Gündem öylesine kirli ki, sanki boğazıma kadar bataklığa saplanmışım da içinde debeleniyormuşum gibi hissediyorum. Birkaç saatliğine nereye kaçsam diye düşünürken kulağıma geldi o günlerden bugünlere gelenin sesi. Sesin sahibi Zararlı Halil ben doğmadan göçüp gitmiş dünyadan. Sesini ilk duyduğumda yakıcı sıcaklarda içtiğim bir bardak su gibi serinlik vermişti yüreğime. Aynı gün “Karadır Kaşların Eğmeli Değil” türküsünü kaç kez dinlediğimi anımsamıyorum. Sanki koltuk uğruna savaşanları, biraz daha fazla mal sahibi olmak için dünyadan kopmuş, yaşamayı unutup hırsına yenik düşmüşleri unutturup insanın hem ruhunu okşuyor hem de dünyanın halini hatırlatır gibi “Güzel nedeceksin bu kadar malı? İşte görünüyor dünyanın halı” diyordu. Dilimden düşmeyen türküleri ve adıyla dolaşıp durdu gönlümün en derinliklerinde. Hemşerimdi, ozanlar şairler yatağı Sivas’ın Zara ilçesinde 1906’da dünyaya gelmişti. Asıl soyadı Çataltepe idi. Zararlıların “Halil emmisi zamanın kaymakamının ısrarına dayanamayarak soyadını “Söyler” olarak değiştirip Halil Söyler olmuştu, namı değerli kendisi namından da değerli Zaralı Halil olarak anılmıştı.
Anadolu’nun bozkır topraklarında o dönemde doğan birçok bebek gibi zayıf bedeniye gözlerini açmıştı dünyaya. Annesinin “inşallah bu incik ölmez” duasıyla büyürken, adının önüne “İnce” eklenmiş “İnce Halil” olarak da anılmıştı. Daha on dört yaşındaydı annesini ve babasını arka arkaya kaybettiğinde. Zordu hem anasız hem babasız köylük yerde bir başına kalmak. Çaresizce çırpınırken akrabalarının yardımıyla Sivas’ta Yetiştirme Yurduna yerleştirilmişti Zaralı Halil.
Hiç kuşkusuz köyünden akrabalarından ayrılmak yüreğini sızlatmıştı. Belki de bir daha göremeyeceğini düşünerek aldı eline sazı. Yetimhanenin duvarlarına işlendi ufacık cüssesinden çıkan yaralı sesi. Dört yıl kaldı yetimhanede, mertliği dürüstlüğü ve sesiyle kaldı akıllarda. Dört yılın sonunda eline sazını alarak Zara’ya dönmek için vedalaştı yetimhanede tanıdığı sevdiği dostlarıyla.
Zara’lılar on dört yaşında yetimhaneye yolladıkları Halil’lerini on sekiz yaşında sevgiyle karşılayıp bağrına bastı. Bundan sonrası su gibi akmıştı, yanık ve gür sesi hızla duyulmaya başladı. Sıra gecelerinde düğünlerde derken kendini TRT Radyo sanatçıları ile turnelerde buldu. Namı duyulmaya başlarken aldılar askere. Bu kez de asker ocağında yankılanıyordu sesi. Her şey güzeldi hoştu lakin bir hastalık yapışmıştı yakasına, hastalıkla boğuşmaya başlayan asker Halil bir türkü tutturmuştu asker ocağından sılasına.
Bir bulut kaynıyor Sivas elinden
Ucu telli mektup geldi yârimden
Karlı dağlar ne olur ne olur
Asker ağam gelse yarelerim ey olur
İyileşeceği yoktu, hastalığı ilerleyince hastalık raporu alarak memleketi Zara’ya dönmek zorunda kalmıştı. Zara’ya döndüğünde biraz olsun iyileşmişti ki artık evlenme yaşının geldiği hatırlatıldı. O zamanlara göre geç bile kalmıştı elini çabuk tutup çoluğa çocuğa karışmalıydı. Daha fazla beklemeden Kamer Hatun’la nişanlandı. Acıyı tatlıyı, aşkı-sevdayı, varlığı-yokluğu güzeli-çirkini dizeleriyle buluşturan Zararlı Halil, nişanlısını görmeye gitmek istedi. İstedi istemesine de elde yok avuçta yok. Geleneklere göre eli boş gitmek de olmaz, ne yapsın? Aldı sazı eline bir türkü tutturdu.
