İbrahim, Nuh’un yüzüne bakıyordu. Nuh, kendi acısını yaşayamadan başka acılara tanıklık ediyordu. Feride’ye seslendi. Onu Mustafa ve Cem’e göz kulak olması için tembihledi. İbrahim ile beraber evinin önüne park ettiği arabasına binip, Kınalı’yı yol üzerinden aldılar. Savur’a doğru hareket ettiler.
Mustafa, üzerinde muşamba serili masaya oturdu. Eline kağıt kalem aldı. Dedesinin anlattığı Pepuk kuşunu bir iğde ağacının üzerine oturmuş şekilde çizmeye başladı. Cem de elindeki tableti ile oynuyordu. İkisinin de karnı doymuştu. Uzun zamandır evde televizyon izlenmiyordu. Televizyonun üzerine Hayriye’nin evden çıkarken attığı örtü hala duruyordu. Nenva Kınalı’nın evini temizleyip, toparlamaya gitmişti. Evde bir dinginlik vardı.
Feride, oturma odasında dörtlü bölme vitrinin en üstünde bulunan ablasının kitaplarına baktı. İçerisinden Çetin Altan’ın “Bir Avuç Gökyüzü” kitabını aldı.
Sedirin birine uzandı. Kitabın ilk sayfasını açtı. Ablasının el yazısıyla düştüğü nota gözü ilişti.
“1995, Eylül, Ankara
Bu gökyüzü memleketimin duvarlarının rengini aldığı safran kokusunu getirir mi?
Yoksa Ankara’yı saran soğukluğa, buz rengindeki gri duvarlara mahkûm mu kalırım.
Reyhan ”
Feride, daha önce ablasının kitaplarına hiç bakmamıştı. Sanki mavi tükenmez kalemden çıkan mürekkebin rengi dün yazılmış gibi canlı duruyordu. Sayfaları karıştırdığında sayfaların üst ucuna ağaç yaprakları çizildiğini fark etti. Kitabı okumaya başladı.
Xxxx
Nuh, İbrahim ve Kınalı hastanenin koridorunda ağlamaktan perişan olmuş yere oturmuş Hatice’yi gördü. Hatice’nin durumu yaşını almış üç insanı sanki cana getirdi. Koşarak Hatice’ye doğru gittiler. Nuh telefonda ne olduğunu öğrenmiş ama yolda İbrahim ve Kınalı’yı üzmemek için bir şey söylememişti.
Hatice’nin yanına varınca, Kınalı Hatice’yi kucakladı. Hatice kayınvalidesine sarılmış, ağlamaktan kısılmış sesiyle kesik kesik;
-Ali’nin bacaklarını kestiler. Oğlumun bacaklarını kestiler.
Kınalı, Hatice’nin söylediklerinden sonra kendini geriye çekti. Ardından bir feryat kopardı. Dizlerini dövmeye başladı. İbrahim bir duvar dibine çöktü.
Nuh, hepsinin ağlayıp, rahatlamasını beklemeyi seçti. Acılarına tanıklık etmemek için sırtını döndü. İnsanlar acıları tazeyken sinirli olup, kalp kırabiliyorlardı. Zaman verdiğinde sakinleşip, daha makul düşündüklerinden emin oluncaya kadar sessiz kalmak en iyisi diye düşündü. Doğru şeye, doğru zamanda ve doğru yerde ağlamanın acının en iyi ilacı olduğunu biliyordu.
Aşağı inip, arabasının bagajında duran içme sularından birer tane alıp yukarı koridora geri çıktı.
Ağlaşma sesleri kesilmişti. Hepsine birer su uzattı.
-Ali, hayatta en önemlisi bu. Çocuk canından da olabilirdi. Zahit’i düşünün onunla o da gömülürdü. Bir annesi bir de babası var. İki bacağı var sayılır. Siz yaşadıkça bir şey olmaz. Buna da şükretmeniz gerekir. Bu hastaneden onu başka türlü de çıkartabilirdik. Hepiniz onunla mezara girerdiniz. Böyle yaparsanız çocuğu ümitsizliğe iter, esasen bacaklarından daha büyük bir eksiklik hissi uyandırırsınız. Güçlü ve moralli durmalısınız, o daha çocuk bunları kaldıramaz. Siz iyi moralli durun ki o da moralli olsun.
