Bu benim Gazete Davul’daki ilk yazım. Kısa bir ”merhaba“ yazısına başlamadan önce, emek veren arkadaşlarıma ve siz okurlara buradan selamlarımı iletiyorum.
Yayın hayatına yeni başlayan Gazete Davul’a bir baltaya sap olmak için gelmediğimi, bir tokmak olmak için geldiğimi itiraf etmeliyim. Zira benim en büyük hayallerimden biriydi tokmak olmak. Bu bağlamda bana tokmak olmamı öneren değerli dostum Arlet Natali Avazyan’a çok teşekkür ederim.
Her ne kadar atalarımız, “Davulun sesi uzaktan hoş gelir.” demiş olsalar da ben o söze katılmadığımı belirterek başlayayım yazıma.
Ritim duygusu olan her insan davulu yakından dinlemeli, böylece uzaktan dinlediğinde alamadığı nameleri alacaktır. Burada davulun derisinin kalitesi, derinin kasnağa bağlanmasındaki ustalık, kaliteyi artıran nedenler gibi görünse de bence işin sırrı tokmakta. Tokmağı zurnanın sesine göre vurduğunuzda ortaya çıkan ahenge diyecek söz yoktur. Hele bir de o ses ayaklarla birleşip, figürlerle sergilendiği zaman… İşte o zaman asıl güzellik başlar.
Özetle davula vurmaya geldim.
Şayet yazılarımızdan da rahatsızlık duymaya başlarsa birileri, bilin ki yazılarımızdaki ritim ve hoş sedadan dolayıdır bu rahatsızlık. Kendi adıma söylemeliyim ki çevreye vereceğim tokmak sesinden dolayı birilerinden özür dilemiyorum.
Çok alışılagelmiş değil köşe yazarlığım. Kendi köşemde kaldığımdan değil; köşelerde bağımsız olabileceğime inanmadığımdan. Sosyal medyada kendi bağımsızlığını ilan edenlerdendim. Karışan yok; “Şunu yaz”, “Onu yazma.”, “Buna fazla dokuma.” ,“Şuna bir şey deme.” diyen yok. Tiraj kaygısı olmadan yazmanın verdiği sonsuz huzur var. Elbette kendi bağımsızlığını ilan edip kendine göre takılanlar daha büyük sorunlar yaşıyorlar. Bizzat yaşayanlardanım.
Patronsuz ve emir almadan yazmak; beynin, özgürlüğünü ilan etmiş olmasının verdiği bir rahatlık var elbette. Bunun tadı anlatılır gibi değil! Yazarsınız işte o zaman; kendinizi kasmadan. Düşünün… Harika bir şey değil mi? Düşünceleriniz kimseden emir almıyor ve siz yalnızca kendinizsiniz. Elbette bunun tadına doyum olmaz. Kendinizi yaşıyorsunuz ve başkası ne size ne yazılarınıza hükmediyor.
Bağımsızlığına ve özgürlüğüne fazlasıyla düşkün biri olarak bu bağlamda herhangi bir köşede bulunmayı düşünmezken geçen yıl değerli bir dostumun sayfasında birkaç ay yazdım; sonra sayfaları sık sık yasaklardan dolayı isim değiştirince bırakmak zorunda kaldım. Derken geldim bugüne, harıl harıl yeni oyunuma çalışırken Natali’nin sıcacık mesajıyla karşılaştım. İtiraf edeyim bana şu dünyada kıramayacağın beş isim say deseler ilk üçün içindedir Natali’m. “Gazete Davul’da bizimle olmak ister misin?” dedi. “Sen istersin de yok, der miyim?” dedim.
Bazı insanlar vardır, nadide bulunan inci gibidirler. İnsan ayrımı yapmayan, karıncayı ezmemek için yola bakarak yürüyen, gülenle gülen, ağlayanla ağlayan. Kim böyle bir insanı kırabilir ki? Ben de kırmadım ve buradayım.
Bana ayrılan kültür ve sanat sayfasında, elimden geldiğince, suya sabuna dokunarak; ülkemizde sanatın, kültürün, sanatçının geldiği noktayı, götürülmek istenilen yeri anlatacağım.
Yasa dışı dilimle, yasal olması gerekenleri, dilime yasak konulmadığı sürece buradan yazacağım. Malum; sanatı, sanatçıyı, kültürü anlatacaksanız, “yasak” kelimesini literatürünüzden çıkarmak zorundasınız. Sanat, yasağı sevmez; hatır yazılarını sevmez, minnet duygusu içinde icra edilmeyi sevmez. Sanat, kimi insanların doğasında bulunan kötülükleri bünyesinde barındıramaz. Sanat ve sanatçı, bağımsızlığını ilan edememişse ona dardır bulunduğu yer; nefesi kısılır, boğulur, kapıyı çarpar, gider. Allah korusun! Sanatın kapıyı çarpıp gitmesi, sevgilinin kapıyı çarpıp gitmesine benzemez. “Aman, giderse gitsin! Yeni bir sanat bulurum.”, diyemezsiniz. Onun gidişi, karanlığın gelmesi demektir.
İlk yazım kısa bir “merhaba” olacaktı, olmadı.
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.