Kınalı Sabahat çığlık sesi ile olduğu yerde kaldı. Nuh ve Cem ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Çığlıkların ardından feryatlar yükseldi.
-Aliiiii, Aliiii!!!
Nuh, feryadın geldiği Kınalı’nın evinin olduğu yöne doğru bakındı. Yaşlı kadın “Ali” ismini duyunca; acı ve korku ile adeta genç kız gibi “anammmm, anaanmm” diye hızla koşmaya başladı. Nuh, Kınalı’yı takip ediyor, Cem ise onların peşi sıra gidiyordu.
Kınalı’nın oğlu Zahit, traktörün arkasında dizlerinin üzerine oturmuştu. Zahit yüzünü elleriyle kapamış ağlıyordu. Zahit’in karısı Hatice’nin feryat figan Ali’nin yüzüne dokunduğunu gördüler. Ali’yi görünce gelen çığlık sesinin nedenini anladılar.
Etrafa kanlar akmıştı. Ali’nin bacakları sanki dümdüz olmuş, yerde kendinden geçmiş bir şekilde uzanıyordu.
Olayın şoku ile herkes ağlıyordu. Nuh, o an ilk aklına gelen ismi muhtar Bayram’ı aradı.
-Yetiş muhtar! İbrahim’in torunu kaza yapmış.
Muhtar Bayram, hastaneyi aramasını söyleyince, hemen telefonu kapatıp, Savur’daki hastaneyi aradı. Hastane yetkilileri çocuğa dokunulmamasını ambulans göndereceklerini söylediler. Herkes şoktaydı. Nuh birden torunu Cem’in yerde yatan Ali’ye gözlerini kilitleyerek baktığını fark etti. “Cem oğlum eve gir, git içeriden su getir. Hadi çabuk ol”
Zahit’i, karısı Hatice’yi kenara çekti.
-Ambulans geliyor
Kınalı dizlerini dövüyordu.
-Ne yaptınız Ali’me, ne yaptınız Ali’me???
Hatice hıçkırarak anlatmaya başladı. Anlatırken titriyordu.
-Zahit harman tarlaya gidiyordu. Sabah motora bindi. Ben de fark etmedim. Oğlan geceden beri, ben de tarlaya gideceğim, deyip duruyordu. Babası çıkınca ardından koşmuş o da fark etmemiş, avludan çıkmak için traktörü geri geri sürünce Ali’yi ezmiş.
Zahit kendi çocuğunu ezmişti. Perişandı. Nuh, anlatılanlarla daha da üzüldü. Sesler köylüleri uyandırmış, insanlar avluya toplanmaya başlamıştı. Manzarayı gören bir kenara çömeliyordu. Avlunun etrafı insanla dolmuştu.
Küçük Ali yerde kan revan içinde yatıyordu. Ali’yi gören ağlamaya başlıyordu. Zahit’in başka çocuğu yoktu. Ambulans sesi duyuldu.
Siren sesi sanki herkese umut olmuştu. Ambulans avluya girmeden kalabalık kenara çekildi. Evin girişindeki yolu açtı. Ambulans geldi. İçerisinden çıkan görevliler, Ali’nin durumu ile ilgili sorular soruyordu. Bir yandan da Ali’nin bacaklarının altından soktukları aletlerin yardımıyla onu sarsmadan sedyeye taşıdılar. Ali nefes alıyordu ama soluğu kesik kesikti. Ambulansa Zahit ve Hatice bindi. Kınalı kaldı. Ellerini dizlerine vuruyordu. Vurdukça önlüğü savruluyor, feryat ediyordu.
-Gözün çıkmasın İbrahim, Mardin’e gidecek günü buldun. Ah Ali’m canım…
Kınalı’nın durumu herkesten ağırdı. Bir tarafta biricik torunu diğer tarafta kendi oğlunu ezen tek oğlu. Perişan olmuştu. Nuh, Kınalı’nın koluna girdi.
