Ece Göksedef – BBC Türkçe
Irak’ın başkenti Bağdat’ta kalabalık bir grup haftalardır sürdürdüğü oturma eylemine hafta başında son verip protesto gösterilerine başladı ve Başkanlık Sarayı’nı bastı. Olaylarda en az 30 kişi hayatını kaybetti.
Bu protestocular Şii din adamı ve siyasetçi Mukteda es-Sadr’ın destekçileri. İsyan ettikleri şey ise “diğer siyasilerin kendisini dinlemediği gerekçesiyle” Sadr’ın siyasetten çekilme kararı alması. Sadr’ın bir çağrısıyla başlattıkları oturma eylemi ve ardından çıkan olaylar, yine onun çağrısıyla birkaç saat içinde sona erdi.
Peki Sadr’ın bu gücünün, binlerce insanı peşinden sürüklemesinin arkasında ne yatıyor?
Sadr, Irak siyasetine 20 yıldır damga vuran, ülkenin en önemli siyasi isimlerinden. Ancak bu kadar ateşli destekçilerinin olmasının sebebi son 20 yıl değil; bu çok daha öncesine ve çok daha geniş bir coğrafyaya dayanıyor.
Bunu anlamak için öncelikle ailesinin kökenlerine bakmak gerekiyor.
Sadr ailesi kimdir?
Mukteda es-Sadr 1974’te doğduğunda babası Muhammed Muhammed Sadık es-Sadr ve sonradan kayınpederi olacak olan, dedesinin de kuzeni olan Muhammed Bekir Sadık es-Sadr, Irak’ta yoksul Şii grupların yakından takip ettiği, Saddam Hüseyin yönetimine karşı Şii kitleleri örgütleyen hareketlerin başındaydı.
Sadr ailesinin soyu Şiiler için büyük öneme sahip yedinci imam olan İmam Musa El Kazım’a ve Lübnan’da Cebel Amel bölgesine dayanıyor. Çok sayıda öncü din adamı ve teolog çıkaran ailenin bazı üyeleri sonradan İran’a, bazıları da Irak’a yerleşti. Kimi İran İslam Devrimi’nde öncü rol oynarken ailenin bilinen isimlerinden Musa es-Sadr, Lübnan’a giderek ülkedeki iç savaşı üç günlük bir açlık greviyle protesto etti.
Ancak kısa süre sonra çok farklı bir yol izleyerek iç savaşta milisleri ya da silahlı bir grubu olmayan Şiilere destek olmak amacıyla 1974’te Amel Hareketi’ni kurdu. Lübnan’ın güneyinde birçok okul, sağlık merkezi ve ibadethane kurdu. Lübnan’daki nispeten eğitimli ve orta sınıf Şiilerin ilgisini çeken hareket, “Şiilerin haklarını korumak” amacıyla iç savaşta aktif rol oynadıktan sonra siyasi bir partiye dönüştü. Uzun süre Şiilerin bir başka silahlı grubu ve siyasi partisi olan İran destekli Hizbullah’la savaşsa da son dönemde iki siyasi parti işbirliğine gitti. Amel, bugün hâlâ Lübnan Meclisi’nde en fazla sayıda sandalyeye sahip siyasi parti.
Sadr ailesinin Irak’ta da benzer bir hikayesi oldu. Mukteda es-Sadr’ın babası ve kayınpederi öyle etkili isimlerdi ki; birinin ölümü, diğerinin de isyanı sonrası başlayan olaylar Irak’ta “Birinci Sadr Ayaklanması” ve “İkinci Sadr Ayaklanması” olarak tarihe geçti.
Baba Muhammed Muhammed Sadık es-Sadr, çoğunlukla Irak’ın güneyinde yaşayan ve Saddam Hüseyin yönetimi altında ciddi baskılara maruz kalan Şiiler 1991’deki Körfez Savaşı sonrası hareketlenmeye başladığında, ayaklanmanın öncülerinden biri oldu.
Şii ayaklanmalarının öncülerinden biri de İran’ın çok yakından desteklediği, İran doğumlu Şii din adamı Ayetullah Ali Sistani’ydi. Saddam Hüseyin’e karşı Şiiler örgütlenirken bu iki isim arasında ikiye bölündü.
