İbrahim, harman yerine çekilen seyyar lambaları görünce, arabaların geliş nedenini anladı. Bayramın oğlunun kına gecesiydi. O yöne doğru ilerledi.
Xxxxx
Nuh, arka avluda torunları ile küçük bahçeye ekilen taze fasülye, domates, yeşil sivri biber gibi sebzeleri topluyordu. Hayriye ve Feride, sebzelerin diplerini son kez keserliyor, toprağı havalandırıyorlardı.
Mustafa ve Cem’in üzeri yedikleri taze domateslerden fışkıran su ile lekelenmişti. Nuriye elinde ekmek arası bir şeylerle geldi. Mustafa ve Cem’i görünce “siz zaten yemişsiniz, üzerinizden anlaşılıyor”dedi. Hayriye “olsun sen yine de ekmeklerden de ver. Yesinler” diye araya girdi.
Muhtar Bayramın oğlunun kına gecesinden gelen davul,zurna seslerini duydular.
Mustafa ve Cem, Ankara’ya gideceklerini, evlerine döneceklerini öğrendikleri için daha da moralliydi. Düğün yerine gitmek istediler. Nuh, ellerinden tuttu. Hayriye, Feride ve Nuriye evde kaldı.
Nuh, torunlarını yanına alarak, davul sesinin geldiği yere doğru yürüyordu.
Arkalarından Zahit, “Bekleyin” diye seslendi. Dönüp baktıklarında Zahit’in Ali’yi tekerlekli sandalyeye oturtup, getirdiğini gördüler. Hep beraber Osman Ağa’nın Odası’nın önündeki küçük harmana kurulan düğün alanına gittiler.
İbrahim de oradaydı.
Ali, kazadan sonra ilk kez dışarı çıkmıştı. Köylü onu kazadan sonra ilk kez görüyordu. Muhtar Bayram’a “hayırlı olsun” dilemeye gelenler, İbrahim ve Zahit’e de “geçmiş olsun” diyordu.
Ali, Cem ve Mustafa yan yana duruyordu. Köyün diğer çocukları da etraflarındaydı. Küçük poşetlerle dağıtılan kuruyemişlerden yiyorlardı.
İbrahim ile Nuh, yaşıtlarının arasına karışmış, kenarda duran plastik sandalyelerde oturmuşlardı. O kına gecesi birlikte izledikleri son düğün olabilirdi. İkisi de bunun farkındaydı. Biri mezardaki anasına gitmiş gelmiş, diğeri sevginin söz olduğunu öğrettiği kızı ile geçmişte buluşmuştu. İbrahim, annesine torununun başına gelenlerden duyduğu acıyı, Nuh’un gidişi ile daha da yalnızlaşacağını anlatmaya gitmişti.
Nuh, kızına verdiği sözü anımsamış, doğup büyüdüğü yere belirsiz bir süre veda etmenin hüznünü yaşamıştı. Düğünü izlerken, düşüncelere dalıyorlardı. İçlerinde de en az çalan davul ve zurna sesi kadar
gürültü vardı. Sakin ve sessiz görünüyorlar, etraflarındakileri izliyorlardı.
Düğünde Reyhani oyununun müziği çalınca, birbirinin gözlerinin içine baktılar. Gülümsediler.
Meydana çıktılar.
İbrahim’in üzerinde ince gri çizgileri bulunan, siyah eski bir takım elbise vardı. Ayağında siyah eski bir ayakkabı.
Nuh ise lacivert kumaş bir pantolon, üzerine de bej renkli bir gömlek giymişti. Onun kıyafetleri de yeni sayılmazdı. Meydan da karşılıklı durdular. Kollarını yana açarak Reyhani oyununu oynamaya başladılar. Alanda ikisi dışında kimse yoktu.
Cem, Mustafa ve Ali, tüm köy gibi dedelerini izliyordu.
Nuh ve İbrahim, Reyhani oynamıyor, gençliklerine dönüyor, ölüme meydan okuyor, sevdiklerini anıyor, dostlarına vefa gösteriyordu. Birbirlerine veda ederken söyleyecekleri her sözü hareketleri ile dile getiriyorlardı. Tüm köy müziğin sesine ve onların görüntüsüne odaklanmıştı.
Birden Nesile’nin sesi duyuldu.
-Ooo köyde en son oynaması gerekenler meydana çıkmış! Döktürüyor. Kenarda üç yarım çocuk da bunları izliyor. Bayram sizin kusurunuza mı kalacaktı. Vah vah! Keyfe bak. Çocuklardan, yaşınızdan utanın! Ayıp ayıp!
