Geçmişte yaşadığımız mahallenin birinde yaşayan değişik lakaplarla anılan fakat aklımda kalan ya da en çok güldüğüm lakabıyla anlatmak isterim “mikser gelin”i.
Evin dört gelininin en küçük gelini olarak gelmişti mahallemize, kayınpederinin, kendi oğulları için yaptırdığı dairelerden birine oturmuştu. İlk altı ay mahalleliye, aileye kendisini sevdirmeyi başarmıştı, hatta diğer gelinlerin pabucunu dama atmıştı. İlk lakabı “candan gelin” olmuştu, ardından “becerikli gelin” ardından “gülen yüz” lakaplarını almıştı. Kısır yapıp mahalleliyi topluyor, kimin işi olsa koşuyordu. Hastaların refakatçisi taziye evlerinin çay dağıtıcıydı. Atom karınca misali “başım sıkıştı” diyenin başında bitiyordu. Sevilmenin verdiği şımarıklığı da yavaş yavaş yaşamaya başlamıştı, şakayla karışık eltilerine en çok sevilen gelinin kendisi olduğunu söylemeye başlamıştı bile. Eltileri gülüp geçer görünse de kendilerinden sonra gelen küçük gelinin mahalleliye “eltilerim sizin beni çok sevmenizi kıskanıyor onların yanında bana sarılmayın” dediğini duymuş fena bozulmuşlardı. Kaynana kayınpeder küçük gelinlerinin namından hoşnut olmamaya başlamışlardı zira küçük gelin seçime hazırlanan muhtar adayı gibi mahallede ziyaret etmediği ev kalmamıştı ve ileri geri konuşmalarını artırmıştı. Kendisini tam olarak kabullendirdiği gözle görünüyordu, çayı ocağa koyan küçük gelini çay içmeye çağırıyordu. Gittiği evlerin içişlerine karışmaya başlamış hatta aile kavgalarına ortak olmuş birkaç kez yaşanan olaylarda birinci dereceden görgü tanığı olduğu için karakola ifade vermeye gitmişti.
Uyarılar kar etmemiş, “Ben toparlıyorum yoksa daha fena olurdu” diye atladığı kavgaların kahramanı olmaya soyunmuştu. Bir yıl önce sıcakkanlılığıyla yardım severliğiyle kendinden söz ettiren gelin gitmiş, nerde dedikodu nerde olay varsa içine atlayan şirret gelin gelmişti. Oysa kocasının ve ailenin hatta mahallelinin ondan beklediği haber bebek haberiydi ama gelin görün bebek haberi yerine her gün mahallede kimin evinde ne olmuş onu anlatıyor, kimin evinde ne pişiyor biliyor, tuzlarının ölçüsüne kadar konuşuyordu. Susmak bilmeyen gelinin eski lakapları süpürülmüş “geveze gelin” “gezen pabuç” “laf ebesi” “mikser gelin” gibi lakaplarla anılmaya başlamıştı.
İlk altı ayda kendisine verilen sevginin devam ettiğini sanıyor ne gözü üzerindeki gözleri görüyor ne eleştirileri ne hakkında söylenenleri duyuyordu, etrafında onu öven birkaç kişinin verdiği gazla yaptıklarının söylediklerinin doğru olduğuna inanıyordu. Kocası ise karısına söylenen sözleri duyuyor fakat karısının güzelliğinden becerikliliğinden ve mahalleye gelen en yardım sever en candan gelin olmasından dolayı herkes tarafından kıskanıldığını söylüyordu. Birkaç kez annesinin “oğlum söyle çok gezmesin laf gezdiriyor herkesin işine karışıyor” demesine bozulmuş annesine kızmış günlerce konuşmamıştı. Mahalleli “keşke bebeği olsa da onunla uğraşsa yakamızdan düşse” noktasına gelmişti. Küçük gelinin kendine olan güveni katbekat artmış şanı şöhreti başka mahallelere kadar ulaşmıştı. Hiç tanımadığı düğünlere gider gelinin kınasını eline alır konuşma yapar, sünnet çocuklarına dualar okur, her işin altından mutlaka o çıkardı.
Kendinden herkesin bıktığını anladığında bayılma hastalığı ile geldi gündeme, aniden yere yığılıp kaskatı kesiliyor gözlerini ayırıyor titremeye başlıyordu, soranlara doktora gittiğini doktorun “seni üzmüşler hassas vücudun dayanamamış” dediğini söylemişti. Bu yalan birkaç ay nazıyla oynanmasına sebep olsa da yalanına inananlar azalınca “müjde” vereceğini söyleyip evinde mevlit okutulacağını söylemiş mahalleliyi evinde toplayıp hamile olduğunu açıklamıştı. Başta kocası olmak üzere herkesi mutlu etmişti.
“Artık gelmez evinde oturur diyenleri” hayal kırıklığına uğratmış her gün bir komşuya gidiyor “aşeriyorum evde yiyemiyorum” diyerek yemeğini yiyip geliyordu. “Midem bulanıyor mutfağa giremiyorum” diyor kocasını annesine yemeğe yolluyordu. Mahalleli, “bebek olursa bebekle uğraşır gelmez idare edelim dokuz ay dediğin nedir ki” demiş gün saymaya başlamıştı. Dokuz ayın sonunda herkesin anasından emdiği sütü burunlarından getirmiş sancı çeke çeke gittiği hastaneden eli boş dönmüştü. Yalancı gebelik haberi ile kendisi dışında tüm mahalleli yıkılmıştı, “her şeyi yalan” denmeye başlanmıştı, sesler yükseldikçe daha fazla hırçınlaşmaya başlamıştı. Önüne gelenle kavga ediyordu. Önce eltileri ile tek tek kavga etmiş hepsine farklı iftiralar atmıştı. “Beni merdivenden itti” “çayıma ilaç koydu” “sıcak suyu üzerime döktü” “terliğimi çaldı” yalanlarını çekinmeden ulu orta atmıştı ortaya.
Kaynanasının “ayıp etme kızım” demesine içerlenmiş “kaynanam bana büyü yaptı ondan çocuğum olmuyor” diyerek zirveye çıkmıştı. Önü alınmayan yalanlar ve her kavganın sonunda mağdur taraf olduğunu söylemesinden bıkan mahalleli gelinle baş edemeyeceklerini anlamış tek tek kapıları yüzüne kapatmaya başlama kararı almışlardı. Üç yılın sonunda yalanları entrikaları ile başbaşa kalan gelin bir gece kocasını alıp mahalleden sessizce taşınıp gitmişti.
“Bana herşey seni hatırlatıyor” dediğim, uzun uzun anlatılacak birini ve yaşattıklarını kısaca anlattım. Neden anlattım bilmem ama bana birini hatırlattı “mikser gelin”.