Ahmet Turan Özcerit, Deniz Hakan Åžen, Haluk SavaÅŸ, Medeni ArifoÄŸlu, Fatih TerzioÄŸlu, Mevlüt ÖztaÅŸ…
Bunlar, hep son yılların unutamadığım isimleri…
Ortak özellikleri OHAL mağduru olmaları. OHAL sonrası neye uğradıklarını anlamadan cezaevine doldurulan isimler bunlar. Ortak özellikleri yaşadıkları korkunç günler sonrası, kötü hastalığın pençelerine düşmeleri.
Maddi ve manevi iyi bir pozisyonda olmalarına rağmen birden bire tam aksini yaşamaya başladılar. Birden bire adeta damdan düştüler, birden bire hayatları alt üst oldu. İşlerinden, paralarından, sevdiklerinden ayrıldılar, mallarına el kondu.
Sonra ne mi oldu? Olumsuzluktan baÅŸka ne olabilir? Tüm maddi, manevi dayanakları yıkılan genç insanların başına gelen oldu, Vücut dirençleri düştü, dokuları koruyan antikorlar azaldı ve yetersiz kaldı, kanser hastalığı baÅŸladı. Hem üzüntü, hem mahkeme koÅŸturmaları, hem cezaevi eziyetleri… Kanseri hissedecek vakit mi vardı, hayat neÅŸesi mi vardı? Keyifsizlik, iÅŸtahsızlık, zayıflama ve giderek artan stres…
Hastalık için revire baÅŸvurduÄŸunda öyle hemen doktora çıkabilmek nerede? Dilekçeler, dilekçeler… Deniz Hakan Åžen isimli mahpusun yakınları bana 45. dilekçede ancak hastaneye gidebildiÄŸini söylemiÅŸlerdi. Ä°nfaz koruma memurlarının aÅŸağılayan sözleri, hakaretler… Defalarca çıkıldıktan sonra revir doktorunun verdiÄŸi ilaçların kar etmemesi… Zayıflayan, halsizleÅŸen, yataktan kalkamayan mahpuslar… Belki kaçıncı revire çıkıştan sonra karar verilen hastane planı… Yapılan planlar…
Ama hemen gidiÅŸ mümkün mü? Ya idare ihmal eder, o etmezse jandarmanın personeli yoktur, o da aşılırsa hastanede muayeneyi kaçırmışsınızdır, tekrar aynı prosedür ve engeller… Sonrasında doktorun “hastada bizim çözemediÄŸimiz ciddi sorunlar var, 3 basamak hastaneye gitmeli” sözleri.
En sonunda son basamakta yapılan muayenede yine de teÅŸhis konulamaz. Ne mi olur? MR’lar, tetkikler istenir, geç tarihler verilir, o tarihlerde jandarmanın iÅŸi çıkmışsa yeni tarihe kalmışsınız demektir. Ve nihayet beklemelerin sonucunda tanı konulur ama çok geçtir çünkü ya 3. ya 4. evrededir artık hasta ve yapacak baÅŸka bir ÅŸey kalmamıştır.
Şok etkisi oluşturmuştur yakınlarınızda kanser haberi. Çünkü gençsinizdir ve önceden ciddi bir sorununuz yoktur. Dışarıda zaten işsizlik, parasızlık, dışlanmalar, psikolojik sorunlarla boğuşan eş ve çocuklarınız için yeni ve kahredici yeni bir sorun vardır. Uzun süredir zayıflayan, bitkinleşen, eriyen eşini görüşlerde endişeyle izleyen eşler gözyaşlarını içlerine akıtır, zaten çok zor ve kısa olan görüşlerde.
Esra Terzioğlu kapalı görüşte ellerini kaldıramayacak derecedeki eşinin başını yerden kaldıramayacak kadar bitkin oluşunu görür ve çırpınır bir eş olarak. Diğer eşler farklı mı? Her biri için çok daha çileli ve unutulmaz acıların olduğu günler başlayacaktır. Ne bilsinler daha da kötü günlerin geleceğini?
Hasta mahpuslar hem sağlıklarıyla uğraşmakta hem de hapishane idaresinin ihmalleriyle uğraşmaktadır. Bir de buna Mart ayında başlayan pandemi sıkıntıları eklenirse ne olur? Bir de buna pandeminin kötü niyetle mahpuslara zorluk olsun diye fırsatçılık olarak kullanılması eklenirse ne olur? Hem hastalığın ilerlediği hem de mahpus ve yakınlarının saniye kaybedilmemesi gereken bir dönemde çaresizlikten bunalım yaşadığı günler ve aylar gelir.
