Salı günü Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta yıkıcı bir patlama meydana geldi. Kentin idari ve ticari merkezlerine yakın mesafesinde meydana gelen patlama öncesi Lübnan’da durum nasıldı? Orta doğunun İncisi Lübnan’da neler oluyor?
15 yıl iç savaş yaşayan çok kültürlü, çok dilli, çok din ve mezhepli renkli Lübnan’da geçici anayasa 1990 yılında yürürlüğe konmuştu. Lübnan bir zamanlar tuhaf bir şekilde “ahlak adalarından biri” olarak anılırken geçen süre zarfında istikrarsızlık ve kaynayan gerilimlerde tehlikeli bir gerici rol oynayan ahlaki normları olmayan bir polis devletine dönüştü.
Uzun süren iç savaşın etkisiyle üretim ayağı hayli zayıflayan Lübnan ekonomisi dış ticaret açığındaki fazlalık sebebiyle kronik ekonomik kriz yaşıyor. Dünyanın en borçlu ülkesi olan Lübnan pandemi ile bağlantılı daha da kötüye giden mali ve ekonomik krizlerin ortasında boğuşurken, şimdilerde boş kasalar ve toplumsal çalkantı ile de karşı karşıya.
Geçtiğimiz Ekim ayında ilk kez sokaklara dökülen halk ülkenin siyasi sisteminin tekrar elden geçirilmesini istedi. 4 milyon nüfuslu Lübnan’da rekor seviyeye ulaşan halkın protesto gösterileri nedeniyle 29 Ekim 2019 tarihinde istifa eden hükümet yerine Ocak 2020’de yeni hükümet kuruldu. Şubat 2020’de taleplerini devam ettiren hükümet karşıtı protestocular çevik kuvvet polisi ile çatıştı.
Bölgenin istikrarı etnik ve dini yapının çeşitliliği sebebiyle sürekli bıçak sırtında. Yürürlükteki Lübnan anayasasına göre Cumhurbaşkanı Maruni yani Katolik Süryani topluluğundan Hristiyan, Başbakan Sünni Müslüman ve Meclis Başkanı ise Şii Müslümanlardan seçiliyor.
Meclisin etnik gruba ve din merkezli bölümlere ayrılmış kotalara göre yönetilmesi din mezhep aidiyetlerini aşıp toplumsal birlik içinde yaşama kültürünü oluşturamadı. Her ülkede olduğu gibi halk inanç özgürlüğü yönünden Hristiyan, Müslüman, Süryani, Şii vb.. aynı olmayan din ve etnik kökene sahip olabilir. Fakat insanları birleştiren ve eşit kılan ‘üst kimlik’ anayasadaki mevcut mezhep ve etnik köken kotaları sebebiyle kurulamadı.
Siyasal ve ekonomik manevralar sürecinde kapsayıcı üst kimlik yoksunluğundan kaynaklanan koordinasyon eksikliği ihmalleri de beraberinde getirdi. Bu ihmallerin sonucunda büyük bir patlama gerçekleşti. Ülke bütünlüğü için gerekli olan kurumlar arası koordinasyon devlet sisteminin işlevsizliğini gözler önüne serdi. Aynı coğrafyayı ve tarihi paylaşan, benzer kültürlere sahip grupların temsili kimliği olarak grup aidiyeti yüksek, çok kültürlü, çok dilli, renkli Lübnan halkı, anayasa sebebiyle hak ve özgürlük ortamında birlik oluşturması gerekirken tam tersi bir durumla karşı karşıya kaldı. Anayasa sebebiyle ayrıştı.
Lübnan göründüğünden çok daha fazla acı çekiyor..
Halkın büyük bir kısmı, felaketten onlarca yıl öncesine varan hükümetin yolsuzluğunu ve kötü yönetimini sorumlu tutuyor. Bu hafta gerçekleşen 154 kişinin öldüğü 6000 den fazla sivilin yaralandığı ölümcül patlamanın ardından on binlerce öfkeli protestocu, Lübnan’ın egemen sınıfına karşı yürüyüş yaparak binalara hücum ediyor. Gerçek bir fayda ve devlet yöneticileri tarafından aidiyet içeren tatmin unsuru olmasa bile farklı etnik, dini ve mezhep gruplarına mensup kişiler, vatandaşlık bilinci ile benimsediği temsili ulusal kimlik ile sessiz kalmıyor. Lübnan halkı özgür iradesiyle benimsediği ve özümsediği birleştiren ve eşit kılan kimliği ile başkaldırıyor.
Türkiyede ise durum pek farklı değil.
– Allah’ın lütfu bir darbe oluyor. Darbe sonrası 7 den 70 e herkes ceza alırken, siyasi ayağı teğet geçiyor. Darbe, yapıldığı iddia edilen tarafa, sadece iktidara yarıyor.
– Milletvekilinin evinde bakıcı ölüyor. Dosya kapatılıyor.
– Dört tarafı düşmanla çevrili ülkemizde tarihi şaheser Ayasofya ibadete kılıç ile açılarak ‘dost’ kazanılıyor. 21. yüzyılda nükleer silahların varlığı insanlığı dehşete düşürürken Türk kimliği ile özdeşleşen yüzyıllar öncesini aşkın bir savaş argümanı kılıç ile ayar veriliyor.
– Kürt vatandaşlar ‘sorun’ olarak algılanıyor.
– Döviz alıp başını giderken zirveye tırmanan dış borç vatandaşın cebine baskı yapıyor. Köşeyi dönen yastık altı yatırımcıları para ile saadeti bulacaklarını düşünürken ülkenin karşı karşıya kaldığı krizi görmezden geliyor.
– İstihdam oranları gittikçe düşüyor. İşsizlik son 10 yılın zirvesinde iken her dört gençten biri işsiz..
– Kadınlar İstanbul Sözleşmesini şiddetsiz hayat istedikleri için savunuyor. Sözleşmenin uygulanmamasını protesto ederken hem cinsleri kadın polisler tarafından kameralara yansıyan şiddet görüyor.
– Avukatlar cezaevlerinde adli yargılama talepleri kabul edilsin diye ölüm orucuna giriyor.
Sayfalar dolusu hak ihlalleri bir makaleye sığabilir mi? Türkiye’nin etnik köken sorunu yok, anayasayı uygulama sorunu var. Türkiye göründüğünden de fazla acı çekiyor..
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.