Irak’taki “Büyük Ayetullah” olarak görülen Bağdat doğumlu Muhammed Sadık es-Sadr, daha radikal genç ve çoğunlukla yoksul ailelerden gelen Şiilere odaklandı. Ülkenin güneyindeki ekonomik olarak gelişmemiş bölgelerden Şii gençler Sadr’ın emrine girmek için Bağdat’a akın etti. Orta Doğu’daki en büyük İslami hareketlerden olan bu hareketin yıllar içinde milyonlarca takipçisi olacaktı.
Irak’ın yüzde 60’ın üzerinde Şii olan nüfusunun büyük kısmı o yıllarda yoksulluk çekiyordu. Muhammed Sadık es-Sadr, bu topluluğa odaklandı. Öyle ki, yıllarca Irak’ta gazetecilik yapan Patrick Cockburn’ün anlattığına göre şu hikaye Şiiler arasında sıkça anlatılıyordu: Maddi zorluk çeken ve din adamlarına, vaizlere gidip bununla ilgili soru soran halka genelde “bu soruların dinle ilgili olmadığı, kimseyi bu sorularla oyalamamaları gerektiği” söylenirken, giysilerinden çok fakir olduğu anlaşılan bir adam bir gün Sadık es-Sadr’a gider ve domatesin fiyatını bilip bilmediğini sorar. Sadr, her bir domates türünün fiyatını ve nerede en uygununu bulabileceğini tek tek bu kişiye anlatır. Bu sebeple insanlar Sadr’ın hayatın gerçek zorluklarını bildiğine ve onları anladığına inanır.
Şii gençlerin toplanarak Sadr’ı vaaz verirken dinledikleri bölgenin adı Devrim Şehri’ydi. Burası bir süre sonra Saddam Hüseyin’in emriyle Saddam Şehri adını alsa da, 2003’te oğul Mukteda es-Sadr’ın emriyle Sadr City (Sadr Şehri) olarak anılacaktı. Ve 3 milyona yakın nüfusuyla Sadr Hareketi’nin merkezi olacaktı.
Bu “gizli gettoda” Sadr birçok takipçisini örgütledi, öğretisini ve ayaklanmayı yayacak bir ekip oluşturdu ve Irak siyasetinde daha da etkin olmaya başladı. Yerel halk kendisine öyle bir bağlıydı ki, Saddam Hüseyin’in birliklerinin şehri tam manasıyla kontrol altına alması, takipçilerini ve kendisini bulması mümkün olmadı. Bu sayede Sadr, daha uzaklardaki fakir bölgelerde kalan ve devletin hiçbir imkanından faydalanamayan gençlere ulaşarak onlara eğitim, sağlık, mali yardım gibi imkanlar sağladı.
Bu sırada baskı altında kalan diğer Şii din adamları yurt dışına, çoğunlukla da İran’a kaçmıştı. Bu da Sadr ailesinin popülaritesini artırdı. Daha milliyetçi bir ideoloji benimseyen Sadık es-Sadr, halkın yoksulluğu için de sık sık yaptırımlar uygulayan ABD’yi suçluyordu.
1990’ların sonunda Muhammed Sadık es-Sadr öyle bir güçlenmişti ki, artık açıkça Saddam Hüseyin karşıtı konuşmalar yapmaya başladı. 1999’da Saddam Hüseyin’in “sabrının azaldığı” mesajı kendisine iletildiğinde Sadr, korkmadığını söyleyerek bir camide konuşma yaptı, “Şiiler Saddam’ın baskısıyla korkutulamaz” dedi. Namaz çıkışında iki oğluyla birlikte bindiği araba pusuya düşürüldü ve iki oğluyla birlikte hayatını kaybetti.
Saddam Hüseyin’i Sadr’ın ölümünden sorumlu tutan çok sayıda Şii sokaklara döküldü ve aylar sürecek olan “İkinci Sadr Ayaklanması”nı başlattı.
Sadr ayaklanmalarının ilki de 1979’da İran’daki İslam devriminin hemen ardından, yeni Tahran yönetiminin bir süre sonra yıllar sürecek bir savaş başlatacağı Saddam Hüseyin’i devirmek üzere Irak’taki Şiilere verdiği destekle başladı.
Ayaklanmanın öncülerinden biri de, ileride Mukteda es-Sadr’ın kayınpederi olacak olan ve Necef’te yaşayan Muhammed Bekir es-Sadr’dı. Sadr’ın bu süreçte defalarca tutuklanması ve gözaltında işkence gördüğüne dair haberler, destekçilerinin Irak’ın güneyi başta olmak üzere ülke genelinde eylemler yapmasına yol açtı. Nihayetinde 1980’de Bekir es-Sadr ve kız kardeşi cezaevinde öldürüldü.