Hatice, Nuh’u sakince dinledi. Kınalı ve İbrahim de hem torunlarını hem de oğulları Zahit’i düşündü.
-Dün gece bacaklarını aniden kestiler. Zahit de yoktu. Bana kağıt imzalattılar. İki bacağı da ezilmiş ve kullanamayacağı şekildeymiş, ayrıca vücuduna zararı olur dediler. Mecbur olduklarını söylediler. Ben de kimse yok ne yapacağımı bilemedim. Mecbur oğlana bir şey olmasın diye imzayı attım.
-Sen en iyisini yapmışsın kızım. Üzme kendini.
-Yavrum da bana göre daha metanetliydi. Anne üzülme dedi. Sabah, biliyorum çok sancısı vardı. Ağrı kesici verdiler, iğne yaptılar. Hiç sesi çıkmadı. Ben üzülmeyim diye kendini tuttu.
Ali’nin odasına girmeden önce herkes kendine çeki düzen verdi. Gözyaşlarını kuruladı. Odaya ilk Hatice girdi. Gülerek, “kuzum, deden ve babaannen geldi” dedi.
Ali iyi görünmüyordu. Dudakları kurumuş, göz altları morarmış, yanakları içine çökmüştü. Kollarını dahi hareket ettiremiyordu. Ali’nin üst gövdesinin üzeri açıktı. Belinden aşağısı ise açık mavi renkli bir çarşaf ile kapatılmıştı. Çarşafın altındaki boşluk hissediliyordu.
Kınalı elini yatağa koyunca, dışarıdaki tüm konuşmaları unutmuş, elini koyduğu yerdeki boşluk onun içinde engellenemez bir yara açmıştı. Elini çarşafın üzerinde yumruk yaptı. Parmak uçlarındaki kına boş çarşafın üzerinde oluşturduğu yumrukla görünmez oldu. Susuz kuyular gibi derin gözlerine adeta sağanak bir fırtına vurmuş, gözünün içi de dışı da dolup taşmıştı.
Nuh, hepsine göre daha sakindi.
-Ali’m. Sen çok cesursun. Seni boşuna sevmemişim. Her şeyi aşacaksın. İyi olacaksın.
Elini Ali’nin başına koydu.
-Kafan ve kalbin yerinde. İnan bana insanlar bacakları ile değil, beyinleri ile hareket ederler. Seni yürütecek her yerin sapa sağlam. Sen yürümekle kalmayacak koşacaksın. Sadece şu acıyı atlat, ona sabret. Moralini bozma. Ben senin koşup neleri aştığını görmeden ölmeyeceğim.
Nuh, sözü çok uzatmadı. Odadan çıktı. Aileyi bir arada yalnız bırakmak istedi. Çocuğun durumuna çok üzülmüştü ama bir yandan da Ali’nin ailesini görünce kendisini toparlamaya çakışacak kadar güçlü durması onu etkiledi.
Hatice hastanede kalacaktı. Ona getirdikleri kıyafetleri, yiyecek içecekleri bıraktılar.
Sabah erken saatlerde Zahit’in bırakılacağı söyleniyordu. Kınalı gitmek istemedi. Nuh, Kınalı’nın da İbrahim’in de hastanede kalmasına razı olmadı. Her ikisinin de sırtını sıvazlayarak onları hastaneden çıkardı. Hatice’ye de biraz para bıraktı.
Köye dönerken, arabada üçü de sessizdi. Kınalı zaman zaman arka koltuktan ağıt yakıyordu. Gecenin karanlığı çökmüş, çakalların uluma sesleri duyulmaya başlamıştı. Köyün girişinden geçip eve yaklaştıklarında Osman Ağa’nın odasının olduğu yoldan döndüler. Nuh’un evinin önüne uzanan dar yola geldiler. Yolu birkaç başıboş bırakılmış katır kapatmıştı. Yoldan çekilmiyorlardı. Arabayı durdurduklarında Nesile evin önünde elinde bir sopa ile duruyordu. Cem de evin girişindeki merdivende oturuyordu. Dedesinin arabasını görünce ayağa kalktı. Nuh, Cem’in yanında duran sandığı fark etti!
O sırada Nesile, arabanın yanına yanaştı. İbrahim’in oturduğu ön koltuğun camına eliyle vurmaya başladı.