Şair Yılmaz Odabaşı, geçtiğimiz günlerde sosyal medyada, sürgünde bulunduğu Fransa’nın başkenti Paris’te vefat eden sanatçı Ahmet Kaya’nın hayatını anlatan bir kitap yazacağını ancak daha sonra bundan vazgeçtiğini açıkladı. Odabaşı, kitabı yazmaktan vazgeçmesine gerekçe olarak, Ahmet Kaya’nın varislerinin izin vermemesini gösterdi.
Odabaşı şu ifadeleri kullandı: “Ahmet Kaya’nın kendisi ve çocukları adına tek hamisi, tek mirasçısı olduğunu 20 yıldır deklere ederken, bugüne kadar şirketi adına Ahmet Kaya şarkılarının tahsilatı dışında niçin hiçbir şey yapmamıştır? Mesela bir Ahmet Kaya Vakfı projelendirse on binler desteklerdi.
“Gülten Kaya 20 yıldır Ahmet Kaya’nın şarkılarını okuyan uçan kuşa bile fatura kesmekten başka birşey yapmadı. Bilgim dışımda kimse onun hikayesini bile yazamaz derken’, Ahmet Kaya’nın anlamlı imgesini mi gözetiyor gerçekten, yoksa milyonlarca ciro yapan şirketinin kasasını mı?
“Sonuç: ‘Ahmet Kaya’nın değil biyografik hikayesi, adını ve imgesini çağrıştıran her şeyi dünya genelinde yasakladığını’ ve bu yorumunun savcılıklara suç duyurusu da içerdiğini vurgulayan Gülten Kaya’nın bu tutumu nedeniyle Ahmet Kaya biyografik romanı projemden feragat ediyorum.”
Melis Kaya, bu eleştiriler üzerine ”Kalan ömrünüzden hakiki dostlarınız eksik olmasın” notuyla Odabaşı’na açık bir mektup yazdı.
Kaya’nın yazdığı mektup şöyle:
“Yılmaz Bey,
Size bunları 33 yaşın bilinciyle yazdığımı, yirmi senedir, babamın yokluğunda türlü badireyle uğraşmış -ve siz örneğinde olduğu gibi, buna hâlâ maruz bırakılan- üç kadın (annem, ablam ve ben) adına fakat tamamen kendi inisiyatifimle yazdığımı bilmenizi isterim. Sosyal medyada sizinle ilgisi dahi olmayan resmi bir açıklamayı alıntılayarak ailemiz hakkında yazdıklarınızı, annem Gülten Kaya’yı ve ailemizi birer linç objesi haline getirişinizi büyük bir şaşkınlıkla okudum. İthamlarınıza gelen münâsebetsiz yorumları yüceltmeniz de cabası… Üzülerek gördüm ki magazinsel bir suni gerçeklik yaratarak kendi cephenizi kalabalıklaştırma uğraşı içerisine girmişsiniz. Oysa dışarıdan biri ve sıradan bir okurunuz olarak böylesi bir kara popülariteye ihtiyaç duyabileceğinizi asla tahmin etmezdim.
Ahmet Kaya’nın 43 yıllık ömrü, 16 yıllık sanat yaşamı boyunca, hangi aralıkta, kendisiyle nasıl bir uzun yoldaşlık/dostluk hukuku yürüttüğünüzü bilmiyorum. Çocukluğumdan aşina olduğum yüzlerin arasında siz yoksunuz (bu benim için en önemli referanstır). Kendisiyle o çok kıymetli üç eser üzerinden gelişmiş profesyonel ilişki ve onun doğurduğu ahbaplık dışında ne tür bir özel yakınlığınız olmuştu? Yoksa o evde büyüyen çocuk ben değil miydim veya bir ihtimal hafızam beni yanıltıyordur. Malum, insan bir fırtınanın içinde büyüyünce hafıza yer yer kendini yok ederek hayatta kalmayı öğretiyor. Siz o fırtınaları bilirsiniz ancak ben de bu kez yanılmadığımı biliyorum. Babamın hakiki dostlarını da hafızamın en berrak köşesinde isim isim, yüz yüz tutuyorum. Şüpheniz olmasın.
