının yanında durdu. Bir dal kopardı.
Arka kapıyı açıp, o dalı Mustafa’nın eline tutuşturdu. Kapıyı tekrar kapattı. Yola devam etti.
-Annen efsaneleri ve efsanelerdeki kahramanları çok severdi. Buralarda zeytin ağacı olmadığından iğde ağaçlarının dallarını koparır, kafasına zeytin ağacı dalları gibi takar, her gün bir efsanenin kahramanı olur ya da bana öyle hikâyeler anlattırırdı.
-Nasıl takardı dede
-Şimdi araba kullanıyorum. Köye dönerken tekrar dururuz ağacın yanında birkaç dal daha alırız. Sana gösteririm.
Mustafa, pencereden yolu, geçtikleri köyleri izliyordu. Kısa sürede arabanın arkasında uykuya daldı.
Vatan caddesinde bulunan Aziz Sancar ortaokulunun önüne arabayı park etti. Arka kapıyı açıp, Mustafa’yı uyandırmadan kucağına aldı. Havalar sıcaktı. Aynı cadde üzerindeki ilçe emniyet amirliğine doğru yürümeye başladı.
Kapıda duran polisin eşliğinde ilçe amirliği binasından içeri girdi. İlçe amirliğinin önü de içerisi de hiç olmadığı kadar kalabalıktı.
-Amca sen şurada otur, ben haber verince gelirsin.
Birkaç dakika içerisinde memur tekrar geldi.
Emniyet amirliğinin içerisindeki koridorun sol tarafındaki üçüncü odadan içeri girdiler. İçeride parmağına, üzerinde kartal resmi olan iri bir yüzük takmış, bıyıklı otuz beş-kırk yaşlarında bir adam oturuyordu. Ona kimliğini uzattı.
-Evi arayıp beni çağırmışlar.
-İyi, Türkçe biliyorsunuz. Kızınız ile alakalı çağırdık.
-Tamam
-Yalnız bu çocuğu burada tutamayız. Odada olmaması lazım.
-Dışarıda beni bekleyen kimse yok ki, çocuk ne yapsın tek başına
-Arkadaşlardan biri ilgilenir merak etmeyin, olmadı evi arar haber verirler, biri gelir alır.
Sesini çıkarmadı. Polislerin Reyhan ile ilgili anlatacakları ya da ona soracakları sorular Mustafa’yı etkileyebilirdi.
O esnada kapı açıldı. Mustafa’yı bir polis memuru alıp, dışarı çıkardı.
Mustafa, karakolun içerisindeki bankların dolu olduğunu görünce yere oturup dedesini beklemeye başladı. Sesini çıkarmadan bekliyordu. Ama dedesi bir türlü gelmiyordu. Aradan uzun zaman geçmişti. Ağlamaya başladı. İlçe Emniyet binasının içerisindeki insanlar onu izliyor, acıyan gözlerle ona bakıyor ama sanki “ne oldu” demeye korkuyorlardı. Mustafa etraftaki insanların ilgisizliğini görünce sesini yükselte yükselte ağlamayı sürdürdü.
Kimse ilgilenmiyor, polisler de bakmıyordu. Dedesi de bir türlü içeriden çıkmıyordu. Acıkmış ve çişi gelmişti. Sıcaktan ve ağlamaktan eli yüzü terlemiş, sırılsıklam olmuştu. Birden teyzesinin sesini duydu. Heyecanla kendisine doğru koşuyordu.
-Mustafa, canım benim korkma, ben buradayım canım oğlum. Teyzen kurban olsun senin gözyaşlarına. Korkma!
Feride, Mustafa’nın elinden tutup, karakolda görevli bir polisin önünü kesti. “Babama ne yaptınız?”