Karanfil caddesinde bir kitapçıdaydım. Birkaç kitap aldım. Parasını ödemek için kasaya gittim. Kasiyer kitapların parasının ödendiğini söyledi. Kasiyere kimin ödediğini soracaktım. Tam arkamdan biri “Reyhan” diye seslendi. Dönüp baktım, Kemal hocaydı.
“Okulu birincilikle bitiren birine geç kalmış bir hediye olsun. Hala öğrenci sayılırsın. Staj bitti mi” diye sordu.
Bittiğini Kars’a atandığımı söyledim. Biraz sohbet ettik. Yine okulda neden kalmadığımı, benim için akademinin en uygun yer olduğunu söyleyip durdu. Birlikte kitapçıdan dışarı çıktık. Karanfil caddesinin Sakarya caddesine bağlanan kısmına doğru yürüdük. Ayrılmadan önce, beni süzdü. Bir hoca gibi bakmıyordu. Baba gibi bakıyordu. Onun bakışlarında babamın bakışlarını buldum.
-Tüm hayatım, insanlara hukuk, yasa ve adaleti anlatmak ile geçti. Neden bir kürsü de hakim, onun kenarında oturan bir savcı olmadım biliyor musun?
Ben gerçek suçluların başının hakimlerden, savcılardan daha dik olduğunu gördüm. Bir katilin ne kadar pişmanım dese de, başını eğdiğine tanık olmadım. Hatta sana dahasını söyleyim mi? Hırsızların yüzü hiç kızarmaz, tecavüzcüler duruşmada dahi tecavüz anında aldıkları hazzı hayal eder. Ne zaman ki bir adam başını hakim karşısında eğer, o zaman anlarım o adamın suçlu olmadığını, ne zaman birine hırsız dense yüzü kızarır, o zaman anlarım onun hırsız olmadığını ve ne zaman bir adama tecavüzcü denilir, şerefine söz söylendiği için gözlerinde çaresiz ölüler görürüm,
o zaman anlarım iftira atıldığını…
Şu karşıda otobüs durağında bekleyenleri görüyor musun? Hapishaneleri onlar doldurur. Otobüse binen adamı yargılamak kolaydır. Ona adaleti anlatmak da kolaydır.
İş ki makam aracına binenlerin işlediği suçları sorgulamakta, ben onların arsızlıkları ile uğraşamam. Otobüstekini alıp, makam aracı ile gezene dokunamamayı da kendime yediremem. Göze alanı da takdir eder, en fazla kitap alırım, söylediği gibi sanık olursa canı sıkılmasın diye!
Kemal hoca, korktuğunu söylecek kadar cesurdu. Yapamayacağı işe girmek istememişti!
O gittikten sonra eve doğru yürüdüm. Otobüse binen insanları izledim. Anıttepe’ye doğru gittiğimde trafik polisinin bir makam aracı için akışı durdurduğunu gördüm. Otobüs içerisindeki onlarca insan, iki kişinin olduğu arabanın geçmesini bekiyordu. Onca insanı durdurup, aralarından geçen o araç sahibi bundan utanmıyor, kendisine bu önceliğin tanınmasını hak görüyordu.
Ben de önce Mardin’e, sonra Kars’a otobüsle gidecektim! Kafam karıştı. Azim’e olanları anlattım. Bir katilin karşımda dik duruşunu, bir hırsızın yüzünün kızarmayışını, tecavüzünün aldığı hazzı hayal edişini kaldırabilecek miydim?
Kaygılarımı söyledim.
Dönüp bana dedi ki, “Sen de her şeyi ne ince düşünüyorsun. Sen otobüsle gitmeye razı olduktan, otobüste gideni düşündükten sonra, makam aracını durdurmayı denersin. İçinden ne çıkar bilemem! Ama denersin, en fazla otobüsten iner, cezaevi aracına binersin. İkisi de toplu taşıma aracı, nereye gideceksen götürür! Bu yüzden benim kafam hiç karışık değil.”
Aslında bu sıkıcı şeyleri düşünmek istemiyorum. Savur’a dönmenin heyecanını, galiba yapılacak düğünümden bile daha fazla duyuyorum. Babamın ve annemin yanına gitmek, yıllardır bana verdikleri emeği, duydukları güveni boşa çıkarmadığımı göstermek, bana gelinlik giymekten daha çok heyecan veriyor.
Emeği ve kendine duyulan güveni bir kez boşa çıkaran, gelinliği giydiği kişiye gelecek adına ne vaat edebilir ki?”
Nuh, sabahın nasıl olduğunu anlamamıştı. Sabaha kadar sayfalarca Reyhan’ın yazdıklarını okudu. Defterde kaldığı yer belli olsun diye, sayfanın en üst köşesini katlayacaktı. Kıyamadı. Odanın duvarında asılı duran takvim yaprağını kopardı. Kaldığı yere koydu. Deftere devam edecekti. Kalan birkaç sayfaya göz gezdirdi. En arka sayfada, “Babam’a” başlığı ile kendisine yazılmış not olduğunu fark etti. Merak etti. Okumak için yatağın üzerine oturdu.
Odanın kapısı açıldı.
“Sen uyumadın mı” diye sordu Hayriye. Cevap verecek takati yoktu. Hayriye cevabını almıştı. Kapıyı kapatıp, Nuh’un yanına oturdu. Deftere baktı. Nuh, o son sayfayı onun yanında okuyacaktı.