Kemoterapilerin geciktiÄŸi,yapılsa bile yanında refakatçi bile olmayan bir kanser hastasının acımasız bir ortamda yalnızlığı.”Niye kanser oldum ki?” sorusunun cevabını kanser olduktan sonra en iyi anlayan mahpuslar. Çaresizlik, ÅŸifasızlığa doÄŸru giden ve özgür de olunmayan bir süreç. Zaten kendisine, eÅŸine, çocuklarına vurulmuÅŸ bir balta sonrası yaÅŸanan iÅŸkence dolu bir süreç.
Bütün bu süreçlerin yıllardır ÅŸahidiyim. Adeta her hasta mahpusu, her takip ediÅŸimde hep aynı ÅŸeyleri gördüm. Beni de kanser edecek derecede kahreden çok ağır süreçler. Bu acıları hem bir doktor olarak iyi anlamam hem de bir insan hakları savunucusu olarak yıllardır ÅŸahit olduÄŸum ihlallerin deÄŸiÅŸik iktidar elleriyle tekrar yaÅŸatılmasına, “Ne kadar ağır ya Rabbi!” dedim her defasında.
Ameliyatlar veya kaçırılan ameliyatlar, faydalı veya zarar veren, etkisi olmayan kemoterapiler, radyoterapiler, dökülen saçlar, ölüm yüzleri… Artık iyice bitkinleÅŸince infaz erteleme baÅŸvurularının yapılması. Ayrı bir eziyet olan saÄŸlık kurulu baÅŸvuruları, karar verilse bile pandemide aylarca toplanmayan kurullar. Gidip boÅŸa dönen hastalar. Sonuçsuz bekleyiÅŸler, vurdumduymazlıklar… Mevlüt ÖztaÅŸ’ın infaz erteleme süreçlerinde görüştüğüm hastane yetkilisinin bile isyan ettiÄŸi sorumsuzluklar.
SaÄŸlık kurulunun hemen vermediÄŸi, tekrar baÅŸvurularda doktorların “siyasi mahpus baÅŸvurusu, aman sorumluluk almayalım” tavırları ve cimrice verilen rapor oranları. Zor bela alınan raporların Adli Tıp Kurulu’na gitmesi, zaman kayıpları ve ilerleyen hastalık…
Adli Tıp kurumundan rapor alınsa da karar anında polislerin içeri girip çıktığı mahkemelerden alınan olumsuz sonuçlar… YaÅŸanan ÅŸoklar, aÄŸlama krizleri… Çöküp kalmalar, hastaya sonucu söyleme zorlukları… Mahkemeye itirazlar, baÅŸvurular ve sonunda adil bir kararın çıkması, gözyaÅŸları arasında cezaevi önünden alınan bir deri bir kemik hasta babalar, eÅŸler…
Evet, tahliyeler yaşanan bir sevinç ama ilerleyen bir hastalığın varlığı sevinçle ne kadar çelişki değil mi? Yaşanan bir galibiyet ama olası bir mağlubiyet ne kadar çelişki değil mi? Bir çare diye sağa, sola koşturmalar; bir çare diye yurt içi, yurt dışı başvurmalar. Haluk Savaş gibi çok değerli bir bilim insanının pasaport için destansı bir mücadele sergilemesi. Diğer her birinin unutulmaz hikayeleri. Bunlar hep zulmün kuyusundaki mağdurların çırpınışları olarak geçecek tarihe.
Ve sonunda beklenen…
Geciken tanılar, geciken tedaviler, geciken infaz ertelemeleri. Hem yakınlarıyla hem saÄŸlığıyla buluÅŸması engellenen insanlar. Kahreden son anlar. Ä°skelete dönmüş bünyeler. Ve son nefesle hıçkırıklara boÄŸulan anneler, babalar, eÅŸler, çocuklar, tüm kamuoyu…
Bunlar hep 21. yüzyılda Türkiye’de yaÅŸatıldı. OHAL zulmünün unutmayacağımız, unutturmayacağımız isimleri yaÅŸadı hep bunları. Her biri ve diÄŸer isimlerini sayamayacaklarına ÅŸahit olmuÅŸ bir kiÅŸi olarak bunların peÅŸini bırakmayacağımı, hukuk önünde hesap soracağımı da herkese hatırlatmalıyım.
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.