-Bize gidelim hadi. Burada ne yapacaksın? Ben arar ne olduğunu öğrenirim.
Köylüler hep beraber evden dışarı çıktılar. Bazıları Nuh’un evine doğru geliyordu. Feride onu merdivende karşıladı. Haber tez yayılmıştı. Çocuklar köyün içerisinde koşturuyor, Ali’ye olanları kapı kapı anlatıyorlardı.
Mustafa şaşkındı. Feride Mustafa’nın eline haşlanmış yumurtaları ekmek arasına koyup tutuşturdu. Onu oturma odasına götürdü. Nenva da Kınalı’yı görmek için eve geldi. Kınalı’nın elini yüzünü kolonya ile ovdular. Nuh, Hatice’yi aradı:
-Hatice, nasılsınız, Ali nasıl?
-Ne diyorlar?
Telefonu kapatınca Kınalı’ya döndü
-Ali yaşıyormuş, korkma. Dua et. Hastanede bekliyorlar, arayacaklar. İbrahim’i aramayalım şimdi, tedirgin olur. Gelince öğrensin. Çocuk iyiymiş, kendini üzme.
Kınalı biraz sakinleşti. Dizlerine vuruyor, dua ediyordu. Ali’nin hayatta olması onu sevindirdi. Köyden kadınlar Kınalı’nın yanına oturmuş, dizlerine vurmasın diye ellerini tutmaya çalışıyordu.
Nuh, mutfağa gitti. Feride de arkasından geldi.
-Zahit’i polis almış. Çocuğuma bakacağım dese de bırakmamış götürmüşler. Oğlanın da durumu kötüymüş. Kadına bir şey demeyin! İyice perişan olmasın.
Feride aldığı haberlere çok üzülmüştü. Herkes Ali için edişe ediyordu. Nuh, su getirmesi için eve gönderdiği Cem’in yüzündeki korku ve endişeyi fark etti. Nenva ve Feride’ye içeridekilerle ilgilenmelerini söyledi.
Cem küçücük yaşında önce babasının sonra annesinin gidişine tanıklık etmiş, evlerinin sürekli değiştirilmesinden, taşınmaktan yorulmuştu. Sürekli acılarla yüz yüze geliyordu. Üstelik bunca şeye rağmen ağlamıyordu. Sormuyor, sorgulamıyor içini de dökmüyordu.
Nuh, Cem’i elinden tutarak dışarı çıkardı. Evin biraz ilerisinde durdular.
-Oğlum kaza bu korkma. Ali de iyi olur. Sen üzülme.
Cem, dedesine baktı. Kendisini tutuyor, dudakları titriyordu. Kısacık hayatına büyük acılar, korkular sığdırmıştı. Gözlerinde akmaya hazır gözyaşları birikmiş, en ufak dokunuşu bekliyor gibiydi.
Dedesi omuzuna dokunduğu anda birden hıçkırmaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Dedesine sarılmış, iç çeke çeke ağlıyor, ağladıkça göğüs kafesi yukarı aşağı hızla inip kalkıyordu.
Nuh da ağlıyordu ama onun gözyaşları bu kez rahatlamış olmaktandı. Bir yandan içi acıyor diğer yandan da, Cem’in içini boşaltmasına, ağlamasına seviniyordu. Yetişkinlerin bile kaldırması çok zor olan bunca olayı üst üste yaşamıştı. Üzülmekten utanan, bunu güçsüzlük sayan bir duruşu vardı. Annesi de onun gibiydi. Damadı da kriz anlarında hep güçlü durur, geri adım atmazdı. İkisinden de almıştı. Mustafa Cem’e göre daha duygusaldı.
Cem sakinleştikten sonra Nuh, iki eliyle onun yüzünü avuçlarına aldı. Yanaklarından gözlerinden öptü. Toparlandığından emin olunca tekrar eve doğru yürüdüler. Eve girmek üzereyken İbrahim’in yanında jandarmalarla geldiğini gördüler.