Yılmaz Bey, sizin ‘vâris’ olarak anıp, iki satırda geçtiğiniz ablam ve ben yaralanmış ve yarıda kesilmiş bir ömürden dünyaya kalanlarız. Ne siz ne bundan sonra üretecekleriniz ne de sizinle aynı fikirde olan arkadaşlarınız bize babamızı, babamızın çalınan ömrünü geri getirebilir, ailemize yaşatılanları telafi edebilir. Bilakis, benim gözümde siz de, ne yazık ki, o linççi güruhun bir parçasısınız artık.
Baba-kız ilişkisi kutsaldır. Siz de kız evlat babasısınız, bilirsiniz. Üstelik şairsiniz, dünyaya başka türlü bakmak için var olanı kapayıp yeni pencereler açabilirsiniz. Bunu söylemek zorunda kalmak bile benim için son derece yıpratıcı ancak biz babamız üzerinden maddi muhasebe yapmayız, Yılmaz Bey. Her şeyden evvel, manen ve etik olarak yapmayız. Şahsiyet ve meslek sahibi yetişkinler olarak da maddi mirasın sürekliliğine tenezzül etmeyiz. Bunu bilmelisiniz.
Ahmet Kaya bizim babamızdır (ve elbette baba-çocuk bağına istinaden tüm haklarımız saklıdır) ama Türkiye’nin, dinleyenlerinin ve halkların da Ahmet Kaya’sıdır. Bunun her zaman bilincinde olduk ve öyle yaşadık. Yalnız şunu da bilmenizi isterim; babamın iki evladından biri olarak, bunca kötülüğün ve riyanın ortasında onu gelecek kuşaklara doğru aktarmak, itibarını korumak benim yaşam boyu ödevim olacak. Her ne pahasına olursa olsun, bu tutumumun arkasında kararlılıkla duracağım.
Yine ithamlarınıza cevaben eklemeliyim ki kendimizden başka birilerine yaslanmaya, bir yerlerden herhangi bir şekilde destek almaya hiçbir zaman, hiçbir koşulda ihtiyaç duymadık. 20 senedir pusulamız daima kendi aklımız ve vicdanımız oldu. Babamın bize miras bıraktığı onurun dışında sırtımızı dayadığımız tek bir yer, kurum, örgüt, parti, kişi yoktur.
Telif konusuna gelince, telif hakkı içeren veya içermeyen konularda bize gelen her projeyi beraber değerlendirir ve destekleyip desteklemeyeceğimize aile olarak birlikte karar veririz. Bu noktada evlat oluşumun da verdiği güce yaslanarak söylüyorum, bizler yaşadığımız sürece kimsenin ama hiç kimsenin bu yaklaşıma dair itirazı bizim için, özellikle benim için geçerli sayılmayacaktır.
Tavrımız sizin hoşunuza gitmeyebilir fakat hoşnutsuzluğunuzun karşılığı ‘dostunuz’un yaşamına gece gündüz ortaklık etmiş üç kadına pervasızca saldırmak olmamalıydı. Kaldı ki babamın ‘dostu’ olarak, kendisi üzerine bir kitap yazma fikrinizi sosyal medya yerine ilk önce bizimle paylaşmanızı ve üçüncü ağızdan duymamış olmayı tercih ederdim. Dilerim sizin ömrünüz vefa eder de telif konusundaki bu duyarlılığınızı sürdürür ve şiirlerinizi bestelemek isteyen müzisyenlerden telif ücreti talebinde bulunmadan onlara destek olursunuz.
Yılmaz Bey, babam ne yazık ki hayatta değil ama eğer hayatta olsaydı, bizi, özellikle ‘Gülten’ini’ itham ediyor oluşunuzun henüz zemini dahi oluşmadan linçten beslenen kalabalığın üzerine yıldırım gibi düşerdi. ‘Dostunuz’muş hani, bilirsiniz.
Son olarak size Pir Sultan Abdal’ı anarak veda etmek isterim; “Yağmur gibi yağar başıma taşlar/İlle de dostun bir fiskesi yaralar beni”
Kalan ömrünüzden hakiki dostlarınız eksik olmasın.”