Nesile’nin sesi, davulun sesini bastırmıştı. İbrahim, Nesile’ye döndü.
-Bizim başımıza gelen sıkıntı şurada oturan herkesin başına gelebilir. Hayatın akışı böyle. Ne yapalım hayatı mı reddedelim. Bayram bize sıkıntımızda geldi. Dostluğunu gösterdi. Biz de onun sevincine ortak olmaya geldik. Ağlanması gereken yerde ağlar, oynanması gereken yerde oynarız. Sıkıntı da bize, neşe de bize. Biz hepsine ortağız. Nerede ne söyleyeceğimizi, nerede susacağımızı da biliriz!
İbrahim, Nesile’ye cevabını verse de, Nesile herkesin tadını kaçırmıştı. İbrahim ve Nuh kenara geçti. Müzik devam ediyordu. Zahit, Nuh ve İbrahim’in yanına yaklaştı. Nesile’nin babasını kırmasına dayanamadı. Onun da, babasının en yakın dostu Nuh’un da moralini düzeltmek istiyordu.
-Bu kadının dediklerini ciddiye almadınız değil mi?
-Biz herkesin sözünü ciddiye alırız oğlum.
Ne kimseyi değersiz, ne sarf edilen sözü önemsiz görürüz. Ama sözün bizim vicdanımızda bir karşılığı yoksa, yaralamadan geçer gider. Vicdanımıza dokunursa, ya da dokunan bir söz söyletmişsek o zaman kızmamız, üzmemiz gereken o değil, kendimiz oluruz. Merak etme sen.
İbrahim, daha sonra Zahit’in kulağına bir şeyler fısıldadı. Zahit ayaklanıp, evlerine doğru yürümeye başladı.
Bayram elinde baklavalarla geldi. Beraber yediler, biraz sohbet ettiler. Bayram tam kalkacaktı. Nuh, kolundan tuttu “az daha otur” dedi. Bayram onu kırmadı. Tekrar oturdu. Nuh, bir yandan onu lafa tutuyor, diğer yandan, gözü ile yolu kolaçan ediyordu. Zahit’i görünce elini cebine soktu. Bayram’a cebinden çıkardığı altın kutusunu verdi. Hediyeyi vermek için Zahit’in gelişini beklemişti. İbrahim Zahit’in kulağına bir şey söylediğinde, onun hazırlıksız geldiği için oğlunu eve gönderdiğini fark etmişti. Hediyesini önceden verse, İbrahim eli boş kaldığı için mahçup olacaktı. Bu yüzden Zahit’i görene kadar Bayram’ı oyaladı. Bayram, Nuh’a “Niye zahmet ettin, gerek yoktu. Sizin burada olmanız yeter” dedi.
Zahit, elindeki poşeti babasına verdi. Babası da açıp, Bayram’a uzattı.
Bayram, İbrahim’in verdiği hediyeye duygulandı.
-Bayram ben düğüne gelemem. Geline sen verirsin. Malum şehir düğünlerini sevmiyorum. Kafam da kaldırmıyor.
İbrahim, kendi eliyle işlediği gümüş bir gerdanlık vermişti. Oranın en iyi telkari ustasının elinden, öylesine özenle işlenmiş bir gerdanlık almak, Bayram’ı çok mutlu etti.
Hediyeler verildikten sonra İbrahim ve Nuh, çocukları da alıp eve doğru yürüdü.
Nuh, içeri girdiğinde yataklar serilmişti. Çocukların elleri, yüzleri yıkandı. Kıyafetleri değiştirildi. Teyzeleri ile beraber dama yatmaya çıktılar. Hayriye ve Nuh, yalnız kalmıştı.
-Avukat Üzeyir artık polislerin gelmeyeceğini söyledi. En azından bizim eve, Savur’a. Ankara’ya gelirlerse de ne yapalım, gelir giderler. Ben şu deftere gitmeden bir göz atayım. Sonra belki buraya döneriz, belki dönemeyiz.
Hayriye bir şey demedi. Nuh, gibi defterin içini merak etmiyordu. O kızının içine odaklıydı. Kızının içinde neler yaşadığını düşünüyor, içine erişmek istiyordu.
Nuh, mutfağa gitti. Yassı taşı kaldırdı. Defteri aldı. Karyolanın bulunduğu odaya geçti. Hayriye’nin yattığı sedirli odanın ışıkları sönmüştü.
Kapıyı kapattı. Karyolanın üzerine geçti. Bacaklarını uzattı. Sırtına bir yastık koydu. Defteri incelemek için açtı.