Es-Sadr’ın o dönemde kurduğu İslami Dava Partisi, 1980-1989 arası İran-Irak Savaşı’nda İran’ı açıkça destekledi. 2003’teki ABD işgali sonrası İran’dan destek almaya devam eden partinin lideri Haydar el-İbadi, 2014-2018 döneminde Irak’ta başbakanlık yaptı.
İki kuzenin ideolojik farklılıklarından doğan rekabeti, yıllar sonra çocuklarının evlenmesiyle işbirliğine dönüşecekti. Ancak bu kez silahlı mücadele Saddam Hüseyin yönetimine değil, ABD işgaline karşı büyüyecekti.
Ve Mukteda es-Sadr, ABD işgali sonrası ülkede başlayan iç savaşın en kanlı saldırılarını yöneten aktörlerden biri olacaktı.
Yıllar süren ev hapsi sonrası ‘yeniden doğuş’
Sadık es-Sadr iki oğluyla birlikte öldürüldükten sonra Saddam Hüseyin’in adamları, yıllarca takip ettiği ancak zararsız olduğuna karar verdiği, babası veya ailenin geri kalanı gibi güçlü bir dini eğitim de almamış olan Mukteda es-Sadr’ı ev hapsinde tutmakla yetindi.
2003 yılında Saddam Hüseyin devrilene kadar ev hapsinde kalan Sadr’ın gerçekten de ona bir zararı olmadı. ABD işgali sonrası ev hapsine son verilen din adamı, Iraklılara göre “küllerinden doğdu” ve kendisini hapseden iktidarı deviren ABD yönetimine karşı güçlü bir hareket başlattı.
Onun dışında hiçbir Şii öncü din adamı, eğitimini tamamlayamamış, yoksul, genç ve ateşli Şii gençlere önderlik etmeye çabalamamıştı. Bu gençler güç boşluğundan faydalanarak sık sık Bağdat’ta yağmalama yapıyordu.
ABD’nin ülkeye geri getirdiği kaçak Şii din adamları da “Batı yanlısı” olarak görülüyordu.
Mukteda es-Sadr hem Saddam Hüseyin’e, hem yoksul halkı anlamayan hem de Batı yanlısı Şii din adamlarına, son olarak da ülkeyi işgal eden güçlere olan nefreti temsil ediyordu.
Ülkedeki diğer Şii partiler koalisyon güçlerinin ülkeyi yönetmemesi, hemen seçimlerin yapılması gerektiğini söylerken bir yandan da seçimleri kazanabilmek için bu güçlerle işbirliği yapıyordu. Mukteda es-Sadr ise en başından koalisyon güçlerinin varlığına karşı çıktı, “askerlere yönelik saldırılar ve onların elindeki binalara yağmaların İslam dinince affedileceğini” söylediği bir fetva verdi.
Şii liderler arasındaki gücünü pekiştirmek için de ABD’nin Necef’e getirdiği ve Batı yanlısı olmakla suçlanan bir Şii din adamını açıkça eleştirdi. Nisan 2003’te bu Şii din adamı, Sadr’ın takipçisi olduğunu söyleyen birkaç bıçaklı Şii genç tarafından Necef’te öldürüldü.
‘Saddam küçük yılandı, Amerika büyük yılan’
Nihayetinde ABD’de 11 Eylül 2011’de düzenlenen El Kaide saldırıları için “Allah’ın bir lütfu, bir mucize” dediği bir vaazı Sadr Hareketi’nin gazetesinde yayımlanınca, Sadr Şehri başta olmak üzere Sadr Hareketi’ni destekleyen Şiilerin yaşadığı bölgelere ABD askerlerinin operasyonları başladı. Bu operasyonlar hareketin daha da büyümesine yol açtı. Sadr’ın takipçileri, din adamının babası ve diğer birçok aile üyesi gibi yakalanmasını önlemek için sokaklara dökülmüştü. Ancak çoğu eğitimsizdi ve ellerinde gelişmiş silahlar yoktu.
Hareketin ilk adımları böyle atılıyordu. Mukteda es-Sadr, yıllar içinde Şii mezhepçi milis grupların liderliğinden Irak milliyetçisi bir siyasi kimliğe bürünecek, sonra da “reform çağrıları yapan” ancak duruma göre sürekli değişen, istikrarlı bir politika izlemeyen, rakiplerini sık sık şaşırtan ve ülkedeki gücünü artıran bir isme dönüşecekti.