Tevekte üzüm kara
Salkımı düzüm kara
Ben yara gidemiyom
Elim boş yüzüm kara
Yoksulluğun ortasında evlenip bir yuva kurup sekiz çocukla perçinledi yuvasını. Ailesi büyürken namı da büyüyordu; manifaturacı Şükrü Efendi elinden tutup plak yapmaya İstanbul’a götürdü. Artık bir plağı vardı ama gelin görün plak şirketi vaat ettiği parayı vermemiş, Zaralı Halil mağdur olup mahkemelik olmuştu. Kendisine maddi gelir sağlamayan plağı büyük ilgi görmüş kapış kapış gitmişti, plakçılar Zaralı Halil’in peşine düşmüştü.
Adı o dönemin büyük sanatçıları Zehra Bilir, Muzaffer Akgün, Nurettin Dadaloğlu gibi sanatçılar ile anılır olmuş, şehir şehir dolaşmaya başlamıştı. O zamanlar ne düşündü, neyden uzaklaşmak istedi bilinmez, çıktığı turnelerden evine gelmeyip yedi yıl uzaklaştı Zara’dan ve ailesinden. Yedi yıl sazıyla türküleriyle içkisiyle başbaşa kalıp yedi yılın sonunda daha fazla dayanamadı hasretliğe zayıf ve hasta düşen bedeniyle döndü ailesine Zara’ya.
Yanarım yanarım amman aman
Tütünüm tütmez
Virane bahçede amman aman bülbüller ötmez
Yaram pek derindir amman aman
Melhem kar etmez
Oy beni beni kar yağdı başıma
Oy beni beni doğurmaz olaydın
Ey ey anam sen beni
Çok geçti artık, kendisini hasta ederek dönmüştü yuvasına, yapılan tedaviler sonuç vermemiş hiçbir merhem kar etmemiş 15 Ocak 1964 tarihinde Zara’da sevdiklerinin yanında hayata veda etmişti.
Üretenlerin bedeni veda ederken eserleri yaşıyor. Zaralı Halil’in de eserleri hâlâ yaşamaya devam ediyor. Ne zaman karlı bir dağı karalık bastığı görülse akıllara asker ocağında yazdığı şu dörtlük geliyor.
Karlı dağlar karanlığın bastı mı?
Kahpe felek ayrılığın vakti mi?
Karlı dağlar ne olur ne olur
Asker ağam gelse yaralarım ey(i) olur
Ezilen bir yüreği görünce, tanrıya bir yakarış duyunca akıllardadır hasta hasta Diyarbakırlı Celal’i ziyarete gittiğinde tutturduğu uzun hava.
Ezim ezim eziliyor yüreğim
Çok yalvardım kabul olmaz dileğim
Ben ağlarım doktor ağlar, dert ağlar
Haram oldu yari gördüğüm çağlar
Laleli, sümbüllü, ah ne güzel bağlar
Hiç kuşkusuz o dönemde ziyadesiyle zordu her şey. Çocuk denecek yaşta annesiz babasız kalıp yetimhanede dört yılını geçiren birinin sesini duyurması… Hiçbir şey şimdiki gibi değildi; ne teknoloji ne ulaşım ne koşullar. Yine de pes etmemiş zayıf bedeninden çıkan gür sesini notalarla buluşturup uçurmuştu. Zaman zaman cumadan cumartesiye oradan salıya kondurmuştu aşk sözcüklerini.
Bügün de günlerden cumadır cuma
Yar hemama gedip kınanı yuma
Ben seni sevmişem kimseyle deme
Zalım celep vurdu yarem var benim
Halkın yarasını kendi yarası bilmiş, yaşadığı dönemde büyük Erzincan depreminde acıyı ruhunda hissederek hayatını kaybedenlere ağıt yakmıştı.
Kan ağlıyor Erzincan’ın dağları
Viran kaldı mor sünbüllü bağları
Sivas’a geliyor kalan sağları
Şikayetim kimden kime ne deyim
Geçmişe yaptığım zaman yolculuğumda aklıma gelen isimlerden biriydi Zaralı Halil. Unutulmaması gerekenlerdendi, anılması, yazılması gerekenlerdendi. Şu berbat gündeminin içinden, an ve an önüme düşen dehşet haberlerinden kaçıp, kirletilen zamanın ortasından usulca sıyrılıp geçmişe yolculuk yapmayalı çok olduğunu anlamam iyi oldu. Belki de bu yüzden köşemde sık sık buluşmalıyım yaşadığı döneme ışık tutup ışığı bugüne yansıyan değerli isimlerle. O günlerden görmüş gibi bugünleri yazmış, o günlerde anlatmışlar bugünleri. Yaşadıkları zamanlara tanık olmadıklarımın ismi bundan böyle zaman zaman yansıyacak benden size.
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.