Bu yıllar için İran, Suudi Arabistan ve Türkiye’yle de toplumsal tabanın eğilimine göre ve çıkarları doğrultusunda çalkantılı bir ilişki geliştirecekti.
ABD askerlerine yönelik eylemlerine ise “Saddam küçük yılandı, asıl büyük yılan Amerika” diyerek gücünü koruduğu süre boyunca devam etti.
Mehdi Ordusu
Şiilerin gördüğü baskı ABD işgali ve Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle birlikte sona erdiğinde Şii önderler bu kez ABD askerlerine karşı silahlı grupları örgütlemeye başlamıştı.
Mukteda es-Sadr da 2003’te, büyüdüğü Necef şehri ve hareketin büyüdüğü Sadr Şehri adlandırdığı bölge başta olmak üzere Şiilerin çoğunlukta olduğu bölgelerde babasının adına “Şehit Sadr Ofisleri” açarak Sadr Hareketi’ni başlattı.
Bu hareket, Şiilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde kendi de-facto dini mahkemelerini, polis gücünü, cezaevlerini ve “sosyal hizmet ağlarını” kurdu. Kontrol ettiği bölgelerde çok sıkı bir “güvenlik ağı” da kurmuştu.
Bir süre sonra, yıllar boyu baskı altında eğitim alamayan, istihdam edilmeyen yoksul ve çoğu şehirli Şii gençlerden oluşan bir silahlı grup kurdu: Mehdi Ordusu.
İlk başlarda hiçbir yerden silah desteği bulamayan, tek bir merkezden kontrol edilemeyen Mehdi Ordusu’na katılmak isteyen gençler, kendi buldukları silahlarla Sadr’a bağlılık bildiriyordu. Bu başıboşluk, Irak sokaklarında Mehdi Ordusu’nun sorumlu tutulduğu çok sayıda cinayet, işkence, kaçırılma, yağma olayına yol açtı.
4 yıl içinde Mehdi Ordusu’nun militan sayısı 70 bine yükselecek; Mukteda es-Sadr da ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin arananlar listesinde en üst sıralara yerleşecekti.
Sadr’ın, babası ve kayınpederiyle birlikte olan fotoğrafları artık Bağdat ve ülkenin güneyindeki polis karakolları ve Irak ordu bürolarının duvarlarındaydı.
O dönem ülkede gazetecilik yapan muhabirlerden bazıları, milislerin ilk aşamada İran’dan hem silah hem askeri eğitim desteği aldığını söylüyor. Ancak bu desteğin, Sadr’ın İran’a mesafeli yaklaşımı sebebiyle sınırlı kaldığı belirtiliyor.
ABD ve İngiltere ordularının Irak’taki güçleri, 2003’te öldürülen din adamının cinayetinden sorumlu tuttuğu Sadr’ı aradığını söyleyerek Necef’e yönelik geniş çaplı operasyonlar başlattı.
Mehdi Ordusu ve ondan çok daha güçlü ve donanımlı olan koalisyon güçleri karşı karşıya geldi. İki çatışmanın da kazananı olmadı, bir süre sonra iki taraf da kendi bölgelerine geri çekildi ancak Mehdi Ordusu uzun süreli bir sessizliğe büründü.
Mukteda Es-Sadr ise bu çatışmalardan “Koalisyon güçlerine karşı yenilmeyen güç” olarak çıkarak daha da popülarite kazanmıştı.
Hem koalisyon güçlerine direnişin bir sınırını olduğunu gören hem de kazandığı popülariteyi kullanmak isteyen Sadr, 2006 yılına kadar daha politik bir yol izledi. Yoksullara yardım eli uzattığını söyleyerek ülkede daha geniş kitlelere ulaştı. Bu sırada ABD, Sadr’ın İran’a kaçtığını söylese de bu hiçbir zaman kanıtlanamadı.
İç savaş ve Sünnilere yönelik katliamlar
Bu esnada İran’ın doğrudan desteklediği ve hatta İran’da eğittiği Bedir Örgütü başta olmak üzere Şii milis gruplar Irak’a geri dönmeye başlamıştı. “Radikal Sünni silahlı gruplara, El Kaide’ye karşı savaştığını” söyleyen Şiiler ve “kendilerini korumaya çalıştığını” söyleyen Sünniler arasındaki çatışmalar gittikçe sıklaştı ve daha kanlı bir hal aldı.
2006’da Irak genelinde 30’dan fazla Şii milis grup vardı. Katliamlar, sivillere yönelik saldırılar artmış, ülkede iç savaş başlamıştı.
Muktda es-Sadr da sessizliğini bozdu ve Mehdi Ordusu’nu yeniden sokaklara döktü. 2006-2007 arasında hem koalisyon askerlerinde hem Sünni bölgelerde ciddi korkuya sebep olan Mehdi Ordusu, çok sayıda katliam, işkence, insan kaçırma gibi kanlı olaya ve soygunlara imza attı.
O dönem Sadr, “Sünniler, gördüğü her silahlı Şii gruba Mehdi Ordusu diyor. Ama onların çoğu benim kontrolümde değil” demişti. Merkezi bir kontrol mekanizması olmadığı için bunda doğruluk payı olsa da, bu kişilerin Mehdi Ordusu adına silahlanması ve Sadr’a bağlılık bildirmiş olması Sadr’ın gücünü artıran bir durumdu ve buna hiçbir zaman itiraz etmedi.
2008’de ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin kontrolünde kurulan Irak ordusu, mezhepsel çatışmayı belli bir oranda engellemişti. Ve sokaklarda kanlı eylemlerine devam eden Mehdi Ordusu’nu durdurmaya karar vermişti.
O sırada güneydeki petrol yatakları açısından zengin olan Basra şehrinde güçlenmiş olan Mehdi Ordusu’na yönelik Irak ordusunun operasyonu, bir başka Şii lider ve dönemin Başbakanı Nuri El Maliki’nin emriyle başladı. Maliki, İran’ın etkisi ve kontrolü altında hareket etmesiyle bilinen bir siyasetçiydi.
Irak ordusuyla birlikte Maliki’ye yakın başka milis gruplar da petrol kuyularının kontrolü için Mehdi Ordusu’na karşı savaş başlattı. Savaş uzun süre devam edip sonuçsuz kalınca nihayet İran’ın Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün Komutanı Kasım Süleymani aracılığında bir ateşkes uzlaşmasına varıldı.
Süleymani, Irak’taki İran destekli Şii milisleri örgütleyen asıl isimdi.
Bu Sadr için hem İran’ın doğrudan müdahil olduğu; hem de Basra’ya 6 bin Amerikan askerinin daha asayişi sağlamak gerekçesiyle gönderildiği küçük düşürücü bir yenilgi oldu.
Benzer bir çatışma Sadr Şehri’nde de yaşandı ve yine Kasım Süleymani’nin arabuluculuğunda, Irak ordusu ve ABD hava kuvvetlerinin şehre gönderilmesiyle sonuçlanan bir ateşkesle çatışmalar son buldu.
Haziran 2008’de Mukteda Es-Sadr, Mehdi Ordusu’nu feshettiğini duyurdu.
Artık destekçileri “Söz Verilen Gün Birliği” adlı küçük bir silahlı grubun yanında çoğunlukla “Mumahidun“ adı altında siyasi ve sosyal hizmetlerde” bulunacaktı.
Bu tarihte, zaten ibadet için kutsal mekanlarına ya da aile ziyaretine sık sık gittiği İran’a geçti. Nuri el Maliki’yle aralarında ciddi sorunlar vardı; bu sebeple birkaç yıl Irak’a geri dönmediği biliniyor.
2014’e kadar Sadr, desteklediği siyasi partiler üzerinden Sağlık ve Ulaşım Bakanlığı başta olmak üzere çok sayıda üst düzey pozisyona destekçilerini yerleştirdi. Birçok devlet kurumunda güçlendi.
Irak içindeki silahlı çatışmalara büyük oranda son vermiş olsa da, Mehdi Ordusu’na bağlı silahlı gruplar 2011 sonrası Suriye’ye giderek iç savaşta çoğunluğu Sünni olan muhalif gruplara karşı savaştı.
Sürpriz Türkiye ziyareti
Sadr 1 Mayıs 2009’da, İran ile Türkiye’nin de ilişkilerinin yakın olduğu bir dönemde Türkiye’ye sürpriz bir ziyarette bulundu.
Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara’da görüntülenen Mukteda es-Sadr, iki yıl sonra ilk kez kamuya açık bir alanda görüntüleniyordu.
Türkiye’nin Orta Doğu’da barışı sağlamak için daha belirgin bir rol oynayabileceğini söyleyen Sadr, buradan İstanbul’a geçerek destekçileriyle bir araya geldi.
Ancak bundan yıllar sonra Irak’a döndüğünde, Bağdat hükümetiyle Ankara arasında yaşanan gerilimler sırasında Türkiye’yi kınayan açıklamalar yaptı ve destekçilerine Türkiye karşıtı eylemlere katılma çağrıları yaptı.
IŞİD’le mücadele ve silahlı gücün ‘Barış Birlikleri’ adı altında dönüşü
Şubat 2014’te Sadr, artık Irak’a dönmüştü. O dönem Maliki’nin iktidarını koruması için Sadr Hareketi’ne bağlı milletvekillerine ihtiyacı vardı. Sadr, gücünü artırmak için siyasetten tamamen çekileceğini ve ülke genelindeki ofislerini kapatacağını duyurdu.
Ancak Haziran 2014’te IŞİD Musul’un kontrolünü ele geçirdiğinde Sadr da yön değiştirdi.
Şii din adamı Sistani’nin çağrısıyla çoğu Şii olan gençler tekrar silah altına girmiş ve irili ufaklı birçok Şii milis grup “Haşdi Şaabi” adı altında bir araya gelmişti.
Sadr’a bağlı silahlı gençler de bu kez “Barış Birlikleri” adı altında örgütlendi.
Mehdi Ordusu adını kullanmamasının arkasında, iç savaş zamanından akıllarda kalan olumsuz imaj yatıyordu.
Sadr da İran’da geçen yılların ardından 2014 sonrası artık mezhepçi değil, milliyetçi bir politika izlemeye başladığını söylüyordu.
Öyle ki; bundan çok da uzun olmayan bir süre önce Sünni katliamlarından sorumlu tutulan Mehdi Ordusu’nun lideri Sadr, IŞİD’in yenilmesi sonrası İran destekli milislerin ülkede aktif olmaya devam etmesi halinde “Sünnilere yönelik katliamlar yaşanabileceği uyarısında” bulundu.
2016 sonunda artık IŞİD büyük oranda gerilemişti. Sadr ise siyasi gücünü yeniden kazanmıştı. Takipçileri Sadr’ın bir sözüyle Yeşil Bölge’de işgal hareketi başlatıyor, ülkenin farklı yerlerinde oturma eylemleri yapıyordu.
Sadr IŞİD’in yenilgisi sonrası ülkede olan tüm askerlerin çekilmesi çağrıları yaptı. Bu çağrılar ABD ve İran’ın ülkedeki güçlerini hedef alıyordu.
İran’ı desteklemediğinin bir sembolü olarak 2017’de İran’ın bölgedeki en büyük rakipleri Birleşik Arap Emirliklerine; ardından Suudi Arabistan’a gitti ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’la görüştü. Bu, 2006’daki sürpriz Suudi Arabistan ziyareti sonrası Sadr’ın ülkeye ikinci gidişi oldu.
Siyasetteki gücü her geçen yıl arttı
Şii din adamlarının “laik devlet işleri” olarak görülen siyasette aktif olarak yer almasının takipçileri tarafından onaylanmadığı biliniyor. Ancak Irak ve İran’da bu isimler, bizzat kendileri aday olmamakla birlikte, destekledikleri hareketlerin siyasi parti kurmasına öncülük ederek, bu partilere isimleri doğrudan atayarak ve izledikleri politikaya yön vererek etkili şekilde müdahil oluyor.
Mukteda es-Sadr da aynısını yaptı.
IŞİD yenilgisi sonrası “reformcu” bir politika izlediğini açıklayan Mukteda Es-Sadr, 2018 seçimleri öncesi Sadr Hareketi’ni Saairun İttifakı’na (Reforma Yürüyüş İttifakı) kattı.
Bu ittifak, reformcu politikasının göstergesi olarak Irak Komünist Partisi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki KDP ile birlikte oluşturulmuştu. İçinde Sünni siyasetçiler de vardı.
İttifakın kazanabilmesi için bazı Şii partilerin desteğine ihtiyacı olan Sadr, bu desteği alamayınca seçimleri boykot edeceğini açıkladı.
Boykot kararı, iktidarda kalabilmek için Sadr’ın desteğine ihtiyaç duyan Şii partilerin uzlaşmaya varması sonrası geri alındı.
Sonradan, boykot kararı alındığı süre boyunca Sadr Hareketi’nin seçmenlerle çalışmaya, oy pusulaları hazırlamaya ve arka planda seçim kampanyasına devam ettiği anlaşıldı.
Sadr’ın kurduğu ittifak, 2018 ve 2021 seçimlerinde desteğini artırarak en yüksek oyu aldı.
Ancak kendisi hiçbir zaman hükümette yer almadı. Böylece, 2019 ve sonrasında başlayan protesto gösterileri sırasında “Her şeyin sorumlusu hükümettir” diyerek “halk adamı” imajını korumaya çalıştı.
‘Sadr isterse çatıya çıkıp kendimi aşağı atarım’
Son iki seçimde Irak’ta oy kullanma oranı bir hayli düşse de, Sadr Hareketi destekçilerinin oy kullanmaya devam ettiği görülüyor.
Londra merkezli Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün (Chatham House) 2022’de yaptığı bir araştırma, bu kapalı topluluğun motivasyonlarını ortaya koyuyor. Buna göre Sadr’ın destekçilerinin yüzde 55’i siyasetçilere, yüzde 45’i hükümete güvenmiyor. Çoğunluğu, Irak’ın sorunlarının “yolsuzluğa bulaşmış siyasiler değil, dini liderler sayesinde çözülebileceğine” inanıyor.
Bu da Sadr’ın neden doğrudan siyasete girmediğinin bir başka göstergesi.
Takipçilerinin çoğu İslam hukukuyla ülkenin yönetilmesini istiyor ve Sadr’a sıkı sıkıya bağlı. Bu sebeple siyasete güvenlerini kaybetmiş olsalar da oy kullanma çağrılarına kulak tıkamıyorlar.
Bunu da 2021’deki seçimler öncesi New York Times’a konuşan, Sadr’ın Sadr Şehri’ndeki destekçilerinden Abbas Radhi, “Eğer Sadr benden çatıya çıkıp kendimi aşağı atmamı isterse, atarım” diyerek anlatıyor.
Hâlâ Barış Birlikleri’nin başında olan ve bu silahlı grubu feshetmeyen Sadr, son olarak “herkesin barış içinde yaşaması ve silahları bırakması” çağrısı yaptı.
Siyasi olarak bu öngörülemez tutumu ve zaman zaman yaptığı “siyasetten çekilme açıklamaları,” çok sayıda destekçisi olan ve devlet kurumlarında önemli pozisyonları elinde tutan, her zaman popülist politikalar izlemeyi başaran Sadr’ın en büyük siyasi gücü olarak görülüyor.
2019 sonrası ülkede gerilim yeniden arttı
2019’da hayat pahalılığı, temel ihtiyaçlara erişim zorluğu ve yolsuzluklara son verilmemesi gerekçesiyle çok geniş çaplı kitlesel gösteriler başlamış; başbakan istifa etmişti.
Gösteriler sırasında Sadr’ın bir kez daha İran’a giderek Ali Hamaney ve Kasım Süleymani’yle bir araya gelmesi ise tepki çekti.
Eylemlere önce destek veren, ardından bu desteği çeken Sadr’ın desteklediği ittifak eylemler sonrası yapılan ilk seçimlerde, Ekim 2021’de sandalye sayısını 54ten 73’e yükselterek yine açık ara birinci parti oldu. Ancak tek başına hükümeti kuracak sandalye sayısına ulaşamadı. Meclisteki bloklar uzlaşamayınca yeni hükümet bir türlü kurulamadı.
Haziran ayında es-Sadr, “geniş katılımlı hükümet” müzakereleri sonuçsuz kaldığında, Meclis’te desteklediği blok için “istifa” çağrısı yaptı. Bu çağrıya uyan milletvekilleri istifa ettiğinde ise parlamento çoğunluğu es-Sadr’ın en büyük rakibi olan İşbirliği Çerçevesi Bloğu’na geçti.
Temmuz ayında es-Sadr’ın destekçileri parlamentonun dağılması ve yeniden seçimlere gidilmesi için oturma eylemine başlamıştı. Es-Sadr, hafta başında siyasetten “son kez çekileceğini” duyurduğu açıklamasında siyasi rakiplerini “kendisinin reform çağrılarını dinlememekle” suçladı.
Olayların büyümesi üzerine ise “özür dileyerek” takipçilerine olaylara son verme çağrısı yaptı.